Mavi Vatan’ın isim babası emekli tümamiral Cem Gürdeniz’dir… 2006 yılında Gürdeniz’in dile getirdiği bu isim, ‘103 geminin katılımıyla, anavatanı çevreleyen üç denizde gerçekleştirilen’ tatbikatta da kullanıldı. Başarıyla tamamlanan bu harekatın adı ‘Mavi Vatan 2019 Tatbikatı’ idi.
Peki neresidir bu Mavi Vatan? Emekli tümamiral Cem Gürdeniz anlatıyor:
“Mavi Vatan, canlı ve cansız kaynakları ile çevrelendiğimiz Karadeniz, Akdeniz, Ege ve Marmara Denizindeki deniz yetki alanlarımızı (iç sular, karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge) kapsayan vatanın adıdır. Bu vatanın sathı, su kütlesi, dibi ve dibinin altındaki kara kütlesi bizimdir. Mavi Vatanın büyüklüğü kara ülkemizin yarısından daha büyük, kabaca 426 bin kilometre kare bir alana eşittir. Sadece Karadeniz’deki sınırları uluslararası anlaşmalarla tespit edilmiştir. Ege ve Akdeniz’de sınırları tespit edilmemiştir. Kavga da burada çıkmaktadır. Normal koşullarda Türkiye’nin hak ettiği sınırlar Ege’de 25 derece doğu boylamına kadar uzanmaktadır. Bu da en geniş yerde yani güneyde kıyıdan itibaren kabaca 100 mile kadar uzanmaktadır. Akdeniz de ise alan çok daha geniştir. Kemer burnundan 150 mil civarında güneye kadar uzanan 33 derece 40 dakika enleminden geçen hatta kadar uzamaktadır. Doğu Akdeniz’de arkasına AB ve ABD desteğini alan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile Yunanistan bu alanının neredeyse dörtte üçünü gasp etmeye cüret etmektedir. İkinci Sevr denemesi dediğimiz kriz de bu noktada çıkmaktadır. Türkiye böyle bir sonuca asla izin vermemektedir.”
Odatv’den Nurzen Amuran’a konuşan Cem Gürdeniz, ‘İkinci Sevr denemesi’ dediği Doğu Akdeniz’deki kriz ile denizlerdeki haklarımıza yönelik saldırı ve ihlalleri bertaraf etmenin yollarını da gösteriyor:
“Türkiye aleyhinde bugün için Doğu Akdeniz’de Filistin dahil yedi ayrı blok oluşmuştur. Türkiye bu bloklara karşı her şeye rağmen Suriye ve Mısır ile yeniden dizayn edilecek ilişkilerle bir denge kurabilir, ancak Yunanistan, GKRY, İsrail, AB ve ABD ile bu son derece zordur. Zira hegemonya Türkiye’ye kendi çıkarlarına göre sözde bir alan biçmiştir ve buna uymasını empoze etmektedir. Bu nedenle yeni döneme ben ikinci Sevr dönemi diyorum. Bu dönem sadece Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan sınırlarımızı ilgilendirmiyor; denize çıkışı olan sözde bir Kürdistan ile Kıbrıs Adasındaki Garantörlük haklarımızın ortadan kaldırılarak kolordumuzun geri çekilmesini de bu süreçten ayıramayız. Bu dönemin Birinci Sevr’den farklı bir dönem olduğunu da vurgulamam gerekir. Zira koşullar tamamen değişmiştir ve Türkiye çok güçlüdür. Bu koşullara asla zorlanamaz.
Türkiye acilen Suriye ile ilişkilerini yeniden düzenlemeli ve Esed-Esad çelişkisine derhal son vermelidir. Koşullar, Suriye ile ilişkilerin normalizasyonunu gerekli kılmaktadır. Aynı durum Mısır için de geçerlidir. Mısır zaten GKRY tarafından ciddi bir şekilde deniz sınırlandırması anlaşmasında kandırılmıştır. Mısır bunun farkındadır. Ancak Türkiye ile İhvan politikası üzerinden yaratılan çelişkiler ve rekabet ortamı Mısır-Türkiye ilişkilerinin bırakalım geliştirilmesini tekrar başlatılmasını engellemektedir. Mursi’nin vefatı aslında Türkiye önünde yeni fırsatlar sunmuştur. Bunu değerlendirme zamanı çoktan gelmiştir. Diğer yandan, Libya ile BM’nin tanıdığı Milli Mutabakat Hükümeti üzerinden ilişki kurulması ve söz konusu hükümetin desteklenmesi halen yürüyen bir süreçtir. Bu mücadeleye iç kamuoyunun desteği sağlanmalıdır. Zira Libya ile yapılacak bir sınırlandırma anlaşması Türkiye’nin Doğu Akdeniz deniz yetki alanı sınırlandırmasında devrimsel etki yaratacaktır. Bu desteğin ihvancı siyasetin bir uzantısı olarak değil, deniz jeopolitiğinin bir gereksinimi olarak öne çıktığı kamuoyuna anlatılmalıdır.
