Milli şairimiz M. Akif Ersoy bir beyitinde ;

     Demek; İslam ancak namı kalmış Müslümanlarda, 
     Bu yüzdenmiş demek, hüsranı milli son zamanlarda.


     Haykırışlarını dile getiriyor.
     Hüsrana uğrayışımızın nedenlerini anlatmaya çalışıyor ama anlayan olup olmadığı yine meçhul bir yola koyuluyor. Etrafımıza baktığımızda mükemmel gibi görünen bir dünya ve insanlar topluluğu göze batıyor. Gelişmiş toplumlar, gelişmiş insanlar... Acaba bunlar gelişmişlik içerisinde istenilen rahatı, beklenilen huzuru bulmuşlar mıdır ? Ve milyonların gönül verdiği MHP.

     Yıllar öncesiydi.; 
     MHP’nin baraj altında kaldığı yıllara götürüyor beni hafızam. Dün gibi hatırladığım bir olay. Düşüncelerimle özdeşleştirme istediğim için hafızamdan silinmemiş demek ki.. Bir Tv ekranlarında ana haber saatinde ekranlarda ki bir söyleşi dikkatimi çekmişti. Kendi kendime sorduğum soruya orada cevap aranıyordu sanki. Söyleşinin bir tarafında Türkiye’nin ekranlardan tanıdığı ünlü bir sima.  M.Ali ERBİL.. O yıllarda belki de her genç kızın birlikte olmak istediği şan, şöhret ve para sahibi bir isim.. İnsanlıktan uzak olsa da madden gelişmiş bir insan.. Lakin gözlerinden bir hüzün yumağı, dokunsan ağlayacak.. Yukarısında bizim göremediğimiz türden kara bulutlar olduğunu hissettim. Sorular peş peşe  geldikçe, önce duraksıyor, sonra gözü dolu bir vaziyette konuşmaya başlıyor. Belki de rol yapıyordu, bilemiyorum.  Kendi yaşının yarısı yaşında bir bayanla dünya evine girdiğini, doktorların tavsiyesiyle de ayrı kaldığını anlatıyor. Çok sevdiğini söylüyordu. İnsan çok sevdiği kimseden bir başkasının tavsiyesiyle neden ayrı kalsın ki ? Aşklar ölümüne olmaz mıydı ? Ölmek için aşık olunmaz mıydı ? Bütün şiirler aşk üzerine yazılır, bütün şarkılar aşk üzerine okunmaz mıydı ? Ferhat dağları Şirin için delmiş, zindanlara Şirin için katlanmamış mıydı ? Mecnun Leyla için çöllere düşmemiş miydi ? Osmanlı’nın payitahı şu yeşil Bursa’da 80’li yıllarda henüz baharına ermemiş onca genç vatanı için canını vermemiş miydi ? Velhasıl sevdanın ucunda çile ve ölüm beklerken, M.Ali çok sevdiği karısından doktorların tavsiyesiyle ayrı kalıyordu. Teşhis neydi ? 

     “Sebebi bilinmeyen allerjik bir durum”
     Ne yalan söyleyeyim, doktorların belki M.Ali’ye söylediği ancak M. Ali’nin ekranlardan söyleyemediği, benim aklıma gelen düşünce buz gibi bir ifadeydi..; “Karısı M. Ali’yi zehirliyordu”
Hem de mirasına konmak için. Neden mi ? Sebebi bilinmeyen bir alerjik durumla hastaneye kaldırılıyor. İyileşip eve dönüyor. Tekrar alerjik durum, tekrar hastaneye yatıyor. Ve doktorlar tavsiye ediyorlar; “Ayrı kal” 
Sir William Osler “Mutluluk, ruhu tatmin eden bir iş veya sanatın içine girmekle elde edilir” Diyor. Demek ki bu sanatın içinde ve sanatçının yüzünde mutluluk ibareleri okunmuyorsa mutlu da değildi.

