6 Kasım’da İstanbul Fatih’te aynı evde yaşayan 4 kardeşin siyanürle intihar ettiği haberiyle sarsıldık. 9 Kasım’da ikinci siyanür faciası Antalya’da yaşandı. İkisi çocuk 4 kişi siyanürle öldü. 15 Kasım’da üçüncü siyanürlü intihar olayı İstanbul Bakırköy’de meydana geldi. Bir iş insanı, eşi ve 7 yaşındaki çocukları yaşamlarını yitirdi. Bu üç olayda da haberlere yansıyan gerekçe, ölenlerin yoksulluk çektiği, bor içinde kıvrandığı yönündeydi.

Öncelikle vurgulayacağımız nokta şudur: kendi hayatlarını sona erdiren insanların; eşlerini, çocuklarını, kardeşlerini ya da başka insanları da buna ortak etmesi bir cinayettir ve asla onaylanamaz. Ayrıca, intihar da asla hoş görülecek bir yol ve yöntem değildir.

Bu saptamayı yaptıktan sonra diyebiliriz ki, ilk intihar olayından bu yana, aklı başında olan herkes, ekonomik sıkıntılar, adaletsizlik ve güvenlik konularına dikkat çekiyor… İşsizler, atanamayanlar, Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT’liler), gerçekten suçsuz olduğuna inanan KHK mağdurları, geçinemeyen emekliler, hakları ödenmeden işlerine son verilen emekçiler, kaçırılan ya da kaybolan çocukları veya yakınlarına kavuşamayanlar umutsuzluğun pençesinde kıvranıyor.

***

Toplu ölümler, daha doğrusu intihar vakaları konusunda uzmanlar, basın ve medyanın sorumlu davranması gerektiğini vurguluyor.

Açıklama yapan psikolog, sosyolog ve Adli Tıp Uzmanları, şu ortak görüşü dile getiriyor:

‘İntihar konuşulmaması gereken bir tabu değildir, dikkatli konuşulması gereken bir konudur. Bizler bu olayları okudukça gördük ki toplumun içerisinde uzmanlardan yardım alması gereken insanlar var…Medyada intihar haberlerinin kahramanlık hikâyesi gibi verilmesi çok ciddi sorunlarlar doğurabilir. Toplum içerisinde kahraman olmaya çalışan insanlar, yanlış kararlar alabilirler…Önemli olan haber yaparken özendirmemek, biliçli bir şekilde olayı anlatmak. Olaya ilişkin bütün bulgular değerlendirilip soruşturma dosyasıyla birlikte olgular ele alınmalı. Hemen, ‘siyanür’ bulgusu bulununca bu bir intihardır deyip dosya kapatılmamalı’.

***

Şimdi de ‘siyanür’ün yaşantımızdaki yeri ve etkilerine bir göz atalım…

Siyanür aslında bir bileşiktir...C ve N elementlerinden oluşur. Uzaktan bakıldığında karbonata benzer. Deneyler için genelde toz şeklinde temin edilir. Bir şişenin içerisinde durduğu ve temas etmediği sürece kimseye zararı yoktur. Ama temas ettiği zaman ppm (part per million) milyonda bir seviyesindeki miktarlardan itibaren yaşamı tehdit etmeye başlar. Şöyle bir kötü özelliği vardır siyanürün: Merkezi Sinir sistemini etkiler. Bu nedenle zehirlenmeler çok yüksek oranda ölümle sonuçlanır.’

Peki Altınla Siyanürü bir araya getiren şey nedir?..

‘Altının en büyük özelliklerinden bir tanesi doğada bileşik yapmadan saf hale yakın bulunmasıdır. Filmlerde dere yataklarında ellerinde elekle altın arayanları hatırladınız değil mi? İşte o abiler altının saf olarak dere yataklarında, toprağın içindeki elle tutularak, gözle görülebilen boyutlardaki halini ararlar. Altının büyük parçalı olmayan, ufak tanecikli hali ise, altın yataklarının içerisinde milyonlarca ufak parça halinde geniş arazide toprağın derinlemesine bulunur.

Şöyle düşünün; tonla toprak var ve içinde küçük boyutlar/ağırlıklarda altın cevheri bulunuyor. Bunu tek tek elle bulabilmek imkansıza yakındır. Siyanür burada devreye girer. Ne yazık ki şöyle bir özelliği vardır siyanürün: siyanür, tıpkı kesme şekerin sıcak çayın içerisinde karıştırıldıkça kaybolması gibidir. İçinde altın olan toprağı siyanürlü su ile yıkadığınızda toprağın içindeki altını, katı halden sıvı hale getirir ve çözeltinin içine alır. Siyanürlü o çözelti çok yüksek oranda altın barındırır. Sonra o çözeltiye klor gazı verdiğinizde altın çözeltinin içinde katı halde çöker. Sonra kurutup, külçe haline getirip piyasaya sürülür.’

Buraya kadar olan her şey süper... Esas sorun ise burada başlıyor...

