Cennet, imanlı ve iyi kimselerin öldükten sonra Allah tarafından mükâfat olarak konulacakları ve içinde her türlü nimetler bulunan ve ebediyen yaşayacakları yer olarak tanımlanır. Bu tanım ahiret yurdu için geçerli bir tanım olurken, karşılığı olarak bizlere dünya yaşamı içinde verilen nimetlerden istifade edebiliyor olmak da dünya cennetinde olmaktır. İnsan, yaşadığı mekânı cennet de cehennem de yapabileceği için yaşamı ya cennet ya da cehennem yaşamı olabilir. Bu sebeple insan kendisine lütfedilmiş nimetlerin değerini biliyorsa hem nimet açısından hem de değer bilme açısından cennettedir.
Nimet nedir? Nimet, dünyevilik ihtiyaçları karşılayan her türlü cemadat, nebadat, mahlukat ve eşyalar olmakla birlikte sağlık en büyük nimettir, huzur en büyük nimettir, iman en büyük nimettir. İnsan elinde bulundurduğu nimeti sıradanlaştırdığı ve ağırlığını hissetmediği sürece değerini bilemediğinden hali şikâyet üzerine olur. Şikâyet ettiği hal, aslında cenneti şikâyet etmektir ama gözü kör, kulağı sağır, kalbi mühürlü olduğundan farkında değildir. İnsan, nefs-i emmareye düşmüş bir halde yaşarken emmarenin vesveseleri sonucu her zaman kendisinden daha yukarıya bakar ve onu talep eder. Sürekli kendisi dışına bakan göz, kendisini göremez olur. Sahip olduğu nimetleri yalanlamaya başlar. Başı ağrısa şikâyet eder ama daha ağır durumdaki hastaları görmeden çünkü ben merkezli egoist bir kişi haline dönüşmüştür. Oysa, çok daha ağır hastalık yaşayan birisi için başının ağrıması cenneti yaşamaktır ama göremez! Önüne koyulan yemekten şikâyet eder ama günlerdir aç olanın halini düşünmez. Aç insan için şikâyet ettiği yemeğe sahip olup yemek, cennete girmektir göremez! Kıyafet beğenmez lakin soğuktan üşüyen bir can için o kıyafeti giymek cennete girmektir göremez! Güven içerisinde başını soktuğu çatı, yattığı yatak ve sabah uyandığı uykusu cenneti yaşamak değil midir! Bu ve bunlar gibi bir sürü örnekle anlamaya çalıştığımız gerçeklik, insanın her durumda her halinin Allah’ın lütfettikleriyle dolu oluşu ve bu doluluğun cennet olduğudur. İnsan her şikayetinde cenneti şikâyet etmiş olur! Buna en kısa tanımıyla cennet Rahmaniyet içinde, cehennem zulmaniyet içinde olmaktır denilebilir.
İnsan, zulmanî özellikler olan öfke, gurur, kibir, haset, kıskançlık, şikâyet, isyan, nefret gibi özelliklerin pençesinde kendisine ve etrafına zulmederek yaşadığı sürece cehennemdedir. O insan her durumda tatminsiz, mutsuz ve negatif halde bulunur ve kendi negatifliğini dışına da yansıtarak her an negatifle, zulümle muhatap olur. Yankı, bize kendi sözümüzün geri gelişidir. Aynaya bakanın gördüğü kendisidir. Beğenmemek bu zihniyetin en önemli özelliğidir. Her şey kendi istedikleri gibi olduğunda bile şikâyet edecek bir şeyler türetirler ve bunlar ne kadar güçlü görünseler de aslında örtemeye çalıştıkları çaresizlikleridir. Bu, zihniyet meselesi olup dünyevî kazanımla, maddiyatla alakalı değildir. Maddece çok zengin ya da fakir olmak değildir mesele! Mesele, zulmanî özelliklerin bizi esir alıp almadığıdır. Fakir de haline şikâyet ederken elindekinin değerini bilip şükretmez, zengin de şikâyet ederken elindekinin değerini bilip şükretmez ve paylaşmaz! Cenab-ı Allah, Fecr suresi 27-30. Ayeti kerimelerde,
Ey, Rabbine, itaat edip huzura eren nefis! Hem hoşnut edici hem de hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına gir. Cennetime gir.