     Bütün bunlar bir faraziye, bir varsayım. Doğru olmayabilir. Plağın bir de öbür yüzü var. Bunlar yanlış.. Peki karım dediğiniz insanın üzerine bir şaibe yükü vurur musunuz, vurmaz mısınız ? Sonuçları belli olana kadar ayrı kalacaksınız. Demek ki, sizin de aklınızdan geçen ve açığa vuramadığınız gerçek ; Ya beni zehirliyorsa  veya beni ortadan kaldıracak bütün malıma sahip olarak hayatını devam ettirecek, düşüncesi bütün benliğini kaplamış olacaktır. Acı ama ortaya vuramadığı gerçek bunlar olabilir. İçerisine bir sefer kurt düşmüştür. Eskilerin dediği gibi “Bir şeyin şuy’u aslında beterdir”.  Böyle bir olay var ise M.Ali için kötü. Yok ise diğer insan için çok daha kötü. Değilse tedavi olmaya Amerika gibi bir yere giderken seviyorum diyen bir insanı yanınızda götürmeyeceksiniz. Halbuki yine bu aşamada sanat camiasında bir başka ünlü çifti hatırlıyorum. Gencebay... O da ameliyat olmuş ve başucunda seviyorum dediği insan vardı. Tıpkı Mark Twain ‘in dediği gibi “Üzüntü kendi kendini giderir; ama mutluluğun tam zevkini çıkarmak için onu paylaşacağınız birisi olması gerekir".  Olayı kendi kendine atmak çabasında olan insan elbette ki üzüntülüdür. Mutluluk yolunda engel görüyorsa paylaşım düşüncesinde bir sıkıntısı var demektir.

     Bunlar küçücük dünyalardır.
     Ya milletler ! 


     Milletler de insanlar gibidir. Ne kadar gelişseler, ne kadar genişleseler de bu insanlar topluluğu değil mi ? Huzuru yakalayamamış, madde yüklü insanlar topluluğu değil mi ? Thoreau; “İnsan, kendi mutluluğunun mimarıdır. “  diyor. Demek ki yaptığımız mimari bir hata bizlere mutluluk getirmiyorsa ilişkilerimizde bir aksaklık var demektir.

     Yine aynı günün gündüzünde oynanan Türkiye – Çin milli maçı sonrası sokağa dökülmüş onca genç insanın coşkusunu düşündüm.. Adeta, başarısız hükümetlerin ekonomik krizle boğmak istediği davranışlarını kaldırıp atar gibi, şaha kalkar gibi coşku seline dönüşmüştü. Belki de çoğunun cebinde karnını doyuracak parası bile yoktu. Ama ellerinde kırmızı bayraklar, yüzlerinde beyaz boyalarla adeta bir kurtuluş savaşının sonrasındaki şehit kanlarının şuheda topraklar üzerinde dalgalanmaya hazır oluşunun işaretlerini verir gibiydi.

     Yıllar akıp geçse de olaylar ve düşünceler hiç değişmiyordu.
     Bu gün de aynı olayların ve düşünce ortamının içindeyiz.

     İnsanların ve devletlerin mutlu olması  Milli Birliğin var olmasında ve kazanmanın inancında yatmaktaydı. Ve bu iki haslet bu milletin ruhunda yatmaktaydı. Milli birlik ve inanç huzuru bulmanın formülüydü.
Bu formül MHP’de mevcut iken neden kullanılmıyor/kullanılamıyor.

     Yıllardır “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” sloganlarıyla bu sokaklar inlemedi mi ?
     "Hira dağı kadar Müslüman, Tanrı dağı kadar Türk’üz"  demedik mi ?
     Binlerce insan bu uğurda hiç düşünmeden canını vermedi mi ?
     Şu tabloya bakın ; 19 yıldır partinin başında olan bir lider ve 19 yıldır iktidar olmayı sabırla bekleyen ülkücüler.

     Ülkücülerde bir sadakatsizlik mi vardı ?
     Yoksa Liderin bir zaafiyeti mi vardı ?
     İnsanla öz eleştiri yapamıyor ve bu konuları masaya yatırmaktan korkuyor, çekiniyordu.
     Akp seçmenini “körü körüne itaat etmekle” suçlarken, kendi yaptığı davranışları görmezden geliyordu.
     Sayın Bahçeli 6 Temmuz 1997 tarihinden beri yaklaşık 19 yıldır MHP genel başkanlığı görevini sürdürmektedir.
     1999 ve 2001 yılları arasında Bülent Ecevit tarafından kurulan koalisyon hükümeti 'nde başbakan yardımcısı olarak yer almıştı. Kimi Bilge dedi, kimi gölge dedi. Eller ne derse desin. En güzelini atalar söylemiş ; “Ayinesi  iştir kişinin lafa bakılmaz"  

     Aklı selim gerçeği gören bir kısım insanlar bu işten rahatsız olunca partiyi düzlüğe çıkaralım diye harekete geçmek istedikçe birileri onları bu yolundan alıkoyuyordu.  Tam da doktorların teşhis ettiği gibi “Sebebi bilinmeyen alerjik bir durum” du. 