‘Zira, binlerce ton toprağı yıkayacak kadar çok elinizde siyanürlü suyun (çözeltinin) olması gerekir. Bunun için çoooook geniş ve çooook derin bir siyanür havuzunun olması lazım. O nedenle altın madenine yakın bir yerde tıpkı şu an Çanakkalede olduğu gibi doğayı yok edip geniş bir havuz kazmanız gerekir. Madenin ve hacminizin büyüklüğüne göre değişmekle birlikte çapı 200-
250 metre, derinliği 60-70 metredir. (Boğaz köprüsünün denizden 67 metre yüksekte, bir futbol sahasının 105 metre olduğunu da belirtelim). O siyanürlü çözeltinin bulunduğu havuz mutlaka açık havada olmalıdır. Zira bu zehiri yine doğa ana sayesinde bertaraf ederiz. Siyanürlü çözeltiyi güneş ışınlarına maruz bıraktığınızda UV ışınları CN yi parçalar ve görece daha az zararsız hale gelen bir çözeltiniz olur.’

Peki sorun ne mi? Sorun şu:

‘O kazdığınız havuzun altını, o suyun yeraltına sızmaması için branda gibi bir izolasyon malzemesi ile kaplarsınız. O brandada toplu iğnenin ucu kadar dahi sızmanın olmaması gerekir. Hele ki fay hattının üzerinde hiç olmaması gerekir...O siyanür havuzunu yaparken aslında baraj yapıyormuşcasına alt yapı ile yapıyor olmanız gerekir. Bir de aşırı yağış ve sel gibi riskleri de unutmayalım. O baraj taşmamalı… (Allah muhafaza) taşması-yıkılması veya asla fark edilemeyecek boyutta sızıntı ile (her gün sadece
200 litre sızsa) yer altı sularına, bitkilere,hayvanlara ve toprağa karışmasıdır. Siyanür zehirlenmesi direk olmasa dahi, farklı zehirlenme/ rahatsızlıklara sebep olacağı ve ana etkenin siyanür olduğu ancak otopsi v.b durumlarda ortaya çıkması mümkün olacağı için çevredeki insan – doğa hayatındaki farklı sebeplerdenmiş gibi görünen ölümler uzun süre fark edilmeyebilir...’ (Alıntıdır)

***

Yeniden toplu intihar olaylarına dönecek olursak… Bu konuda bir başka bakış açısını ise Gamze Yücesan Özdemir, BirGün Gazetesi’nin Pazar Eki’ndeki yazısında özetle şöyle dile getiriyor:

“ ‘Sabahın köründe kalkıyorsun. Karanlık havada dolmuşa biniyorsun. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüyorsun. Hiçbir şeyin…’, ‘Sana bakan iki güzel kara göze okul harçlığı verememek ne demek, bunu yaşayan bilir ancak…’, ‘Bin türlü derdin, kederin batağındayız. Geçim sıkıntısı bir yandan, tefeciler diğer yandan’ İşçi sınıfının sözleri bunlar. İşçilerin kurduğu dayanışma derneğinde bir araya gelen insanlar, sınıfın üyeleri üzerlerine çöken karanlığı dağıtmak istiyorlar. Belediye işçisi var, evlere temizliği giden, kuaförde çalışan, alyans atölyesinde işçilik yapan var.

Son günlerde emekçi intiharları üzerine parçalı, dağınık, birbiri ile bağlantı kayışları kopuk analizlere tanık oluyoruz. İktisatçılar yoksulluğa, siyaset bilimciler sosyal yardım ve sosyal politikalara, sosyologlar yalnızlığa, psikologlar ise ruhsal çöküntülere öncelik veriyor. Çözümlemelerin ezici çoğunluğu bireyden başlıyor yolculuğuna ve sonra yine bireyle bitiriyor işi.

Emekçilerin yaşamlarına son vermelerini memlekette süren ve derinleşen yıkıcı emek rejimi ile birlikte düşünebiliriz. Emekçileri sarpa saran yıkıcı emek rejimi iktisadi, siyasi ve ideolojik düzeylerin bütünlüğünde inşa ediliyor. İktisadi yapıda yıkıcılık nasıl işliyor? Düşük ücretler, derin bir geleceksizlik, ağır bir borçlanma, ciddi bir işsizlik, yokluk, açlık. Ekonomik kriz vurup geçiyor. Emekçileri değirmendeki buğday taneleri gibi öğütüyor.

Siyasal yapıda yıkıcılık nasıl işliyor? Emek anayasanın, siyasetin, iş hukukunun, sosyal politikaların oluşum süreçlerine dahil olma yeteneğini tümüyle kaybediyor dolayısıyla toplumdan dışlanıyor.

Emekçiler hayatlarını, geçim sıkıntılarını, eğitim, sağlık, konut sorunlarını, insana onuruna aykırı çalışma ve yaşam koşullarını dile getirecek bir siyasete ihtiyaç duyuyor. Yalnız olmadığını, yere düştüğünde kendisini kaldıracak birinin olduğunu, kendisinin de düşen birini kaldırabileceğini deneyimlemek istiyor.

Bu topraklarda her türlü karanlığa karşı umudu var etmiş olan Orhan Kemal’in satırlarında tükenmiş emekçilerin şu sesi yankılanır: “Eee, her şey kötü, eeee her şey bitmiş… Ama kara gün kararıp gitmez değil mi ya?” Kara gün kararıp gitmeyecek. Devrimciler ve emekçiler kendimizi değil bu berbat düzeni yok edeceğiz. Hayata kapıyı kapatmayacağız. Hiçbir yere gitmeyeceğiz. Ve bu hayatı başka bir hayatla değiştireceğiz.’

---

İYİ HAFTALAR

remzidilan_48@hotmail.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.