Yalancılar mahallesinde yatanlar, beş Haziran da olmalarına rağmen bizim yaptıklarımızı yapamadıkları için bayramı yaşayamıyorlar çünkü ölüler! İşte manaya ölü olanlar da yine aynı beş Haziran’ın içindeler ama dünyaya diri manaya ölü oldukları için bayramın mana yönünü yaşayamazlar. Bayramın mana yönünü yaşayabilmek için, insan diye zikredilen ama henüz insanlığına erememiş, müşriklik boyutunda, mahlûkçasına yaşam sürdüren kişinin, kendi müşrikliğinden arınıp tevhide erebilmesi lazım. Yani ruhlanması lazım.
Kâmil bir insan, “Bir yeryüzü Kâbe’si vardır, bir gökyüzü Kâbe’si vardır. Yeryüzü ehli yeryüzü Kâbe’sini tavaf eder, gökyüzü ehli gökyüzü Kâbe’sini tavaf eder” demiştir. İşte bayramın da bir madde yünü vardır onu yeryüzü ehli yaşar, gezer dolaşır, ziyaretlerde bulunur, tatile gider, yer içer alışveriş yapar, AVM’leri doldurur, sinemaları doldurur, mesela ünlü bir mekânda kahve içen, bayramı daha kaliteli yaşıyordur. Ama bir de bayramın mana boyutu vardır, o mana boyutunu da gökyüzü Kâbe’sini tavaf eden gök ehli yaşar. İşte o bayram nedir ve o nasıl yaşanır? Bakmamız, anlamamız gerekiyor. O, bizim üzerimize düşen sorumluluğunu ve mesuliyetini taşıdığımız boyuttur. Rahman suresinin 26 ve 27. Ayetleri,
Her şey fanidir ancak Allah’ın Zatı bakidir.
diyor. Neden “Her şey fanidir ancak Allah bakidir” demiyor da orada Zatı ibaresine vurgu yaparak “Ancak Allah’ın Zatı bakidir” diyor? Şimdi Cenab-ı Allah ancak Kendi Zatının baki oluşunu zikrederek, Kendisinin dışındaki yaratılmışlık olarak zikrettiğimiz tümlüğün ne olduğuna işaret ediyor. Eğer Allah bakidir demiş olsaydı Allah’ın dışındaki her şeye zatlık anlamı yüklemiş olurdu. Orada Zatını zikrederek Kendi Zatı dışındaki her şeyin Kendisinin sıfatıyla tecelli edişi olduğuna işaret ediyor. Allah, yaratılmışlığa Kendi Zatının baki olduğunu söyleyerek yaratılmışlığın Zatından zahire çıkmış sıfatları olduğuna vurgu yapıyor. Zatından zahire çıkmış yani Zatındaki bulunuş halinin nesi var? Başlangıcı var, varlığının tabiliği var dolayısıyla varlığının tabiliği ve başlangıcı olanın da sonu olur. Allah, “Zatı baki” derken, bizim yaratılmışlık diye zikrettiğimiz Kendi tecellisinin Zatının sıfatlarına tenezzül ve tecelli ederek sıfatlarıyla zahire gelişi olduğuna dikkat çekiyor. Her şey tabiri, sıfatlar ve fiiller anlamını içeriyor. Yani, “Sıfatlar ve fiiller gelip geçicidir baki olan, daimî olan Zatıdır” diyor ayet bize. Dünyada, fiilin de bir ömrü var, sıfatın da bir ömrü var, vücudun da bir ömrü var. Ancak Zatın bir ömrü yoktur. Evveli ve sonu olmayan, baki olan Allah’ın Zatıdır. İşte bir ömür tayin edilmiş olan yaratılmışlığın, yaşam dediğimiz o ömür sürecini nasıl tamamladığı, o yaşamı nasıl yaşadığı önem kazanıyor. Nuh As’a kadar insan ömrünün bin yıl olduğu biliniyor. Kur’an’da Cenab-ı Allah, Nuh As için Ankebut suresi 14. Ayeti kerimede,
And olsun, Biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik, o da içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene geçirmişti. Sonunda onlar inkâr ve zulümlerine devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıvermişti.
buyurarak, bin yıl yaşadı diyor. Hatta şöyle bir hikâye anlatılır. Nuh As’dan önce kadının birisi çok üzgünmüş, ağlıyormuş. Bir tanıdığı gelmiş, “Neden ağlıyorsun” diye sorunca, “Evladımı kaybettim daha çok gençti” demiş. “Kaç yaşındaydı?” diye sorulunca, “Üç yüz elli yaşında” olduğunu söylemiş. “Bunun için ağlanılır mı? Ahir zamanda ümmetin ömrü seksen yıl olacak” deyince, ağlayan kadın inanamamış, “Seksen yıl için çadırımın ipini bağlamam” demiş.
.....
Yazının devamı için tıklayınız
.....