     Tıpkı;
     Baba hırsız tuttum,
     Getir oğlum,
     Gelmiyor baba,
     Bırak gitsin o zaman,
     O da beni bırakmıyor.
     İşte MHP’nin hali encamı.

     Sayın Bahçeli bu hareketin bekası için artık II. Murad han gibi yerini kendisinden sonrasına bırakmalıdır. Kendisinden sonra gelen ihtiyaç hissettiğinde de bilgeliğini göstermeli, bu vatanın âli menfaatleri için koşup gelmelidir.

     Sayın Bilge Lider Devlet Bahçeli’nin olayları iyi okuma mecburiyeti vardır. Dışarıdaki darbelere okuma gücü varken, içerideki gelişmeleri de okuma gücü olmalı diye düşünüyorum.  En son yapılan kongreye çağrı davetinde  muhalifler Sayın Bahçeli’nin kendi eliyle yazdığınız 1187 delegenin 657’sinin imzasını almış. Yani % 55 kişinin desteğini almışlar.  Yetkili organların bir anlamda grafisi çekilmiş. Bedenin büyük bir kısmının iş görmediği belirlenmiş. Bunun anlamı kendi partinizin % 55’ini ikna edemiyorsunuz demektir. Bu bedenin mücadele edecek gücü kalmamış. Bir başkasının yardımına muhtaç hale gelmişsiniz demektir. Bu oranı Türkiye sathına yaydığınız zaman durum çok daha vahim bir tablo olarak gözünüzün önüne dökülüyor. 
Üstüne üstlük bir de avukatınız, “Bizim iktidar olmak gibi bir derdimiz yok” diye makus bir açıklama yapınca dinleyen insanların karamsarlığının arttığını görüyorsunuz. 

     Bırakın bu bayrağı taşıyacak bir şefkat eli ise, bir ana eli ise ona teslim edin. 
     Genç yürekli, dinamik, ufku geniş biri ise ona bırakın.
     İlmi olarak gelişime açık bir profesör ellerini açmışsa bırakın ona. 
     Bu partiye çocukluğundan itibaren hizmet eden yüreği bu aşkla çarpan bir Ülküdaşın talip ise bırak ona götürsün. Ben yoksam her şey tufandır demek külliyen zarardır.

     1980 öncesinde bu davaya gönül vermiş, hizmet etmiş, cefasını çekmiş Ülkücülerin de bu konuda konuşacakları gün bu gündür.  Çocuklarına iyi bir miras, iyi bir gelecek, iyi bir hedef bırakmak istiyorlarsa aklı selim düşüncelerini bu gün ortaya koymaları gerekir. Bu günden sonra hiç kimse konuşma hakkına sahip olmayacaktır.

     Ülkücüyüm diyen beyler !
     Bu güzel vatanın payidar olması için en kıymetli varlıklarını hiç düşünmeden bu uğurda feda eden toprağın altına düşmüş binlerce genci düşünerek aklınızı başınıza devşirerek karar verin. 
Yoksa toprağın altında ki bu insanların ve toprak üstünde sizlere umut bağlamış geçinme telaşında olan Ülkücülerin  vebalinden kıyamete kadar kurtulamazsınız.

     Ülkenin Ülkücülere, Ülkücülerin MHP’ye ihtiyacı var. Onu yok etmeyin.

     İnsanları ve bu büyük milletin evlatlarını karamsarlığa itmeye çalışanlara Lowel Thomas’ın ifadelerinde cevap verelim. “İnsanlarla uğraşırken hep hatırlayacağımız nokta. Mantıklı yaratıklarla değil, duygulu kimselerle uğraştığımızı unutmamamızdır. Her insanın kendine göre inançları, gururları ve onurları olduğunu unutmayalım. Başkalarını Eleştireceğimiz yerde onları anlamaya çalışalım.” 

     Anlama konusunda Lao Tzu şöyle der ;
     “Başkalarını anlamak bilgeliktir. Kendini anlamaksa aydınlanmaktır"
     Bilgelikte önce kendimizi anlayalım.
     Bu millet için,
     Bu ülke için…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.