buyurarak, huzura ermenin yani cehennemden çıkıp cennete girmenin yolunu, Kendisine itaat edip yani zulmaniyetten ve şikâyet etmekten geçip Kendisine yönelerek huzura ermek ve Kendi kullarından iman ehli olanlardan olmak olduğunu göstermektedir. Bu sebeple, Bakara suresi 82. Ayeti kerimede,
İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.
denilerek, zulmaniyeti bırakıp Rahmani özellikler olan affetmek, bağışlamak, sevmek, saygı duymak, merhamet etmek, paylaşmak gibi özellikler içende yaşamak olan salih amel işlemenin bizi cennet ehli yapacağı söylenmektedir. Hicr suresi 45. Ayeti kerimede,
Allah’tan korkanlar, elbette cennetlerde ve pınarların başındadırlar.
denilerek de Allah’ın yasaklarından yani şikâyet etmek gibi zulmanî vasıflardan uzak duranların cennete yani rahmaniyete gireceği vurgulanır. Bu gerçeğin ifadesi olarak, Hicr suresi 47. Ayeti kerimede,
Biz o cennetliklerin kalplerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde karşılıklı koltuklara otururlar.
denilmektedir. Kalpten kin çıkınca kalbe rahmaniyet girer de o kalp yumuşar, sevgi ve saygı dolu olmaya başlar. Şikâyet biter, nimetin değeri görülmeye başlar çünkü nimetlerin değeri ancak kalp gözüyle bakılınca görülür. O insan, artık elindekilerin değerini görmeye başladığından şikâyet emek yerine şükretmek olan paylaşımcılardan olarak şükreden olur. Fatır suresi 34. Ayeti kerimede,
Onlar orada şöyle derler, “Hamd olsun Allah'a, bizden o üzüntüyü giderdi. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve şükrün karşılığını vericidir.”
denilerek de idraklere sunulan gerçeklik budur. Kalp, zulmanî özelliklerden arınınca kişinin üzüntüsü gider, yerine huzur gelir, mutluluk gelir. Bu sebeple bizler, Allah’ın sevmediği zulmaniyet olan şikâyet etmeyi bırakarak, bizlere lütfettiklerini görmeye başlamalı ve şükrüne yönelmeliyiz. Şikâyet anlayışı içinde şükürsüz bir halde yapılan ibadetler bizi kalp huzuruna ulaştıramaz. Kapısı kapalı yere girilmez! Cenab-ı Allah, Bakara suresi 152. Ayeti kerimede,
Öyleyse yalnızca Beni anın, Ben de sizi anayım ve yalnızca Bana şükredin ve sakın nankörlük etmeyin.
diyerek bizleri kendimize zulümden kurtulmaya ve kalp huzurunu yaşamaya davet etmektedir. “Şikâyet etmeyin, burun kıvırmayın, memnunsuzluk içine düşmeyin, isyan etmeyin, size verdiğim nimetleri yalanlamayın, beni zikredin ve şükredin, nankörlük yapmayın” diye bizleri uyarmaktadır. Cenneti şikâyet etmenin Allah’ı beğenmemek anlamına geldiğini bilmeliyiz. Allah’a karşı nankörlük yapmaktan kendimizi kurtarmak için şikâyet etmeyi bırakıp şükredenlerden olmamız zorunludur. Nankör halimizle, şikâyet ederken, şükürsüz haldeyken, yasak olan zulmanî özellikler içindeyken, görevi kötüye kullanırken, haksız kazanç elde ederken, ibadet etmek Allah’a küfürdür! Gelip geçici olan dünya yaşamında, belirlenmiş ömür sürecinde yaşamak şikâyet ederek cehennem içinde değil, şükrederek cennet içinde geçmesi bizlerin elindedir. Cenab-ı Allah, Müminun suresi 78. Ayeti kerimede,
O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz.
diyerek dikkatimizi bu gerçeğe çekmektedir. Diriyiz, sağlıklıyız, gözümüz görüyor, kulağımız işitiyor, dilimiz konuşuyor, kalbimiz sevip fikrediyor ve Allah’a inanç içindeyiz, o zaman şükretmek için ne lazımsa sahibiz demektir! Zenginliği, âmâya, zenginliği hastaya, zenginliği sağıra, zenginliği yalnıza soralım! Soralım da ne kadar zengin olduğumuzu görüp şikâyeti, nankörlüğü bırakıp şükretmeye başlayalım!
Çok haklısınız. Kaleminize kuvvet.