Prof. Dr. Esergül Balcı: "Suriyelilerin İşyerlerindeki Arapça Tabelalar Sorunu "

BURSA ARENA / Haber Merkezi

Milli kimliğin önemli unsurlarında biri dildir. Birbirleriyle anlaşabilen yani konuşabilen insanlar, bir arada yaşayabilirler. Bir arada yaşayabilmenin ve anlaşabilmenin yolu ise aynı dili konuşabilmektir.

Bir ülkenin kimliğini ve birliğini yok etmek istiyorsanız önce dilinden başlayacaksınız ki, yurttaşlar birbirleriyle iletişim kuramasınlar, birbirlerini anlayamasınlar, anlaşamasınlar, duygu ve düşüncelerini  aktarıp paylaşamasınlar. Ülkemizde de şu anda farkında olarak veya olmayarak, yapılan ne yazık ki bu. Örneğin Corona günlerinde “salgın” demek yerine “pandemi” sözcüğünün dilimize yerleştirilmesi gibi. Bunun adı evrensellik oluyor ama özünde kültür emperyalizmi, güçlü ekonomi ve kültürlerin zayıfları etkisi altına alması, hatta giderek yok etmesi.

Böyle bir savaş sonucu, acıma duygularıyla ülkemize aldığımız Suriyeliler dil ve kültürleri ile neredeyse bizi istila ettiler. Onlar açılan Türkçe kurslarına rağmen, Türkçe öğrenmedikleri gibi, açtıkları iş yerlerine Arapça isimler koyup, kendi dillerinde konuşmayı tercih etmektedirler. Suriyeliler kendi dillerine yönelik bu hassasiyeti gösterirken Devlet olarak Türkçe’nin kullanımı ile ilgili biz ne yapıyoruz? Sorulması gereken asıl soru bu sanırım. Çünkü işyeri açma iznini resmi makamlardan alıyorlar. İzin verilmese ya da Türkçe isim şartı konsa elbette açamazlar. Kaldı ki aynı durum,diğer yabancıların ve Türk vatandaşlarının açtığı işyerleri için de söz konusu. Pek çok iş yerinin adı İngilizce. Belli tanınmış yurt dışı markaların uzantısı olan mağazalar değil bunlar üstelik.

Rusya Federasyonu’nda (Moskova) bulunduğum 1996-1998 yıllarında dikkatimi çeken en önemli konu, Rusların dillerini korumak için çıkardıkları yasa idi. Yasaya göre, açılan mağazaların ve iş yerlerinin hem adı hem de tabelaları Rusça olacaktı ve aksi halde ruhsat verilmeyecekti. Ülke yeniden yapılanma sürecinde, kendisini kapitalizmin kültür emperyalizmine karşı bu şekilde korumaya almış, buna dilinden başlamış, adeta bir kalkan oluşturmuştu. Aynı Türkiye’nin kuruluş yıllarında olduğu gibi.

Ülkemizde de kuruluş yıllarında, Türkçenin kullanılmasına önem verilmiş, bunun için; 1926 yılında çıkarılan “İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun” doğrultusunda, “Türk tabiiyetindeki her nevi şirket ve müesseseler, Türkiye dâhilindeki her nevi muamele, mukavele, muhabere, hesap ve defterlerini Türkçe tutmağa mecburdurlar” (md.1), denmiştir. Yine 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” uyarınca şirket ve tüm özel kuruluşların Türk harflerini kullanmaları, Türk Ticaret Kanunu (md.66/1) ve Vergi Usul Kanununa göre, (md.215/1) defterlerin Türkçe tutulması, zorunlu kılınmıştır. Ancak bu yasalarda tabelalarla ilgili kesin bir madde bulunmayıp, şirketlerin yazışmaları ile ilgilidir. Buna karşın, tabelalarla ilgili olarak Türk Standartları Enstitüsünün 2017 tarihli genelgesinin 4.1.1. maddesinde “tabelalar imla ve dil yönünden kusursuz, uygun punto kullanılarak yazılmalı, yazımlarında Türkçe kelimeler kullanılmalı, istenilmesi halinde yabancı dilde ifadeler parantez içinde Türkçe metnin altında küçük puntolarla yazılmış olmalıdır.” denmektedir. Burada da başka bir dilin kullanılmasına ilişkin kesin bir sınırlama bulunmamaktadır. Bu konuda 5216 sayılı yasa reklam, tabela, ilan konularında belediyeleri yetkili kılmıştır. Tabiidir ki, her ülkenin kendi milli dilini ülkesinde hakim kılmak üzere mevzuat düzenlemeleri yapması ve aykırı davranışlar için çeşitli yaptırımlar öngörmesi doğaldır.

