Bu millet tarihte var oluşlarından beri bir azamet yüklenmiştir ama asla bir gurur ve kibir elbisesi giymemiştir. Kutadgu Bilig’de şöyle der;
“Gurur faydasızdır, o insanları kendinden soğutur. Alçak gönüllülük ise insanı yükseltir.”
Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşuna rehberlik eden Şeyh Edebali de Osman Gazi’ye nasihatinde şöyle der;
“Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen ama kendini beğenme.”
Kendini beğenmişlik hali “Gurur” dur.
Kendini başkalarından üstün görmek ise “Kibir” halidir.
İnsanın kendinin üstün bir kişi olduğuna inanmasıdır gurur.
Kibir ise üstün kişilik halini başkalarına kabul ettirme arzusudur.
Gurur insanın içinden kabarır gelir.
Kibir ise bu kabaran duyguyu dışarıya yayma isteğidir.
Gururlu insan;
Hiçbir zaman doğru sözü kabul etmez.
Tenkit edilmeye tahammül edemeyerek kavga çıkarmayı tercih eder.
Bu duygularla kibire kapılan insan da;
Diğer insanları hiçe sayar,
Sadece kendisinin olumlu olduğunu düşünür.
Karşısındaki insanlara hep tepeden bakar.
Gurur ve kibrin tarihi, İblis’le başlar.
O, “Adem’e secde et!” emr-i ilâhîsi karşısında büyüklük taslamış,
Neticede bu kibri onu küfre sürüklemiştir.
Allah Teâlâ, İblis’in bu davranışına karşı:
“Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi, yoksa gerçekten yücelmiş olanlardan mısın? dedi.” (Sâd, 75)
Böylece İblis’in ilâhî emri çiğneyip secde etmeyişi Onun büyüklük kuruntusundan kaynaklandığının bir beyanıdır.
Sonra;
Nemrutlar, Firavunlar, Karunlar ve Ebu Cehiller,
Ve daha nice ahmaklarla süreç devam etmiştir.
Nemrut Hazret-i İbrahim –aleyhisselam-’ın “tevhid davası” karşısında kibre kapılarak:
“Ben, İbrahim’in söylediği semaların Rabbine harp îlan ediyorum.” diyecek kadar şaşkınlaştı. Böylece büyüklük taslayıp etrafındakilere böbürlenmek suretiyle, kudret ve azametini değil, bilâkis nasıl bir zavallı olduğunu ortaya koymuş oldu.
Firavun da veziri Hâman’a:
“Bana tuğla pişirip yüksek bir kule yap ki, şu Mûsâ’nın Rabbini araştırayım.” diyecek kadar ahmaklaşmıştır.
Yine, Hz. Musa karşısında yenilen sihirbazların İmana gelmeleri karşısında hiddetlenerek onlara şöyle çıkışır:
“Ben size izin vermeden ona inandınız öyle mi? Anlaşılıyor ki o size sihri öğreten büyüğünüzdür. Ama ahdim olsun ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece hangimizin cezasının daha şiddetli ve kalıcı olduğunu anlayacaksınız!” diyecek kadar haddini aşmıştır.
Ebu Cehil ve emsalleri de aynı yolu izlemişlerdir. Onlar da ;
“…Bu Kur’an, iki şehirden bir büyük adama indirilse olmaz mıydı?” (ez-Zuhruf, 31) diyecek kadar gurur ve kibrin gayyalarına düşmüşlerdi.
Günümüzde de bunları aratmayacak kibir sahiplerinin mevcut olduğunu görürsünüz.
Çağlar akıp geçse de onların genel karakterlerinin hiç değişmediklerini görürsün.
Hep tehditkâr,
Hep yalan,
Ve hep tepeden bakışları onların en büyük özellikleridir.
Bu insanlar için Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kalbinde hardal tanesi kadar îman olan hiç kimse, Cehennem’e girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan hiç kimse de Cennet’e giremez.” (Müslim, Îmân, 148-149)
İşte Yaradan bu insanları hiç sevmiyor;
“Kibirlenip de insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zira Allah; kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.” (Lokmân, 18)
Ve bu insanların yeri de doğrudan cehennemdir.
“Kim rabbine günahkâr haliyle varırsa, bilsin ki cehennem onu beklemektedir; orada ne ölür ne de düzgün yaşar.” ( Taha suresi ayet 74 )
Öyle ki Yaradan kibirlenip Hakka karşı duran bu insanları unutmuş. Onların adını anmalarına bile müsaade etmemiştir.
Muhammed b. el-Mükendir bu hususta şöyle demiştir:
“Firavun üç yüz sene yaşadı. İki yüz yirmi yıl boyunca gözünde çapak bile oluşmamıştır.”
Allah onun ismini anmasına bile müsaade etmemiştir.
Hastalık Allah’a isyan sebebi değil, bilakis Yaradan’a dönüp şükrünü eda etmesinin, sabırlı davranmasının bir nedenidir.
Rabbim gönlümüzü ve fikrimizi gururdan ve de kibirden muhafaza eylesin.