Sonuç olarak, ABD’nin yeni nükleer doktriniyle SSCB’nin dağılmasıyla oluşan tek kutuplu dünya düzeninin sonunun geldiğini kabul etmiş gözüküyor. ABD askeri ve ekonomik alanda etkinliğini kaybettiğini, buna karşın Rusya ve Çin’in başını çektiği Avrasya ülkelerinin de gücünü kabul etmiş olmaktadır. ABD’nin nükleer doktrinini değiştirmesine neden olan etkenleri şu şekilde sıralayabiliriz:

ABD’nin Rusya ve Çin karşısında ekonomik ve buna bağlı askeri gücünün zayıflaması, başka bir ifadeyle Rusya ve özellikle Çin’in ekonomik ve askeri açıdan gelişmesine karşı aynı ölçüde cevap verememesi,

Gürcistan, Kırım, Ukrayna krizlerinden Rusya’nın güçlenerek çıkması ve ABD’nin çeşitli ekonomik ve askeri ablukalarına karşı Rusya’nın karşı tedbirler alarak etkisiz kılması,

Çin’i Sincar ve Tayland üzerinden kıskaca alma politikasının başarısız olması,

Arka bahçesi olarak gördüğü Güney Amerika ülkelerinde ABD karşıtı hükümetler ve politikaların güçlenmesi,

Afganistan, Irak ve en son Suriye’nin ABD tarafından işgal edilmesinin beklenen sonuca ulaşmaması, hatta ABD’nin buralarda yenilgiyi kısmen kabullenmesi,

Rusya ve Çin’in özellikle Avrasya ülkeleri ile ilişkilerinin gelişmesi sonucu ABD çıkarlarının darbe yemesi,

Şanghay İşbirliği Örgütü ve Bir Kuşak Bir Yol Projesi gibi, bölgesel ekonomik ve askeri ittifak ve işbirliklerinin ABD çıkarlarını sınırlama,

Rusya ve Çin’in bölge ülkeleri ile beraber hareket etmesi sonucu, etkilerini hem askeri hem ekonomik anlamda artırmaları ve ABD’nin gittikçe müttefikleri tarafından bile eskiden olduğu gibi her konuda koşulsuz desteklenmemesi ve bunun sonucunda yalnızlaşması,

ABD aslında, bu doktrin değişikliği ve Çin başta olmak üzere koyduğu ekonomik kısıtlamalarla son kozlarını oynamaktadır. Doktrin değişikliğine gerekçe olarak ileri sürdüğü Rusya ve Çin’in nükleer kapasitesine karşı koyma, Kuzey Kore ve İran gibi ülkelerin nükleer girişimlerini durdurma, yeniden nükleer denge kurarak müttefikleri ve kendi çıkarlarını koruma gibi bahaneler gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü halen en büyük nükleer güçlerden birisi ABD’dir. 15000 nükleer silahın yaklaşık yarısı (6800) ABD’ye aittir. Bir kısmı da müttefiklerinin topraklarında konuşlandırılmış durumdadır ki, İncirlik/Türkiye’de de 50 adet olduğu bilinmektedir.

Nükleer doktrinini değiştirmekle almış olduğu karar, hem taahhütlerine uymadığını ve uymayacağını göstermekte hem de nükleer harptehlikesini artırmaktadır. Çünkü mevcut nükleer silahların gücünden dolayı vereceği büyük hasar nedeniyle kullanılmadığı ve bir şekilde yıllardır nükleer güçler arasında denge sağlandığı kabul edilmekteydi. Ancak taktik nükleer silahların sayısının artırılması, değişik platformlarda kullanımına imkân sağlanması ve daha çok coğrafyaya yayılması, kullanım olasılığını daha çok artıracak ve dünyayı nükleer harbe sürükleyebilecektir. Hatta sadece nükleer silah kullanımına karşı değil, bir konvansiyonel savaşta bile seçenek oluşturacaktır. Bu durum da, nükleer silahların daha çok yayılmasına ve birçok ülkenin bu silaha sahip olması için girişimde bulunmasına sebep olacaktır.

ÇİN PASİFİKTE TEHDİT OLUŞTURUYOR

Çin, Pasifik’e hakim olan ABD’nin karşısında önemli tehdit olarak görülüyor. Pentagon gelecekte Çin ile savaşabileceğini düşünüyor. O yüzden daha düşük nükleer füzeleri kullanacağı böyle savaşta rakipleri olan ülke Çin de aynı şekilde mi füzelerini kullanacak. O noktada Çin’in vereceği karar önemli olacaktır. Gerektiğinde kıtalararası füzelerini kullanabilir. Nükleer Füzeler insanlığın başında “Demokles’in Kılıcı” gibi durmaktadır. Azaltılması çok önemli bir projedir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.