Türkiye’de yaşayan diğer vatandaşlar gibi Geçici Koruma faydalanıcısı Suriyeliler de ilgili kurumlara bizzat başvurmak ve kayıt olmak suretiyle kendi işyerlerini açabilirler. Başvuranlar için yeni açılan işyerlerine yönelik olarak,Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından girişimcilik eğitimi, desteği gibi birtakım katkılar sağlanmaktadır. BMMYK ve Türkiye’deki diğer (Uluslararası) Sivil Toplum Kuruluşları (STK), girişimcilik desteklerinden faydalanmak isteyen Suriyelilere doğrudan ilgili kurumlara başvurmaları halinde,hibe desteği sağlamaktadır.Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti tarafından girişimcilere yönelik teşvik programları yürütülmektedir.

Suriyeli sığınmacılar, sayısal bakımdan çok kalabalık bir grup oluşturmaları nedeniyle, çeşitli ticari aktivitelerde bulunmakta, işyerlerine müşteri potansiyelini artırma ve kendi memleketlileri ile dayanışma adına veya kolay iletişim kurabilmek amacıyla, kendi dillerindeki isimleri tercih etmektedirler. Suriyelilerin bazı illerimizde çok yoğun şekilde hatta bazı yerlerde yaşayan nüfusun önemli bir oranını teşkil etmesi açısından Arapça tabelaların çok fazla olduğu gözlenmektedir.

Söz konusu yardımlar yapılarak iş yeri açmaları sağlanan Suriyeli sığınmacılar, Türkiye’deki yasaları hiçe sayarak, işyerlerine Arapça isim vermekte ve Arap alfabesini kullanmaktadırlar. Son yıllarda sığınmacıların yoğun olduğu İstanbul Fatih’te, Suriyelilerin lokanta açması ve yeni lokantalarda Latin alfabesi dışında yazılar yazılması üzerine, Fatih Belediyesi Bölge Koruma Kurulu’nun kararına istinaden “Yeni tabela standardı” uygulaması başlatarak, tabelalarda sadece Latin alfabesine izin verilmiştir.Belediyenin tebligatı doğrultusunda, bazı Suriyeli lokantalar, Arap alfabesiyle yazılan yazıları kaldırmış, yerine Latin alfabesini kullanmıştır.

Bir başka Suriyeli işadamı ilk işyerini açtığında,lokantasının logosu ve ismi için Türk Patenti Enstitüsü’ne başvurarak markasını tescil ettirmiş, ardından başka şubeler açmış, lokantasının tabelalarını Türkçe ve Arapça olarak yazdırmıştır. Belediyenin tebligatı üzerine tabelasındaki Arapça yazıyı kaldırmak istemeyen bu Suriyeli iş adamı hukuk mücadelesi başlatmıştır. Aynı işadamı, yürütmeyi durdurma ve işlemin iptali içinaçtığıdava dilekçesinde,dünyanın çeşitli ülkelerindeki ve Suudi Arabistan ile Almanya’daki Türk lokantalarında bulunan Türkçe tabelaları örnek göstermiştir. Dilekçede ayrıca tabelaların değiştirilmesinin, esnafa ciddi bir külfet getireceğine de yer verilmiştir.Burada küreselleşmenin ülkeleri her açıdan nasıl kuşattığını gözlerden kaçırmamak yerinde olacaktır.

Dava dosyasını inceleyen mahkeme, aldığı ara kararla Suriyeli işadamının yürütmeyi durdurma talebini reddetmiştir. Uygulamanın iptali ile ilgili olarak açılan davanın devam ettiğini söyleyen Suriyeli işadamı “Markamızı ve logomuzu tescil ettirdik. Şu anda Türkiye’de 9 şubemiz var. Lokantaya Arapça tabela asan ilk şirket olduk. O zaman kimse bize bir şey demedi” demiştir. Böylece Türk Patenti Enstitüsü’nün verdiği izni kendisine dayanak yapmıştır. Bu da ülkemizde kurumlar arasında oluşan iletişimsizliği, eşgüdümsüzlüğü, birbirinden kopukluğu ve çarpıklığı gösteren bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır.Tabelasının üzerindeki Arapça yazıyı kaldırdığı takdirde müşteri kaybedeceğini söyleyen işadamı, tabelaları değiştiren Suriyeli lokantaların,Arapların çoğu Türkçe bilmediği için ciddi oranda (%70) müşteri kaybettiklerini belirterek, bu yüzden dava açtığını açıklamıştır. Ülke ve millet olarak biz onlar için milyarlarca dolar harcayıp ekonomimizi zayıflatırken, onlar kendilerine kucak açan ülkenin yasalarına uymayıp, kurallarını çiğnemekte, ekonomik çıkarlarını gözetmenin ötesinde, bir de kendi yaşam tarzlarını dayatmaktadırlar.

