Milletleri, milli ve manevi değerleri, tarihi şahsiyetleri değerli kılmaktadır. Atatürk, Türk millet için emsalsiz bir değerdir. Rabbimin, Türk milletine bir lütfudur. İnsanın değerlerini inkâr etmesinden daha aciz bir durumunun olamayacağını düşünüyorum. Türk; nankör, vefasız, hayırsız ve vicdansız değildir.

Son yüzyılın büyük devlet adamı, lideri, önderi olarak dünyanın hayranlığını kazandığı pek çok ülkede heykelinin dikilmesi, TIME dergisine 2 defa kapak olması, adının verildiği yerlerin bulunması Atatürk sevgisinin bir ifadesidir. "Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır, Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur, Benim övünülecek tek yönüm Türk olarak yaratılmış olmamdır, Ne mutlu Türküm diyene, Bir Türk dünyaya bedeldir, Türk; övün, çalış, güven... " sözleri her şeyi anlatmaya yetmektedir.

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü anlıyoruz, özlüyoruz; aradığımızın ve sahiplendiğimizin bilinmesini istiyoruz. Ahlak, vicdan, vefa adına Ata’mızı anlatacağız; çünkü unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız çünkü, bu sevgi bitmez…

İşte, Türkün atası, büyük Türk, başkomutan, başbuğ Gazi Mustafa Kemal Atatürk:

*Bastırdığı kağıt paranın üzerine Bozkurt koyduruyor...

* Yakın arkadaşlarına, Bozok, Bozkurt gibi soy isimler aldırıyor...

* Manevi kızına Ülkü adını veriyor...

* Yusuf Akçura Bey'i İstanbul'u teslim almaya yolluyor...

* Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu'nu kuruyor...

* Asırlar sonra Türk adını vererek Türkiye Cumhuriyeti'ni kuruyor...

* İbrahim Çallı'ya "Ergenekon'dan Çıkış" tablosunu yapmasını istiyor...

*Türk Tarih Tezi'ni hazırlatıyor...

* Anadolu da kazı çalışmaları yaptırıp, Türklüğün izlerini bulduruyor...

* Her konuşmasında Türklük vurgusu yapıyor.

* Anadolu'nun 7 bin yıldır Türk Beşiği olduğunu söylüyor...

* Türklüğün ebedi olduğunu haykırıyor...

* Türk devrimlerini öze dönerek yapıyor...

* Tıpkı fikirlerinin babası Ziya Gökalp Bey'in dediği gibi Türk'ü Türk yönetmelidir diyor...

* Türk kültürünü hayatın her alanında hakim kılmak için çalışmalar yapıyor...

* İyi anlaşılsın diye, Kuran-ı Kerem'i Türkçe mealiyle tefsirini (açıklamasını) yaptırıyor...

* Anadolu'da, unutulmuş, sinmiş, hor görülmüş Türklüğü şahlandırıyor...

*"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur..." diyerek kutlanmış, asil Türklüğünü hatırlatıyor...

*İlimin, bilimin ışığıyla yolumuzu aydınlatıyor.

*4 bin kitap okuyor. Cephede bile kitap okumayı ihmal etmiyor. *Geometriye Türkçe terimler kazandırıyor...

*11 cephede savaşıyor, 14 madalya alıyor.

*Bu cesur yürek, cesaretle, "Geldikleri gibi giderler" diyor...

*İstilacılar, vatanı işgal için Çanakkale'ye GELDİLER, Çanakkale'yi GEÇEMEDİLER, Sakarya Zaferiyle GİTTİLER...

*"Benim övünülecek tek yönüm Türk olarak yaratılmış olmamdır" diyerek kimlik, kişilik, karakter, kalite ve kabiliyet vurgusu yapıyor...

*Orta Asya'da Mete, Kürşat, Anadolu'da fetihlerle Fatih oluyor. "Ne Mutlu Türküm Diyene, Bir Türk Dünyaya Bedeldir" diyerek TURAN'a giden yol oluyor...