Türkiye’nin acilen Deniz Yetki Alanları Kanunu’nu çıkarması ve buna paralel olarak Doğu Akdeniz’de MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) sınırlarını, Libya’yı dikkate alarak ilan etmesi gerekir. Bu sınırları ilan etmenin uluslararası hukuk ile uyumlu olması şartını araması kanaatimce çok da gerekli değildir. Eğer karşınızdaki haydut Güney Kıbrıs devleti 1500 km kıyısı olan Anadolu’yu dikkate bile almadan Türkiye’ye karşı tek taraflı MEB ilan ediyorsa neyi tartışıyoruz. Diğer taraftan 9 kilometre kıyı şeridine sahip olan Meis adası nedeni ile Yunanistan, bu adanın sözde yetki alanına dayanarak Barbaros sismik araştırma gemimizi ikaza yelteniyorsa MEB ilanı zamanı çoktan gelmiş ve geçiyordur. Eğer Akdeniz’de Türkiye’nin MEB ilanı Ege’de Yunan MEB ilanını tetikler endişemiz varsa, Kardak benzeri 152 ada, adacık ve kayalık sorunu çözülmeden Ege’de değil MEB ilanı, kıta sahanlığı ve deniz sınırlarının tespiti sorunu bile çözülemez.”
***
‘Mavi Vatan’ı tüm bu söylenenleri uygulayarak güvence altına alabileceğimizi öğrendik ya Yeşil Vatan?
Kaz Dağları’nda Kanadalı bir şirket altın arıyor. Şirketin yerli taşeronu Doğu Biga Madencilik eliyle Kirazlı’nın yaklaşık 200 bin ağacı kesildi. Çevreyi korumakla görevli Bakanlık, tepkiler yükselince hemen savunmaya geçti, “Sadece 13 bin 400 ağaç kesildi. Zaten orası da Kaz Dağı değil” diye açıklama yaptı. Oysa, kuşbakışı çekilen fotoğrafların korkunç görüntüsü bütün bu yalanlara karşı gerçeği ortaya koyuyordu…Kaz Dağları’nda altın madenciliğinin nasıl bir felakete yol açacağı artık iyice görülmeye başlandı. İçme suları çamur gibi akan Lapseki Şahinli köyünden sonra, Çanakkale’nin içme suyunu sağlayan Atikhisar Barajı’na komşu Kirazlı’daki orman katliamı işin hiç şakasının olmadığını herkese gösterdi.
Bu saydıklarım, Türkiye’nin yeşilini, gölünü, suyunu yok eden işlemlerden sadece birkaçı…
Yeşil Vatan’a kasteden uygulamalar bununla da bitmiyor. Mardin’in en güzel üzüm bağları ve zeytinlikleri yanıyor. Şirince’de mermer ocakları için ağaç katliamı başlamak üzere. Aydın’daki jeotermal santrallar incirleri, zeytinlikleri, çocukları, kadınları, erkekleri, yaşlıları hasta ediyor. Munzur’un en verimli su kaynakları yok edilmek üzere. Dünyada sadece iki tane benzer göl olan Salda Gölü ölümün eşiğinde. Karadeniz’de uyduruk HES’ler dereleri kuruttu. Karadeniz’i boydan boya kuşatan sahil yolu yöre halkı ile denizin ilişkisini kopardı. Yaylalar ise artık Arap zenginlerinin mülkiyetinde. Dalaman yangınında binlerce ağaç, dünyanın en güzel kuşları, böcekleri öldü. Iğdır diye bir ova vardı, o artık İsraillilerin. Dünyada ilk sulu tarım yapılan Suruç Ovası susuzluktan artık ölü bir ova.
