İnsanın hayatı doyasıya yaşaması sevgiyi, nefret, neşeyi, üzüntüyü, şefkati, öfkeyi vb. ifade etmesine bağlıdır. Ama insanlar çocukken ikiyüzlü olacak şekilde yetiştiriliyor. Ebeveynler çocuğa duygularını bastırmayı, kendisi olmamayı, olmadığı bir ideal olmayı öğretiyorlar. Bu da insanı kendi gerçek doğasından uzaklaştırıyor, ebedi özüne yabancılaştırıyor ve köleleştiriyor.
Kendi özüne yabancılaşmış insanı kandırmak, kullanmak, yönlendirmek çok kolaydır. Küresel toplumun politik, ideolojik, ekonomik çıkar gruplarının tasarladığı ideal kişi olması insana çocukluktan aşılanıyor. Kendisi değil, başka biri olması dayatılıyor. Çocuğa “şöyle ol”, “böyle ol” diye birilerinin örnek gösterilmesi onda “ben olduğum gibi iyi değilim demek ki” düşüncesini yaratıyor. Olduğu şekilde sevilip kabul edilmediğini düşünen çocuk kendisini sevemiyor, kabul edemiyor, daha mutlu olmak için ideal gibi olması gerektiğini düşünüyor, çabalıyor. Ama hiçbir zaman kimse o ideal gibi olamaz, bu imkânsız. İşte o zaman da kendini değersiz, yetersiz hissediyor.
Zihni henüz koşullanmamış küçük çocuklar her şeyi dosdoğru yüzüne karşı söylerler insanın. “Senden nefret ediyorum” diye bağırır örneğin. Bastırmaz duygularını. Ya da öfkelenir, tepinir, bağırır, ağlar vs. Bu durumda bırakın sonuna kadar duygularını yaşasın deniliyor. Çünkü “öyle konuşma, böyle bağırma” vb. şeyler söyleyip çocuğa duygularını bastırmaya yönlendirmek büyük zarar veriyor. Tam tersi çocuğa duygularını ifade edebilmesi için yardım etmek gerekiyor. “Ebeveynin onu dinlemesi, duygularını anladığını göstermesi ona kendini iyi hissettir” deniliyor uzmanlarca.
Aksi halde çocuk yetişkin olduğunda üzülünce gülümsemeye, nefret ettiğinde kahkaha atmaya çalışır. Böyle kişiler duygularını bastırmaya alışmıştır, duygularına önem ve değer vermezler. Ama bu alışkanlığın bedeli bitmeyen hastalıklar olur; şizofreni, ülser, migren, astım, kalp krizi, felç, damar tıkanıklığı, depresyon, psikoz, kanser vb.
Duyguları bastırmak insanın kendi doğasını dinlememesi anlamına gelir. Bastırılan, önemsenmeyen, kulak asılmayan duygular insanın hayatını mahveder. Duyguları bastırmak insanın iç dünyasında içsel çatışmalara, bölünmelere neden olur. İnsan psikolojisi zayıflar, zarar görür. Duygularını bastıran insan yapmak istemediği şeyleri yapmaya çalışır, strese girer. Bu şekilde birey gittikçe olmadığı şeye dönüşür ve gerçek kendini yok eder.
Duygularını ifade eden insan ise ne istediğini bilir, kafası karışık olmaz, bütünlük içinde olur ve tam olarak ne istediğini bildiğinde doğru kararlar verir. Böylece insan gerçek özgün kendisi olur, kendini sevmeye ve saygı duymaya başlar. Sonuçta da herkesi sever ve saygı duyar. Böylece kişi kendisine ve başkalarına zarar vermez.
Bu yüzden duygular özgürce ifade edilmelidir. Duygularını özgürce ifade ettiğinde kişi, yaptıklarının da sorumluluğunu tamamen üstlenmesi gerekir. Yani ifade etmek sorumluluğun alınmasını da içerir. Herkes kendi yaptıklarının sonucu olan duygulardan sorumlu olursa, başkasını bunun için suçlamazsa, kendi eylemlerini tarafsızca analiz ederek aynı duruma kendini sokmamak için farklı davranabilir, hatalardan ders alıp olgunlaşabilir. Böylece özgürleşebilir. Yani insan ne kadar sorumluysa o kadar özgürdür.
Dünya Değişim Akademisi’nde “Kendini İfade Sanatı” Değişim Programı bu konuda büyük bir yardım sunuyor. Gerçek kendi olma yolunda ilerlemek için Değişim Programları kökten değişim yaratan bir simya sanatı adeta.