Abdülhamid siyasetinde sonsuz dost ya da sonsuz düşman diye bir kavram yoktu. Müzmin bir Abdülhamid muhalifi diyeceğimiz birçok isim zaman zaman Abdülhamid ile yakın ilişkiler kurarak önemli devlet görevlerinde bulundu. Namık Kemal de bunlardan biriydi
Sultan Abdülhamid, 33 yıllık iktidarından sonra tahttan indirilmişti; ama darbeyi gerçekleştirenler buruk bir sevinç yaşıyorlardı.
Yıldız Sarayı basılmış burada bulunan pek çok değerli eşya tahrip ve yağma edilirken yüzlerce sandık jurnal ele geçirilmişti.
Bu durum sonrası Meclis ve medya ikiye bölünmüştü. Bir kesim, ele geçirilen jurnallerin bir an önce kamuoyu ile paylaşılıp jurnalcilerin teşhir edilmesini isterken bir kesim ise bu jurnallerin ihtilal sonrası ortaya çıkan birlik havasına zarar vereceği gerekçesiyle yok edilmesini talep ediyordu.
Sultan II. Abdülhamid / Fotoğraf: Wikipedia
Jurnallerin bir an evvel yayımlanmasını isteyen grup, 31 Mart Vakası'nı bastırarak İstanbul yönetimine el koyan Mahmut Şevket Paşa'nın huzuruna çıktı.
Vekiller ve aydınlardan oluşan bu grup ele geçirilen jurnallerin bir an önce kamuoyu ile paylaşılmasını talep etti.
Yapılan incelemeler sonrası ortaya çıkan korkunç manzarayı gören Şevket Paşa, ziyaretine gelenlere durumun vahametini anlatmak için şu ifadeleri kullanır:
Ne bilirsiniz benim de jurnalimin çıkmayacağını!
Mithat Sertoğlu'nun, önemli tarihçilerimizden İsmail Hakkı Uzunçarşılı'dan naklettiği bir olay ise şöyledir.
Uzunçarşılı ele geçirilen jurnallerin tasnif edilmesi için kurulan ekipte vazifelendirilir; ancak Uzunçarşılı işini yarıda bırakır bu göreve devam etmez. Kendisine sebebi sorulduğunda şöyle cevap verir;
Evet, vazgeçtim. Çünkü çok hürmet ettiğim filanca zatın da jurnaline rastladıktan sonra, bunları tetkike biraz daha devam edersem, bu memlekette selam vereceğim adam bulamayacağımdan korktum.
Bu olay ibret vericidir, çünkü daha sonra jurnallerin tasnif edilmesi için kurulan ekiplerin hepsi birbiri ardınca dağılmış, kimse jurnallerin içeriğinde yazanların tarihi sorumluluğunu almak istemeyerek görevden feragat etmiştir.
Her şeyin tıkanma noktasına geldiği bir zamanda Enver Paşa ve fedaileri Sultanahmet Meydanı'nda bulunan hükümet binasını basıp harbiye nazırını öldürdü ve sadrazamı istifaya zorladı.
Bu vaka jurnaller için de dönüm noktası olmuştu. İttihat ve Terakki mensupları iktidarı tamamen ele geçirdikten sonra jurnaller meselesine de el atmıştı.
Harbiye Nazırlığı bahçesine toplanan binlerce jurnal üst üste yığıldıktan sonra ateşe verildi.
Yavaş yavaş yanarak kül olan bu jurnaller ortadan kalkmasına rağmen tartışması hiçbir zaman bitmemiştir.
Hafiye Teşkilatı / Fotoğraf: Wikipedia
Abdülhamid'in Hafiye Teşkilatı'nı kurması
Sultan İkinci Abdülhamid, tahta çıkması beklenmeyen bir şehzadeydi. Bu yüzden diğer şehzadelere göre nispeten özgür yetiştirilmişti.
Başta Mısır olmak üzere birçok yurtdışı seyahati gerçekleştirmişti. Ticaretle uğraşmış borsada hayli para kazanmıştı. Kaderin cilvesi Sultan Hamid'e tahtın yollarını açmıştı.
Tahta çıkışı ise kendisi için tam bir travma olmuştu. Amcası Sultan Abdülaziz hal edildikten sonra şüpheli bir biçimde ölmüş, büyük ağabeyi Sultan Beşinci Murad tahta çıktıktan kısa bir süre sonra ruh sağlığını tamamen kaybetmiş ve tahttan indirilmişti.
Daha da kötüsü Sultan Hamid, Mithat Paşa'nın kontrolünde olan hükümette 93 Harbi'ne şahit olmuş, devlet adamlarının yanlış kararlarının nasıl büyük felaketlere sebep olduğunu görmüştür.
