Sabah sabah evden çıktım, baktım; sokak aynı sokak, hiçbir değişiklik yok. Her yerde çöpler, biraz ileride yeni yapılan inşaatın kaba atıkları, binaların kırık dökük yerleri, karşı apartmanın kapısında 6 aydır alınmamış reklam broşürleri… Çöp kamyonu gıda artıkları dolu poşetin üstünden geçmiş, asfalttan kazımak için usturaya ihtiyaç var… Sokakta in cin top oynuyor… Bir evden çocuk ağlaması, başka bir evden bir kadının çocuklarına bağırtıları geliyor… Bırak sokağı, memleket yangın yeri, yanıyoruz dostlar, yetişin.. Dost da kalmadı ahir zamanda… Ama bizim millet de ahir zamandan çok genelde zamanı ahırda yaşar gibi yaşadı desem, kızar mısınız bana… E kızarsanız kızın gari…
Çocukluğumda hatırlıyorum ki; belli zamanlarda herkes kendi evinin önünü süpürürdü. Rahmetli annemi hatırlıyorum; bütün hayatı çamaşır, bulaşık yıkamak, yemek yapmak, evi temizlemekle geçti. Bütün hayatını bizlere vakfetmişti. Yaşlılığında biraz kendi isteklerini yerine getirmeye kalktığında O'nun bu davranışlarına tahammül edememiştik. Çünkü bütün yaşamı boyunca bize kölelik yapmış, bizler de O'nu köle olarak resmen tanımıştık. Biliyorsunuz biraz fazlaca gerçekçiyimdir. Aman tepki almayayım gibi bir anlayış içinde yalan yazamam, yalan söyleyemem…
Gerçekler can acıtır, taş gibidir. ‘Taş gibidir’ deyince; evden çıktıktan sonra bir iki adım attım ve asfalt üzerinde bir çakıl taşına rastladım. Fiyakalı bir şut çekerek taşı apartmanın kıyısındaki çöplere doğru postaladım.
Garibim kim bilir nerelerden koptu geldi buralara… Bereket anne babası yok… Ne onu dert eden olur, ne de onun dert edeceği birileri… Hiç ayakkabısız kalmamıştır ama bir yandan da ne lastik ayakkabı giyebilmiştir, ne de tokalı naylon ayakkabı… Hiç yamalı pantolon giymemiştir yazık… Ben giydim, yamalıydı ama çok temizdi. Annem çoğu zaman çıkardığımız çamaşırları daha yere düşmeden alır yıkamaya götürürdü… Çamaşır elle yıkanıyor, kille değil ama Arap sabunu ya da kalıp el sabunu ile… Sonra sonra toz deterjanlar çıktı işte…
Neyse taşı anlatıyordum; çaktım tekmeyi, gitti duvar dibine, tozun toprağın arasına yerleşti garibim. Masum masum bakıyor sanki bana… Taş falan değil canlı aslında… Hani şu meşhur çekirdek etrafında dönen nötronların oluşturduğu atomların toplu olarak bir arada durarak bana taş halinde görünme mevzuları… Gerçekten karışık bir mevzuu ama… Taşa takıldım, ne haber lan kerata..?
Taş ne yapsın, yerinde ağır işte… Bir yerlerden koparmışlar getirmişler, bütün arkadaşlarını inşaatta kullanmışlar, bu garibim kalmış tek başına… Bana maskara oldu zavallı… Bir yandan şanslı da kerata… Sekiz yaşımdan beri bu sokaktan işe gidiyorum ben… ‘O Keko’ yatacak akşama kadar gölgede ki; arada güneş de vurur bakarsın. Yalnız çok mahzun… Dedim ya ana yok, baba yok… Ev bark da yok, karı yok, çoluk çocuk yok… Yalnız başına bir hayat… Biter mi..? Bitmiş zaten, dedim ya koparıp getirmişler nereden getirdilerse… Bir nevi gurbetlik onunki de canım…
E bizim gurbette olanlarımızda var, biz bir de onlara özlem duyuyoruz. Taş bu..! Çok sosyal; bazen bakıyorsun beş taş oynayan çocukların arasına katılmış, bazen bakıyorsun sapan atan çocukların meşinine takılmış. Bereket duygusu, düşüncesi yok. Ama bizden akıllı, ne suya ne sabuna dokunmadan hayat yaşıyor baksana… Üniversitede çocuk okutmanın ne olduğunu bilmez mesela… Liseye giden çocuğuna her gün okul harçlığı vermek gerektiğini… Üniformasını, ayakkabısını, çantasını, servisini, yemeğini, kağıdını, kalemini… Saydıkça sayarsın… Ahh… Ahh… Taş kalpli seni, kime anlatıyorum bunları ben…
Kim bilir nerelerden koparılmış gelmiş bir taş parçasına…
Benim ki de iş yani…
Akşama tencere kaynaması lazım, beni çok lafa tuttu bu taş… Tabi taşın öyle bir derdi yok… Akşama karşılaşır mıyız bilemem. Bakarsın gelir bir tekmede başkası vurur, garibim, kim bilir kendini nerede bulur..?
‘Nereden çıktı bu taş işi..?’ diyeceksiniz gibi geldi bana…
Vallahi Ahmet Koçak Abim; ‘kimisi sıradan bir taşı sayfalarca yazar’ dedi, ben de bana dedi sandım, yazdım… Ahmet Koçak Abim; yazıma vesile oldu; emekli öğretmen, bilgi ve duygu birikimi, hayat tecrübesi, yaşama ve yaşatma enerjisi olan bir insan kendisi… Her yer taş… Bu zamanda insana rastlamak zor. İşte bu zamanda rastladığımız insanlardan biri Ahmet Koçak Öğretmenimiz, Abimiz… Burada anmışken onu; sağ olsun, var olsun, ailesi ile birlikte güzel bir hayatı olsun dilerim.
Yazımın başında taşı anlatırken biraz süsleme yapmam gerekti.
Biraz da ‘anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az’ hesabı dokundurmam da gerekiyor ama...
Ben de aldım sazı elime…
Yukarılarda bayağı bir süsledim…
Şimdi davul da sıra…
Yazımın sonunda da bu işin dokundurması olsun…
Taş yerinde ağırdır; onun için kimse şeyini kımıldatmasın…
Çünkü böyle giderse büyük ihtimal başımıza taş yağacak…
Bazı tek taşların kimsesiz, bazı tek taşların, hem de pahalı tek taşların vergisiz, içilen suyun vergili olduğu bir ülkede de bu kehanetim gerçekleşebilir gibi geldi bana…
Yağabilir mi sizce..?