***
İncir ağacının öyküsü ile yaşadığımız çevreye ve hayata katkısına gelince;
Köy yerinde ikindi vakti. Çıt yok. Herkes susmuş, sessizlik konuşuyor. Zaman durdu sanki. Birden bir damlama sesi. “Şıp…Şıp!.” Alt mahalledeki çeşmenin musluğu bu. Tamir edilmeli. O arada yan arsaya bir karga kondu. Tedirgin ama ürkek değil. “Gakk!” Biraz etrafı kolaçan etti. Sağa sola baktı, yere pisledi. Sonra kanatlandı, gitti.
Gece bir domuz girdi o arsaya. Karganın pislediği yeri eşeledi. Domuz eşeledikçe toprağın üstündekiler alta indi. Aylar sonra bir fidan bitti orada. Karganın pislediği yerde. Yavaş yavaş büyüdü. Dal oldu, yaprak oldu. Ve bir ağaç oldu…İncir ağacı…Önce karıncalar sardı ağacı. Sonra sinekler, sonra börtü böcekler. En son da kuşlar…Böcekler ağacın filizlerini, meyvelerini yedi, kuşlar böcekleri. Alakargalar da incirleri. Hayvanlar alemi o ağacın çevresinde bir dünya kurmuşlardı kendilerine. Karganın pisliğiyle harcı karılan, domuzun eşelemesiyle temeli atılan bir dünya.
O yan arsada yaşam böyle süre giderken, bir insan çıktı ortaya… Arsayı satın almış… Önce duvarlarla çevirdi dört tarafını. Üstünü tel örgülerle sardı. Böylece domuzlar gelmez oldu. Sonra börtü böcekten şikayet etti. Etrafı zehire boğdu. Karıncalar, sinekler, böcekler bir bir öldü. Ardından onları yiyen kuşlar. Sadece bir ağaç kaldı ayakta. Hayvan mezarlığında bir incir ağacı. Tek başına. En son onu da kesti adam. Oradaki hayatı bitirdi. Bir çuval inciri b.. etti!” (Alıntıdır)
***
İncir Ağacının yukarıda sayılanlardan başka önemli bir özelliği daha var. Onu da Bülent Naci Öztürk’ten dinleyelim:
“Zeytin ile incir ağacı bağlantısını eğer bilimsel olarak mercek altına alırsak; zeytin ağacı ile incir ağacı doğaya ters çalışır. Bütün bitkiler gündüz oksijen verirken, zeytin ve incir ağaçları karbondioksit salınımı yapar. Gece ise diğer ağaçlar karbondioksit verirken, zeytin ve incir ağaçları ise oksijen vermeye başlar. İncir ağacı yapraklarını döker ama zeytin ağacı hiçbir zaman yapraklarını dökmez. Zeytin ağacı devamlı bir oksijen salgılamaktadır. Bu durum İtalya ile Edremit Körfezinde kendisini daha net gösterir. Zeytin ağacı geceleri oksijen verirken, bir yandan da sabaha kadar atmosfere iyot saçan denizimiz ve Kaz dağlarından gelen temiz hava ile karışan bir havamız bulunmaktadır. Tan yeri ağarırken, deniz kıyısından gözlendiğinde, bu durum bir bulut ve sis halinde göze çarpar.
Zeytin ağacı ile incir ağaçları aynı dönemde meyve verir. Bu dönem zeytin sineğinin üremeye başladığı zamanlardır. Zeytin sineğinin, zeytin ağaçları ve zeytin meyvesine zarar vereceği dönemlerde, iyice olgunlaşan incir ağaçlarının meyveleri bal dökmeye başlar. İncirin balı, zeytin sineğine cazip gelir ve zeytin yerine incir meyvesini tercih eder. Zeytinliklerdeki incir ağaçları tıpkı bir paratoner gibi zeytin sineklerini üzerine çeker. İncir balını yiyen zeytin sinekleri bir süre sonra zehirlenerek ölür. Mübadele öncesinde Ege kıyılarında yaşayan Rumların her zeytin tarlasına 3-4 adet incir ağacı dikmiş olmasının sebebi de budur. Oysa bizim özellikle yeni nesil zeytin üreticilerimizin bir çoğu bu gerçeği bilmedikleri için, zeytin bahçelerindeki yüzlerce incir ağacını sinek topluyor diye kesmişler ve odun yapmışlardır. Bunun sonucunda da bugün zeytin sineği başta olmak üzere zeytin zararlısı uçkunlar çoğalmıştır..”
İYİ HAFTALAR
İYİ BAYRAMLAR
remzidilan_48@hotmil.com