Vatanı işgalden kurtaran, Cumhuriyet ile yeni bir Türk devleti kuran Atatürk’ümüzü anlamak ve anlatmak konusunda söylenecek pek çok şey (söz, olay) vardır. Atatürk ile ilgili anılar da çok anlamlıdır. Şu, iki anısında, "vatan" ve "millet" sevgisi ne de güzel anlatılmaktadır.

Atatürk, vatanını çok severdi: İngiliz Kralı Eduard, Türkiye’ye gelmiş. Sahilde, kayıktan inerken sarsılmış, düşerken eli toprağa değmiş. Atatürk, elini uzatıp kaldırmak istemiş. Kralın, mendili ile tozlanmış elini silmesine fırsat vermeden elinden tutarak, "majesteleri, verin elinizi, o, benim vatanımın toprağıdır, benim elimi kirletmez" demiş.

Atatürk, milletini çok severdi: Bir gün, yabancı devlet adamlarını Türkiye’ye davet etmiş. Akşam yemeği yenirken servis yapan garsonlardan birinin parmağı, tuttuğu tabaktaki yemeğe değecek gibi olmuş. Bunu gören Fransız delegesi tiksintiyle gülmüş. Durumu fark eden ve anlayan Atatürk, "beyefendi, ben bu millete her şeyi öğrettim de hizmetçilik yapmasını öğretemedim" demiş.

Atatürk’ü çok iyi tanımalıyız. Dünya siyasetinde, içinde bulunduğumuz "ezen düzen" sisteminde, ona, ne kadar çok ihtiyacımız olduğu bir gerçektir. Ozanın dediği gibi "sarı saçlım, mavi gözlüm nerdesin nerde" diye hep arıyoruz, eksikliğini hissediyoruz.

Atatürk’ün, kendisine sert sert bakan genç bir Yunan subayı dikkatini çekiyor. Yaverine, "sor, öğren bakalım" diyor. Yaver, "paşam, bu adam Çanakkale’de babasını öldürdüğünüzü söylüyor." dediğini iletiyor. Atatürk de, "babasının Çanakkale’de ne işi varmış, sor bakalım" diyor.

Ankara’nın, Ulus meydanını bilirsiniz. Ben de, ilkokulu Ankara’da okuduğum için çok iyi bilirim. Bu cadde çok geniştir. Atatürk, arkadaşlarıyla birlikte muhabbet masasında memleket meselelerini görüşmektedirler. Bir ara, iki mühendis yanına gelir. "efendim, yarın Ulus meydanına yol yapımına başlayacağız. Caddenin kaç metre genişliğinde olmasını istersiniz?" diye sormuşlar. Atatürk, kısa bir düşünme süresinden sonra başını kaldırarak "40 metre yapın" demiş. İki mühendis şaşırmışlar, birbirlerine bakmışlar, biri diğerinin kulağına, "sarhoş olmalı, ne dediğini bilmiyor, yarın yanına uğrarız, ayık kafayla sorarız" demişler. Ertesi gün, Atatürk, çalışma odasında iken yanına girmişler, aynı soruyu sormuşlar. Atatürk de, "ben, size, dün akşam, 40 metre olsun demiştim" demesi üzerine, caddenin 40 metre genişliğinde yapıldığı söylenmektedir. Bu anı, bugünkü şartlar düşünüldüğünde Atatürk’ün ileri görüşlü olmasına güzel bir örnektir.