Lakin onu büyük bir şüphe sarmalına sürükleyecek vaka ise Ali Suavi'nin gerçekleştirdiği Çırağan Baskını'dır.
Çırağan Baskını / Fotoğraf: Wikipedia
Cübbesi ve sarığıyla aykırı fikirleri ile tanınan Galatasaray Lisesi eski müdürü Ali Suavi 93 Harbi sonrası İstanbul'da mülteci durumuna düşmüş Müslüman ahaliyi yanına alarak Çırağan Saray'ını basmış ve burada gözetim altında bulunan Sultan Beşinci Murat'ı tahta çıkarmaya teşebbüs etmişti.
Ali Suavi, Yedi Sekiz Hasan Paşa'nın kafasına vurduğu bir sopa darbesiyle ölmesi darbe teşebbüsünün akamete uğratmıştı.
Bu hadise sonrası Sultan Abdülhamid sonunun amcası Abdülaziz gibi olacağından endişe ederek yanlış kararlar almıştı.
Sultan Abdülhamid olası bir darbe girişimini engellemek, kendisi ve ailesini koruması için İngiliz Büyükelçisi aracılığıyla Birleşik Krallık'tan yardım talep etmişti.
Bu talep Osmanlı'ya pahalıya mal olmuştur. İngiliz zırhlıları İstanbul Boğazına demir atmış, ardından vehmin sebep olduğu krizlerden birisinde Kıbrıs İngilizlere tek kurşun atılmadan bırakılmıştı.
Sultan Abdülhamid sakinleşip, kendisine geldiğinde tabir-i caizse iş işten geçmişti. Ata yadigarı topraklar İngilizlere kaptırılmış bu durum Sultan Abdülhamid'i derin bir üzüntüye sevk etmişti.
Sultan Abdülhamid bir gün, kendisine oldukça isabetli bilgiler getiren bir Paşa'ya bunu nasıl yaptığını sorar.
Paşa belli kişilere kendi cebinden ödediği bir miktar para karşılığında bu kişilerin kendisine küçük notlar hazırlayarak bilgiler temin ettiğini söyler.
Bu vaka Sultan Abdülhamid'e parlak bir fikir verir, hukuken Polis teşkilatına fiilen kendisine bağlı Hafiye Teşkilatı kurulur. Tüm yurdu bir örümcek ağı gibi saracak Hafiye Teşkilatı fikri bu şekilde doğmuştu.
Hafiye Teşkilatı / Fotoğraf: Wikipedia
İş öyle bir noktaya gelir ki demiryolu ve karayolunun bulunmadığı en ücra köylere kadar telgraf hatları inşa edilerek kusursuz bir haberleşme ağı kurulur.
Yurdun dört bir yanından telgraf ve mektuplar yoluyla on binlerce jurnal doğrudan doğruya Yıldız Sarayı'na ulaşır.
Abdülhamid'in halkla ilişkiler beceresi
Abdülhamid'in kurduğu Hafiye Teşkilatı iki yönlü olarak çalışıyordu. İlk gruptakiler devlet adına resmi olarak hafiyecilik yapanlardır.
İkinci gruptakiler ise Sadrazamdan sıradan bir köylüye varıncaya kadar herkes Sultan Abdülhamid'e hemen hemen her mesele hakkında jurnaller yazanlardır.
Bu jurnalleri uzun uzadıya inceleyen Sultan Abdülhamid siyasi anlayışını şöyle olgunlaştırmıştı: Sonsuz dost ya da sonsuz düşman yoktur.
Herkes dost olabileceği gibi bugün düşman olan yarın dost olarak başköşeye oturtulabilirdi.
Bunun en somut örneği kendisine sert muhalefeti ile bilinen Jön Türklerle kurduğu ilişkidir.
Sultan Abdülhamid kendisine biat eden muhaliflerini affediyor hatta onları kendi direktifleri doğrultusunda yönetiyordu.
Bunun için müzmin Abdülhamid muhalifi bilinen birkaç ismin jurnal ve mektuplarına yakından bakmak gerekir.
Namık Kemal / Fotoğraf: Wikipedia
Gür Sesli Vatan Şairi Namık Kemal'in mektupları
Namık Kemal, meşrutiyet yanlısı bir Jön Türk'tü. Başta Hürriyet Kasidesi olmak üzere yazdığı şiirlerle kavganın ve mücadelenin manevi temsilcisi konumundadır; ama o da Sultan Abdülhamid ile zaman zaman yakınlaşmıştı.
