BURSA ARENA / Haber Merkezi
Araştırmalar pandemi döneminde kadınların daha fazla şiddete maruz kaldığını, işini kaybetme riski ile daha çok karşılaştıklarını ve evde iş yüklerinin daha çok arttığını ortaya koyuyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında uzmanlar toplumda farkındalığa dikkat çekmek üzere önemli açıklamalarda bulunuyor. Kadınların psikolojik, fiziksel, dijital, ekonomik ve sözlü olarak çok çeşitli şekillerde şiddete uğradığını belirten uzmanlar, ülkelerin ulusal eylem planlarına kadın şiddeti konusundaki hukuki uygulamaları eklemesi gerektiğini ifade ediyor.
Her yıl 25 Kasım ‘Kadına Yönelik Şiddete karşı Uluslararası Mücadele Günü’ olarak anılıyor.
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Tuğba Aydın Öztürk, kadına yönelik uygulanan şiddetin nedenlerini ve önlenebilmesi için önerilerini paylaştı.
Kadınlar pandemide daha fazla şiddetle karşılaştı
Pandemi döneminde tüm insanlığın yeni bir mücadele dönemine girdiğini belirten Dr. Öğretim Üyesi Tuğba Aydın Öztürk, “Sağlığı kaybetme korkusu, belirsizlik, ekonomik kayıplar, stres ve tükenmişlik duyguları herkesin ortak sorunları oldu. Yapılan araştırmalar, kadınların bu süreçte daha fazla şiddete uğradığını, işini kaybetme riski ile daha çok karşı karşıya kaldıklarını ve ev içinde artan iş yükü dolayısıyla en kırılgan grupların başında geldiklerini gösteriyor. Özellikle karantina döneminde şiddet vakalarının ve buna bağlı olarak acil yardım hatlarına yapılan başvuru sayılarının arttığını biliyoruz” dedi.
Kadına şiddet küresel bir sorun
Kadına şiddetin küresel bir sorun olduğuna işaret eden Öztürk, “Maalesef, tüm dünyada kadın cinayetlerinin artış gösterdiği bir dönemi yaşıyoruz. Evde kal çağrısının çıkış noktası, kendimizi ve başkalarının sağlığını riske atmamaktır. Ancak evler en özel ve mahrem alan olarak, aile içi şiddetin de en fazla görüldüğü mekânlardır. Evde kal diyoruz ama o evlerde neler yaşandığını bilmiyoruz. Bu sebeple kadınların pek çok farklı açıdan pandemi sürecini kolay geçirmediğinin farkında olmak büyük bir önem taşıyor. Kadınlar bu süreçte fiziksel, psikolojik, dijital, ekonomik ya da sözlü olarak çok çeşitli olarak şiddete uğramakta” diye konuştu.
Kadınların emekleri görülmüyor
Psikolojik şiddetin en yaygın şiddet türlerinden biri olduğuna dikkat çeken Öztürk, “Kadınlar hangi eğitim, sosyo-ekonomik sınıf ya da yaş grubunda olursa olsun bu şiddete maruz kalıyorlar. Ev kadınlarının ev içi ücretsiz emeğinin görülmemesi ve yaptıklarının değersiz kabul edilmesi kadın açısından psikolojik ve ekonomik olarak yıpratıcı bir durumdur. Ayrıca pandemi sürecinde hem ev kadınlarının hem de evden çalışan kadınların iş yükleri fazlasıyla arttı. Özellikle çalışan kadınların mesailerinin devam ettiği saatlerde, evdeki sorumluluklarla ilgilenmek zorunda olması kadını gün içinde birden fazla vardiyaya mahkûm kılıyor” ifadelerini kullandı.
Kadınlar pandemide daha çok iş kaybetti
Kadınların bu süreçte, asıl iş yüklerine ek olarak okul çağındaki çocuklarının online dersleri, ev işleri, yemek yapmak varsa hasta ve yaşlı bakımıyla da ilgilenmek zorunda kaldıklarını belirten Öztürk, “Sabahın erken saatlerinde başlayan ve gece yatana kadar devam eden bir efordan söz etmek mümkün. Ayrıca dünya genelindeki çalışmalar, pandemide kadınların erkeklere göre daha fazla işlerini kaybettiklerini ve daha çok yoksullaştıklarını gösteriyor. Yani çalışan kadın, bu tehlikenin bilinci ile işine daha fazla sarılmak ve evde iş, yaşam dengesini de korumak zorunda kalıyor. Bu yük de kadınlar üzerinde psikolojik bir baskı yaratıp onları günden güne tüketiyor. Tüm dünyadaki sağlık çalışanlarının %70’ine yakınını kadınların oluşturduğunu da unutmamak gerekiyor. Pandeminin en yıpratıcı etkilerinin görüldüğü sağlık sektöründe resepsiyon görevlisinden, bakım kurumlarında çalışan görevlilere, hemşire, doktor ve eczacılara kadar bu sektörde çalışan kadınların da psikososyal desteğe ihtiyacı var” dedi.
Toplumsal cinsiyet eşitliği daha çok önemsenmeli
Cinsiyet rollerini yaşadığımız toplumun kültürel alışkanlıklarından öğrendiğimizi söyleyen Öztürk sözlerini şöyle sürdürdü:
“Önce evde başlayan bu öğrenme süreci okul, sosyal çevremiz, iş yerimiz, medya ve devlete kadar geniş bir yapıda ilerler. Kadın ya da erkek olmakla ilgili bu roller, basmakalıplaşmış yargılardan beslenir ve bir süre sonra bu yargıları sorgulamadan kabul eder hale geliriz. Ev işleri ya da çocuk bakımı ile annenin daha fazla ilgilenmesi, toplumda daha fazla rastlanılan bir durumdur ve biz de bu tabloyu normalleştirmiş oluruz. Ancak pandemiyle birlikte kadının artan iş yükü ailede, iş hayatında ve sosyal hayatta bir tükenmişlik hissi yaratır. Aile bireyleri arasında iş bölümü yapılması, işverenlerin kadın çalışanların sorumluluklarının farkında olarak hareket etmesi ve genel olarak toplumda cinsiyet eşitliği kavramının daha fazla önemsenmesi bu aşamada ilk yapılabileceklerdir. Toplumun bu konuda hassasiyeti ve bilincini artırmak çok yönlü bir iş birliği gerektiriyor.”
Çocukların ebeveynleri rol model alması önemli
Eğitimin ailede başladığını ve çocukların ebeveynlerin davranışlarından etkilendiğini belirten Öztürk, “Çocuğun iş bölümü yapan ve birbirine destek olan bir anne babayı gözlemleyerek rol model alması önemli. Toplumsal cinsiyet eşitliği dersinin öğrencilere üniversite seviyesinden önce öğretilmesi gerekiyor. Ülkelerin ulusal eylem planlarına kadın şiddeti konusundaki hukuki uygulamaları eklemesi ve bu konuda sivil toplum kuruluşları, akademi, idari yönetimler ve bakanlıklarla ortak çalışmalar yapması çok önemlidir. Toplumda kadının yaşadığı zorlukları çözümleyebilmek ve cinsiyet eşitliğine katkı sağlamak için bir araya gelmek ve bir an önce harekete geçmek gerekiyor” dedi