Bu defaki yazımızda felsefi konulara girmeyelim dedim. Deyim yerindeyse, “kitabın tam ortasından” başlayalım. Çalıştığım bir özel okulda genel müdür ve eğitim koordinatörü pozisyonlarına “yabancı uyruklu” idareciler tercih edilirdi. Bunlar bazen Amerikalı, bezen de İngiliz ya da Alman olurdu. Mesleğimde bu insanlardan çok şey öğrendim. İş disiplini, çalışma alışkanlıkları ve sorun çözme biçimleri bizlerden farklıydı. Objektif insanlardı, liyakati önemserlerdi. Güvenlik görevlisinden öğretmenine, temizlik işçisinden yemekhanede görev yapan herkese saygılı davranırlardı. Eğitimci kadrosu dünyanın farklı ülkelerinden nitelikli hocalardan oluşurdu. Okulun eğitim koordinatörü Wilhem Alman uyrukluydu. Uzun yıllar burada yaşadığı için kültürümüzü iyi biliyordu. Bir gün laf lafı açtı, “bizi nasıl tanırsın Wilhem?..” dedim. Bir an durdu, sonra gülümseyerek, “siz günü kurtarmak için yaşıyorsunuz, biz geleceği planlarız” dedi. O günden bugüne, yaşadığımız her olumsuz şey bana bu sözü hatırlatır.

İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini bütün dünya gibi biz de yaşıyoruz. Su kaynaklarımız kuruyor, topraklarımız çölleşiyor. Elimizdeki verimli toprakları da rasyonel bir biçimde kullanamıyoruz. Böylelikle tarımda dışa bağımlı bir ülke olma yolunda hızla ilerliyoruz. Artık Anadolu’nun kırsalına özgü o güzelim baklagiller ekilmiyor. Marketlerde bunların yerini ithal ürünler doldurmaya başladı. Eskiden yol boyunca gördüğümüz hayvan sürüleri çok az ya da yok. Tarım gibi hayvancılık da bitme noktasına geldi. İşte bundan dolayı gıda enflasyonunda dünyanın ilk sıralarında yer alıyoruz. Bu gidişle belki elli yıl, belki de daha kısa sürede tarımda ve hayvancılıkta tamamen dışa bağımlı olabiliriz. Bugün bir planlama yapılmazsa, günü kurtarsak bile yarın büyük sıkıntılar çekebiliriz.

Yakın zamanlarda depremler ve sel felaketleri gördük. On binlerce insanımızı kaybettik. Şehirlerimiz, köylerimiz yok oldu. Uzun süreden beri üniversitelerde “şehir ve bölge planlama” bölümünden uzmanlar yetişiyor. Bu alanlardan binlerce öğrenci mezun olmuştur. Devletin ilgili kurumlarının, yerel yönetimlerin bilimsel veriler ışığında, insan ihtiyaçlarını esas alarak şehir ve bölge planlamasından sorumlu olduğunu biliyoruz. Hadi bunlar hakkıyla yapılmadı, yapı stoku deprem gerçeğini dikkate alarak geliştirilmesi gerekirdi. Bu da yeteri kadar önemsenmedi, denetim de yetersiz olunca büyük felaketler yaşadık. Şehirlerdeki çarpık yapılaşmayı, betona teslim edilmiş tarım arazilerini ve talan edilmiş sahilleri düşündüğümüzde planlamacılığımızın başarısını anlayabiliyoruz.

Ne yazık ki, çok yakın zamanda hepimizi kahreden, derin üzüntüye boğan bir yangın felaketi daha yaşadık. Bazılarımız kader dedi, bazılarımız da fıtrat… Peki ta baştan, her türlü olası tehlikeleri düşünerek önlem alınsaydı, bu kadar kaybımız olur muydu? Belki de hiç olmazdı. İhmalkârlık, sorumsuzluk, denetimsizlik ve hatta öngörüsüzlük birçok aileyi yok etti. Yazık oldu insanlarımıza. Tur şirketleri günü kurtarma derdindeyken, olan canlarımıza oldu.

Yetenekli ve akıllı çocuklarımızdan bazıları yurt dışında, en iyi üniversitelerde okuyorlar. İçlerinde mastır, doktora yapanlar var. Başarılarını duyuyoruz ve onlarla gurur duyuyoruz. Tanıdık yok, kendime göre iş bulamam, bulsam da geçinemem diye geri dönmek istemiyorlar. Bir taraftan bu gençler gelmek istemiyor, diğer taraftan da elimizdeki beşeri sermaye yurt dışında gelecek arıyor. Elimizdeki değerleri başkaları kaparken, biz günü kurtarma derdindeyiz.

Resmi verilere göre, Türkiye’de 2001 yılında doğurganlık hızı 2,38 çocuk, 2023 yılında ise 1,51 çocuk olarak hesaplanmış. Ülkemizde yaşayan sığınmacılarda bu sayı daha fazla, özellikle Suriyelilerde doğurganlık hızı 5,65 çocuk civarında. Neredeyse bizim dört katımız. Her nedense, gençlerimiz evlenip yuva kurma konusunda çekingen davranıyorlar. Evlenseler bile, ekonomik şartlardan dolayı üç çocuk yapmakta isteksizler. Ne dersek diyelim, sayılar her şeyi söylüyor. Bu böyle devam ederse, özellikle sığınmacıların yoğun olduğu illerimizde, çok değil yakın zamanda demografik yapı değişebilir. Şimdilik günü kurtarsak da, yakın bir gelecekte ciddi problemlerle karşılaşmamız kaçınılmaz görünüyor.

Avrupa’ya ihraç edilen tarım ürünlerinden bazıları, sağlıksız depolandığı ve fazla miktarda tarım ilaçları kullanıldığı gerekçesiyle geri dönüyor. Yıllardır biz bunları farkında olmadan tüketiyoruz. Demek ki yeteri kadar denetim yok. Tarım ilaçlarına karşı önlemler alma konusunda neler biliyoruz? Bilsek de, bunlar ne kadar doğru ve ne kadar etkili? Kanser vakalarındaki artışın nedenlerinden biri de, bu ürünler ve gıdalar olabilir mi? Birileri günü kurtarıyor, para kazanıyor, olan vatandaşın sağlığına oluyor.

Kendimize de haksızlık yapmayalım. Batı medeniyeti, Antik Yunan’ın kültür birikimi temelinde oluşan Rönesans, reform süreçleri ve aydınlanma devrimleri üzerinde şekillendi. Bu kültür rasyonaliteyi önemsiyor, birçok şeyde olduğu gibi planlamacılıkta da başarılılar. Şehirlerine, köylerine ve doğal çevrelerine baktığımızda bunları anlayabiliyoruz. En basit örnek, Hollanda’nın yüz ölçümü bizim bir ilimiz kadar, ama tarımdaki başarısı göz kamaştırıcı.

Ülkemizin kaynaklarını, değerlerini rasyonel bir biçimde kullanarak ve doğal çevreye zarar vermeden “planlı bir kalkınma modeli” mümkün değil mi? Hep mi böyle günü kurtarmanın telaşında yaşayıp gideceğiz?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Filiz Caca 5 saat önce

Çok doğru tespitler hocam, başımıza ne geldiyse, günü kurtarmaya çalışmakla geldi. Plansız bir hayat ve yönetim yok olmaya mahkumdur..

Avatar
Hasan Şahin 3 saat önce

Teşhis ve tesbitler çok isabetli. teşekkürler. DPT derhal kurulmalıdır.