Atatürk, Mayıs 1919 günü ayrıldığı İstanbul’a, 8 yıl sonra (1927) dönüş hazırlığı içindedir. Kütüphaneci Nuri Ulusu’ya yanında götürmek istediği kitapların listesini verir. Nuri Ulusu, o günler şöyle anlatmaktadır: “İstanbul seyahatine giderken istediği kitaplar o kadar fazlaydı ki, karton kutular buldurup kütüphaneye getirtmiştim. Tam içine kitapları doldurmak üzereyken Atatürk kütüphaneye geldi ve ne yaptığımı sordu. ’İstediğiniz kitapları karton kutulara aldırdım, onların içine koydurup trene naklettireceğim’ deyince, ’dur bekle biraz’, dedi. Kitap âdetine şöyle bir baktıktan sonra kütüphaneden çıktı, odasına gitti. Biraz sonra bir baktım, iki tane cephane sandığını muhafız alayı erleri getirip kütüphaneye koyuverdiler. Ne olduğunu anlamadım, bakıp dururken Atatürk içeri geldi, benim şaşkın şaşkın baktığımı görünce, ’ne o Nuri oğlum, şaşırdın değil mi? Şaşırma şaşırma, savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zaman çocuktun, bilemezsin, bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır . Bu da okumakla, kitapla olur; İşte şimdi cephane taşıdığımız o sandıklara kitaplarımı koy, bu sandıklarla taşınsın, cephanenin yerini artık kitaplar alsın’ dedi. Çok şaşırmıştım! Bu ne biçim bir kitap sevgisiydi, bu ne kadar güzel ulvi bir düşünceydi. O, zaten hiç birimizin, hiç kimsenin aklına, hayaline dahi gelemeyecek fikirleri üreten bir dahiydi” diyor.

“Havza’da çeteler var, önünü keserler” denmesine rağmen bu yürekli adam kongre için Sivas’a geliyor. Haber verilen tanınmış 100 kadar bürokratlardan, hocalardan, tanınmış simalardan ancak 30 kişi kadar geliyor. Salona girmeden bunu öğreniyor ama “bu kadar inanan da bana yeter” diyor ve moralini bozmuyor. Üzerinde askeri üniforması vardır. Kapıda yaveri, “paşam, salonda sivil toplantı yapacaksınız, bu kıyafetinizle size despot, diktatör derler” diyor. Atatürk de, “benim başka kıyafetim yok ki” demesi üzerine hemen yan tarafta yaverin sivil kıyafetlerini giyiyor.

Cephede kar üstünde uyuyan, postalı yırtık Paşa, savaş esnasında dinlenirken bir hayır severden gelen yardım kasaya konuluyor. Az sonra gelen bir telgrafta annesi Hafız Zübeyde Hanım, “evladım, evde yiyecek hiçbir şey yok, biraz para gönder” demesine, “anne, bende para yok, milletimin savaş için verdiği paradan gönderemem, evdeki halıları, eşyaları sat” diyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, belki de hayatında tek cevap veremediği kişi, Mersin’deki sakallı bir ihtiyardır. Atatürk’ün bu anısı da çok anlamlıdır. Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek “kimlerin” olduğunu sormuş. Ecnebilerin olduğu söylenince Atatürk biraz sinirlenmiş. “Onlar bu binaları yaparken ya siz neredeydiniz?” demiş. Toplananların içinden bir köylü, “biz mi nerede idik? Biz Yemen’de, Tuna boylarında, Balkanlar’da, Arnavutluk dağlarında, Kafkaslarda, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam” diye cevap vermiş. Atatürk, bu anısını anlatırken: "hayatımda cevap veremediğim tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur" der.

Ve, daha pek çok anısıyla içimizde yaşıyor, yolumuza ışık oluyor
O zamanlarda köşkümüz, villamız, görkemli binalarımız olmadı ama “vatan” gibi hür ve huzurlu yaşayacağımız kutsal yerimiz, yurdumuz, evimiz oldu. Bizlerin bu günleri yaşamamıza vesile olan başta Türkün atası büyük Türk başbuğ, başkomutan Atatürk’ümüzü ve silah arkadaşları olan atalarımızı rahmetle yadediyorum. Saygıyla, sevgiyle, minnetle, özlemle ve rahmetle anıyorum. Ruhları şad olsun inşallah...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Alper Şirvan 1 yıl önce

Kaleminize sağlık hocam.