Hatta bir kısım tarihçinin iddia ettiği üzere Mithat Paşa'nın sonunu hazırlayan "Al-i Osman yerine Al-i Mithat olsa ne çıkar" sözünü Sultan Abdülhamid'e bizzat Namık Kemal iletmişti.
Bu iddiaların dışında en ilginci ise muhalefetin en yoğun olduğu zamanda yazılmış teşekkür mektubudur, Namık Kemal mektupta şunları söyler:
Oğlum Ekrem hakkında şerefsudur eden inayet-i senniye-i veliyyünimet aile-i kemteranem hakkında meşhud ayni iftihar olan hezar emsali gibi mukabelei şükran olmağla arzı mahmedetten başka söyleyecek bir şey olmadığını arzına ictisar olunur.
KEMAL, 18 Teşrinevvel 1304
Hürriyet yazarı Namık Kemal'in Sultan Abdülhamid'e yazdığı mektuplarından birisinde mahkemede yargılandığı sırada maaşlarının ödenmesine dair Sultana yaptığı teşekkürdür:
Atufetlu efendim hazretleri, Cenab-ı hak eyyam-ı ömr ve şevket-i cenab-ı cihandârilerini ebedpeyvend ve her azm ve irade-i merhamet ifade-i şehriyârilerini tevfikat-ı celile-i ilâhiyyesinden hissemend eylesin…
Namık Kemal, Midilli mutasarrıflığına tayinine dair bir başka mektubunda teşekkürlerini şu sözlerle ifade eder:
Saadetlü efendim hazretleri,
Avatıf-ı şâmile-i cenab-ı şehriyart ve inâyât-i celile-i hazret-i cihandariden bu kerre min gayr-i istihal nâil olduğum memuriyet-i cedidenin tebriki vesile-i lutfiyyesiyle şerefresan-ı dest-i ihtiram olan iltifatnâme-i narni-i kerimânelerine teşekkür iderim…
Namık Kemal / Fotoğraf: Wikipedia
Namık Kemal, devlet görevi sırasında eğitimden ekonomiye varıncaya değin pek çok konuda mektuplar kaleme alır; lakin devlet adamlarının ihanete varan siyasi hatalarını eleştirir.
Bu eleştirilerin ilginç yanı Namık Kemal'in Sultan Abdülhamid'i masum görmesi ve tüm suçlunun çevresi olarak düşünmesidir:
Gamdan ölmem korkarım gayret helak eyler beni
İnsan hamiyyetinden nasıl çatlamasınn Yunan konsoloshânesiyle bidayet-i me'muriyetimde bir vak`a zuhur itmişi. Herif hükümeti protesto etmek dâiyesinde iken nizâma tevfik-i hareket olundu; hazine-i devlet içün iki Yunanlı gemisi müsadere idildi. Bizim infisal-i muvakkatden istifade ile gemileri yine bigayr-i hakkin Yunanlıya virmek istiyorlar. Vekil Beye yazdığım cevabı gönderdim, okur da anlarsın. Subhânallah galiba bizim erkân-ı vilayet hangi padişahın vaktinde bulunduklarını düşünemiyorlar.
Sultan Abdülhamid, Namık Kemal'in sanatçı kişiliğini de takdir eder. Bu münasebetle Namık Kemal bir eserine Sultana takdim eder ve iltifat görür. Hürriyet şairi bu iltifatlar sonrası Sultana şu uzun methiyeleri yazar:
Şevketlû kudretlü azametlû mehabetlû mürettib-i meratib-i kadi alem şehinşah-ı ümem velinimet-i biminnetimiz padişahımız veltnimet-i cihanyan efendimiz hazretlerinin atebe-i felekmertebe-i cihandaverânelerine maruz-ı çaker-i hâk beraberleridir.
Namık Kemal, Sultan Abdülhamid'e Rumların Patrikhane üzerindeki siyasi emelleri, memuriyetlere liyakatsiz kişilerin atanması, oğlu ve kızı için özel ricalarına kadar birçok konuda Sultan Abdülhamid ile doğrudan ilişkide olduğu mektupları söz konusudur.
Sultan Abdülhamid de Namık Kemal'i görmezden gelmemiş ve hizmetlerini bir nişan ile ödüllendirmişti.
Velhasıl-ı kelam; Abdülhamid siyasetinde sonsuz dost ya da sonsuz düşman diye bir kavram söz konusu değildi.
Bugün yalnızca eserlerini okuduğumuzda müzmin bir Abdülhamid muhalifi diyeceğimiz birçok isim zaman zaman Abdülhamid ile yakın ilişkiler kurarak önemli devlet görevlerinde bulunmuştur. Pek çok kişinin bildiğinin aksine Namık Kemal de bunlardan birisidir.
M.M.Ç / the ındependent turkish