BURSA ARENA / Haber Merkezi
Çift haneli enflasyon, kronikleşme eğilimi gösteren bir ekonomik hastalığın önemli bir belirtisidir. Ama asıl neden, artan talep karşısında arttırılamayan üretimde aranmalıdır.
Çeşitli ihmallerle ve şimdi salgınla daralan sınai ve hizmet üretim kapasitesi ile özen gösterilmeyen tarım sektörünün rolü sorgulanmalıdır. Tasarrufu cezalandıracak kadar düşük bir faiz, paradan kaçışı tetikler. Bu enflasyonu daha da hızlandırır. Ayrıca açıklanan resmi rakamlara duyulan güvenin dibe vurması halinde, ekonomik aktörler gelir ve tasarruflarını korumak için ulusal para dışında seçeneklere kayar. Altın, değerli kâğıt veya gayrimenkul dışında başvurulacak seçenek yabancı bir para birimi ise, en bilindik şekli ile dolarizasyon ulusal paranın dış değeri üzerinde baskı yaratan aracı olur. Yabancı paraya kayan talep tercihi durgunluğu tetikler. Öte yandan kur yükselişleri, enflasyonist gidişi hızlandırırken spekülatif davranışlarla ekonomik istikrarı da sarsar. Ayrıca ihracat olanaklarının da çeşitli nedenlerle sınırlı olduğu dönemlerde, ulusal paranın değer kaybı, dış talebi çekmekte de başarılı olamazsa para aşınır. Ama ihracat artmaz. Buna rağmen fiyat artışları hız kesmezse acil bazı önlemler gerekir.
Anlaşılacağı üzere, yıllık fiyat artışları çift haneli olursa, kısa vadede talebi daraltmak için başvurulan para politikası önlemlerinin başında faiz yükseltmek gelir. Tüketimin tasarruflar lehine azaltılması mümkün olursa, politika başarılı sayılır. Ancak kredi maliyetlerinin yükselmesi nedeniyle, özkaynak kullanmayan veya kullanma alışkanlığını kaybetmiş kesimler hemen şikâyete başlar. Faiz artışlarının en büyük riski ekonomik durgunluğu tetiklemesidir. Ama bir ekonomi başta salgın veya salgından da beter bir felaket olan güven aşınması gibi nedenlerle zaten durgunluğa meyletmişse, faturayı yükselen faizlere veya faiz yükseltme kararı alan para otoritesine çıkarmak doğru değildir. Faiz karşıtı tepkileri yatıştırmak için, enflasyonun kısa, orta ve özellikle uzun dönemli ekonomik maliyetini anlatamayan siyasi iktidarların, uzlaşma sağlama becerisinden kuşku duymak, belki de enflasyonist gidişattan elde ettikleri çıkarı sorgulamak gerekir.
Enflasyon ile Mücadelede Paul Volcker Farkı
1980’li yıllarda, ABD FED Başkanı Paul Volcker, faiz kalkanını kullanarak, ABD’de ikinci petrol krizi nedeni ile şahlanan enflasyonu dizginlemeyi başarmıştı. 1979’da ABD kalem oynatmayla değil, gerçek rakamlarla ifade edilen resmi enflasyon yüzde 13’tü. Şimdi Türkiye’de olduğundan düşük değil mi? 1980 yılında Paul Volcker yönetiminde FED, faizleri yüzde 11’den yüzde 20’ye çıkararak, ABD ekonomisine bir şok tedavi uygulamaya başladı. Önlemin amacı, ekonomik büyümeyi yavaşlatarak, enflasyonu dizginlemekti. Ama zaten o tarihte büyüme enflasyonist bir büyüme olduğu için ‘arz yanlısı politika / supply-side politics’ takviyesinin arkadan gelmesi gerekiyordu. Volcker elektro şoku ile ABD ekonomisi altı ay süre ile yavaş yavaş, daha sonra, yani Temmuz 1981’den itibaren derin bir durgunluğa girdi. Ekonomik daralma tam 18 ay sürdü ve işsizlik Büyük Depresyondan sonraki en yüksek düzeyine ulaştı. Yüzde 10,8 gerçek işsizlik, bugün Türkiye’de ilan edilen resmi işsizliğin yine altındaydı. Yine de işsizlik yüzünden FED, halkın protesto mesajlarına muhatap olmaya başladı. Ama hem Paul Volcker ve ekibi pes etmedi, hem de Başkan Reagan FED kararlarını destekledi. Bizdeki gibi FED Başkanını görevden almadı. Almakla tehdit etmedi. Yani Türkiye’de Ağabal ve seleflerinin başına gelen onun başına gelmedi. Bunun yerine Reagan yönetimi siyasi otorite olarak daha çok üretimi attırıcı önlemlere yoğunlaştı. Volcker yönetiminin yaptığı şok ayarlama ile enflasyonun gemlenmesi, ABD ekonomisinde 2007’ye kadar kesintisiz 20 yıllık istikrarlı bir ekonomik büyüme yaratmıştı.
Merkez Bankalarının Asli Görevi ve Özerkliğin Önemi
Adı ister FED ister TCMB olsun, para otoritelerinin asli görevi makroekonomik istikrarı sağlamak ve korumaktır. Böyle kurumlar kararlarını özerk bir kurumsal irade ile aldığı zaman para politikasının başarı şansı artar. Oysa siyasetin karanlık gölgesi altına girerse sorunların çözümlenmesini beklemek hayalperestlik olur. Faiz artışı denenmiş bir politikadır. Evet, bir acı reçete her kesimin canını biraz yakar. Ama enflasyonun bu yöntemle dizginlenip, işsizliğin azaltılacağı konusunda siyasi iktidarın ikna edilmesi gibi bir sorun yoksa Volcker uygulamasının 1980’li yıllardaki ABD örneğinde olduğu gibi enflasyon da denetim altına alınır, ekonomi de bir iki yıl içinde durgunluktan çıkar. Ama güvenin tesis edilmediği ortamlarda, tüketici tercihleri spekülasyona daha çok yalpalanırsa sorunlar daha da yönetilemez hale gelebilir.
Hele hele kamuoyunda doğan taban tepkisini bertaraf etmek isteyen bir iktidar önce nice merkez bankası başkanının başını yer, sonra kurumu itibarsızlaştırırsa, sorunlar kurumsal boyutları ile kangrenleşir. Türkiye’nin içinde bulunduğu zor dönemde, Volcker’ın şok tedavisini hatırlamak önemliydi. Ağabal’ı görevden almak, Merkez Bankası yönetimini hırpalayıp, itibarsızlaştırmak yerine, üretim ve verimliliğin arttırılma yollarının aranması çok daha iyi olurdu. Kurumların yıpratılması sadece ekonominin değil, aynı zamanda ülkenin çöküşünü hızlandırır.
Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU / Şalom