Allah katındaki zenginlik ancak imanî değerlerle güzelleşmektir.
Hak katında zengin olabilmek için terk etmeli dünya denilen, Allah ile arasına girenleri. Niyazi Sulatanın derdi ne? O iman ziynetiyle ziynetlenmek yani er olmayı dert edinmiş, er olmak istiyor. Derman aradım derdime yani er olmayı istiyorum, o erliğe ulaşmaya bir yol arıyorum diyor. Peki, derdi neden dermana dönüşüyor? O derdi olmasaydı, o erliğe ulaşmayı talep etmeseydi, erliği oluşturmak için yollara düşmeseydi, âlimlikte, zahitlikte kalsaydı,
“Aşkın kime yâr olur dâ'im işi zâr olur Dinmez gözünün yaşı yanar içi nâr olur
Sevdâ-yı zülfün kimin takılsa gerdânına Mansûr gibi âkıbet yolunda ber-dâr olur
Leylâ-yı aşkın senin her kimi Mecnûn eder Firkat oduna yanıp her gece bidâr olur
Varlık cibâlin kesip dost iline yol eder Ferhâdlayın gözünün yaşları pınar olur
İbrâhim-i Edhem'i dervîş eden aşk durur Derdine düşen şahın tahtı târumar olur
Ben de ârı terk edip girdim bu dervişliğe Her kim senin aşkına düştüyse bi-âr olur
Ey dilber-i rûhânî al koma iş bu cânı Sevdâna düşeliden dünyâ bana dâr olur
Terk et Niyâzî seni bul anda ol sultânı Her kim cânından geçer ol vâsıl-ı yâr olur”
dediği gibi aşkı yar edinmeyip zahitlikte kalsaydı, erliğe ulaşamazdı. İspatı olan ikrar derdindeydi Niyazi Sultan. Evet, Niyazi Sultan âlimdi, sözünün üstüne söz söyleyebilecek kimse yoktu. Fıkıhta, tefsirde, mantık ilimlerinde önde gelenlerden birisiydi. Tarikatlarda bulundu, vazifeliydi, şeriatın ulemasıydı, camilerde vazifeliydi, kayıtlı imana tâbî olan ve önemseyen birisiydi. Şimdiki münafıklar gibi çıkar ve menfaati için bulunmuyordu camide. Allah’a olan imanından, samimiyetinden, haram ve helalleri gözeterek yaşıyordu. Yani, Allah cennet ve cehennemi kaldırsa bile camide o namazı kılıp, ramazan ayında o orucu tutacak olanlardan birisiydi. Çıkarsız, menfaatsiz, beklentisiz seviyordu Niyazi Sultan. O nedenle, “Evvelden yar idim züht ü takvaya” diyor. Ama yar olma özelliğini aşka yöneltince devamında, “Bunlar benden aşkınla hep uzaklaştı gitti” diyor.
Niyazi Sultan’ın derdi, züht ve takvaya yar iken, âlim iken, hoca iken, zahit iken ve bunları samimiyetle yapıyor iken ispatı olan ikrara ulaşmakmış. İkrar verme derdiyle, ispatı olan, Hakk katında geçerli olan ikrarı verecek olma yollarında ve arayışındaydı. Dergâh dergâh, tekke tekke, tarikat tarikat geziyordu. Girmediği medrese, girmediği dergâh kalmadı. Arıyordu hep! İşte, ispatı olan Allah’ın kabul ettiği, istediği o ikrarı verme arzusu ve ona ulaşma gayreti ve arayışı, en sonunda Hakk katında geçerli olan ikrarı verecek olduğu kapıya götürdü. O nedenle, “Derdim bana derman imiş” diyor. Niyazi Sultan kalmadı bulunduğu yerde, medrese bitirmekle, âlim olmakla, hoca olmakla, şeyh olmakla işi bitti sanmadı. “Er olmak bunlar değil, er olmak erkek olmak falan değil” dedi. Niyazi Sultan, kavramların Allah’la tevhit edilince ancak Allah’ın tanımladığı şekliyle doğru olduğunu, Hak olduğunu keşfetti. O nedenle diyor, “Derman arardım derdime derdim bana derman imiş” devamında ne diyor, “Bürhan arardım aslıma aslım bana bürhan imiş” Bürhan sormak nedir? Bunu erlik üzerinden tanımlamaya çalışalım. “Aslım dediğim erlik, erliğin ne olduğunu arıyordum” diyor. “Meğer o er olma özelliğini, o nimeti yaradılışımda Rabbim vermiş bana. Yapmam gereken olmayan bir şeyi oldurmaya çalışmak değilmiş, var olanı kendimde açığa çıkartmakmış, kendimde bulmak, er olmakmış yapmam gereken şey” diyor. Devamında, “Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü, ben taşrada arar idim ol can içinde can imiş” diyor.
Devam edecek.