İzmir’de de Suriyelilerin yoğun olduğu bölgelerdeki işyerlerinin Türkçe olan tabelalarının yerini, Arapçaları almıştır. Basmane, Fevzipaşa Bulvarı, Anafartalar Caddesindeki lokanta, berber, tatlıcı, dönerci dükkanları ile tekstil mağazalarındaki tabela ve vitrinlerde,“Arapça tabelalar” dikkati çekmektedir. Ekonomik durumu iyi olan Suriyeliler bu semtlerde işyeri açıp, üzerindeki Türkçe tabelaları çıkartıp, Arapçalarını asmakta ve var olanı değiştirerek, kendi kültürlerini hakim kılmaya çalışmaktadırlar. Çevredeki birçok işyerinden Arapça müzik yükselmekte, böylece İzmir halkıbir zamanlar kentteki dükkanlara İngilizce isimler konulmasından memnun olmayıp bundan yakınırken,şimdi artık Suriyeli gerçeğine yavaş yavaş alıştırılmakta ve kabullenmeleri sağlanmaktadır. Böylece İzmirliler İngilizceden sonra, Arapçayateslim edilmektedir.

Adana Büyükşehir Belediyesi de aynı durumla karşı karşıyadır. Belediye, şehrin çeşitli noktalarında görüntü kirliliği oluşturan ve Türkçe'nin korunması çalışmalarına zarar veren tabela,led ışık ve posterleri ve Suriyeli sığınmacıların açtığı işyerlerinde kullanılan Arapça tabelaları kaldırmıştır.

Üç büyük şehrimizde yaşanan örneklerde görüldüğü gibi, Suriyeli sığınmacılar acıma duygularımızla ülkemize kabul ettiğimiz garip, mağdur insanlar olmaktan çıkıp, kendi çıkarları ve gelecekleri için Türkiye Cumhuriyeti’nin yasa ve kurallarına aykırı davranmanın ötesinde, dava yoluna giderek mahkemelerimizi de meşgul etmektedirler. Yasalarımızda küçük birtakım değişiklikler olsa da, Türk Dilini koruyan yasalar hala yürürlüktedir. Ancak asıl sorun ülkemizdeki pek çok konuda olduğu gibi, çoğunlukla uygulamadadır.Nitekim Suriyeli davacı işadamı,“lokanta açan ilk şirket olarak Arapça isme dört yıl önce kimse bir şey demedi” diyor. Geldikleri ülkenin kurallarına uyup dilini ve kültürünü öğrenmek yerine, kendilerini peygamber soyundan gelen kişiler olarak görmekte, buna din etkisi de girince ülkemizi tam tersine onlar dönüştürme, giderek Araplaştırma yoluna girmektedirler. Nitekim Hatay’daki bir Suriyeli sığınmacı “buralar bizim” diyebilmiştir. Bunda Suriye Devletinin okullarındaki ders kitaplarında Hatay’ın Suriye sınırlarında gösterilmesi göz ardı edilemez. Tabii burada iktidarın birtakım sorunları görmezden gelmesi, küreselleşme kapsamında her türlü etkiye açık hale getirmesi, hatta çanak tutması Suriyelileri rahat davranmaya yöneltmekte ve cesaretlendirmektedir.

Türkiye’de özellikle iş yeri isimlerinde yabancı kelimelerin kullanılması, vatandaşlarda Türkçe hassasiyetinin azalması, insanlarımızın anadilini kullanması ve dilin gelişimi açısından sorun oluşturabilir. Sürekli olarak olumsuz bir durum ile karşılaşıldığında, o duruma alışılıp giderek normal karşılanması gibi, yaşam alanlarında başka bir dildeki kelimelerle sıkça karşılaşma da normalleşmeye yol açar. Bu da Türkçe’nin kullanımı ve Türkçe hassasiyetinin vatandaşlarda özellikle de çocuklardaki gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir.Bu nedenle farklı dillerde tabela kullanımına izin verilmemesi ve Türkçe’nin kullanımına özen gösterilmesi yerinde olacaktır.

Tüm bu nedenlerle,Türk Dilinin korunması için “Millî bir dil politikası” oluşturulması artık gerekliliğin ötesinde zorunluluk haline gelmiştir. Ülkemizde gerekli yasal düzenleme ve buna ilişkin önlemlerin alınmasının yanında, yeniden millî bir dil politikası geliştirilmelidir. Fakat bu yapılırken dilin politika aracı olarak kullanılmamasına özen gösterilmelidir. Bu amaçla, dil konusunda sorumlu olan kurumlar,çok başlılıktan uzaklaşmak için bir araya getirilerek, koordine edilmeli ve yeni yapılanma ile ciddi,  işlevsel çalışma yoluna gidilmelidir. Bu konuda Devlet Kurumlarının eşgüdüm içinde hareket ederek ortak uygulama geliştirmeleri ve Türkçe’yi koruyabilmek için gerekli önlemleri almaları önem taşımaktadır. Aksi halde milli birliğimizin en önemli faktörü olan dilimiz, bir yandan İngilizce, bir yandan Arapça, diğer yandan da sosyal medya dili ve bu dildeki emojiler yoluyla tüketilip gidecek ve birbirimizi anlayamaz hale geleceğiz. Ne yazık ki,bunun ipuçlarını görmeye ve yaşamaya başladık bile.

Prof Dr Esergül Balcı / 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.