Korelinin Masasına oturdum.
Hiçbir şey hatırlamıyorum; yemek öncesi miydi, yemek sonrası mıydı, odada babam ve benden başka kimse var mıydı? Dedim ya, hiçbir şey hatırlamıyorum...
Koreli, masasının başında, tıpkı Topal Kemal’in tarif ettiği şekilde bir kartal gibi duruyordu. Feleğin çemberinden geçmiş, gençliğini Bursa’nın eski kulağı kesikleriyle beraber yaşamış, askerliğini Kore’de Güney Korelilerle, Amerikalılarla beraber yapmış; emekli dokuma işçisi, akşamcı, Ecevitçi, Beşiktaş taraftarı.. Arslan babam O benim.. Lakabıyla Koreli…
Ben de yirmi beş yaşındayım. Korelinin bağ bıçkısı gibiyim; birinci sürtüşte kesemedim, ikinci sürtüşte önümde ne olursa olsun kesilmeme şansı yok...
O arada aşığım da.. Ama öyle böyle bir âşık değil; “Sırılsıklam” tarifi falan da biçare kalır beni anlatmakta… Özdemir Asaf diyor ya, "Sen de gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor", o misal işte… O kadar fena yani…
Babamla konuşacağım… Kafadan girdim, kafadan ve “Baba, ben evleneceğim” dedim. O kadar…
Dedim ya; “o anda odada bizden başka kimse var mıydı, yok muydu, yemek yedik mi, yemedik mi, hayatta mıyız yoksa öldük mü” hatırlamıyorum.
Babam, sağ elini yumruk yaparak, başparmağının olduğu kısmı yukarda, küçük parmağının olduğu kısmı aşağı gelecek şekilde masasının üzerine bana doğru uzattı ve “…üne güveniyorsan mesele yok, oğlum” dedi.
Ben de “Benim senden bir beklentim yok baba. Ben kendi göbeğimi kendim keseceğim. Sadece büyüğüm olduğun için gönül rızanı istiyorum.” dedim. Başka bir şey de konuşmadık.
Ben masadan kalktım ve devamı günlerde evlendim de tabii ki..
Aradaki evliliğin tuzu biberi olan inciği boncuğu saymazsak “bizimkisi bir aşk hikâyesi” adlı şarkı gibi başladı ve bir roman gibi devam etti gitti. Başlangıcın üzerinden de yirmi yedi, yirmi sekiz yıl geçti.
İki güzel meyvesi oldu evliliğimizin; yakışıklı bir oğlumuz ve de güzel bir kızımız.
Sanıyorum “Sen çok fazla belgesel izliyorsun galiba” diyenler de olacak ama yemek işi, her daim dişi aslana aittir. Şimdi benim Han’ım (özellikle ayırarak yazdım ki; Türk kültüründe kadın, at biner, kılıç kuşanır, yay gerer, ok atar, avlanır, savaşır ve gerektiğinde ailesine, gerektiğinde obasına Hanlık yapardı) mutfakta yemek yapıyor, ben de kısmen de olsa bizim hikâyemizi yazıyorum.
Hikâyeyi en baştan beri ben kurguladım, ben yazdım ama şunu da yazayım ki; hakkı olanın hakkını teslim etmek lazım. Benim tertemiz hayat defterimize yazdığım asıl hikâyeleri derleyen, toparlayan, ciltletip roman yapan, her daim Han'ım olmuştur.
Olduysa önce O’nun sayesinde, roman gibi bir hayatımız olmuştur. Nazar değmesin. Bugüne geldiysek, yüzümüz gülüyorsa, gülüşümüzde O’nun emeği çoktur.
“Tencere yuvarlanır, kapağını bulur” derler.
O da benim gibi işçi çocuğu. O da benim gibi hayatı boyunca ekmeğinin peşinde yaşamış. Tamamen tesadüf eseri; babamlar, Yenişehir’in Akdere Köyü’nden, Kayınbabamlar, Yenişehir’in Karaköy’ünden…
Nasıl güzel bir yazgıysa… Denk geldi işte…
Hayatta her şeyim çok zor oldu, az oldu… İşim de çok zorluklar yaşattı. Eşim sağ olsun ki; her daim kolaylıklar, güzellikler yaşattı. Beni yeryüzünde ama, sanki cennette yaşattı.
Allah herkese nasip etsin, nazarlardan korusun.
Aşk karşılık bulmazsa adamın kendi mezarını, adamın kendine kazdırır. Karşılık bulursa da işte böyle adamı söyletir, yazdırır.
Bize aşk olsun..
Bizimle beraber herkese de aşk olsun…