10 Muharrem Aşure günü kutlu, tutulan oruçlar da kabul olsun inşallah.

Ayrılığı asla kabul etmesem de kendisini şu ya da bu şekilde konumlandırmış, adlandırmış insanlara da saygı duymam gerektiğini biliyorum. Hepimizin adı Müslüman. Allah’ımız, kitabımız, günah ve sevaplarımız aynı oysa.

Bu anlamlı günlerde çok sevdiğim dostlarımla ilginç bir anımı anlatmadan ve ne kadar aynı olduğumuzdan söz etmeden geçemedim.

Anne babalar için en zorlu günlerden biridir evlatlarının sınavları. Cemal ve Güler’in kızları ve kızım üniversite sınavı öncesi çok gergindiler. Sınavdan bir hafta önce pazar sabahı kapımız çalındı. Dostlarım kızım ve beni kapıda beklediklerini, sürpriz bir yere gideceğimizi söylediler.

Yol boyunca ısrarlarımız karşılıksız kaldı. Ta ki “Mucur” tabelasını görünceye kadar.

Defalarca Hacı Bektaş’a gitmeyi çok istediğimi hatırlatan dostlarım, bu arzumu yerine getirmek istediklerini söyledikleri andan itibaren ne kalbimin çarpıntısı ne de gözlerimin yaşı eksik olmadı. Manevi bir alanın içinde yolculuk yapıyordum.

Ziyaretçilerle lokmaların paylaşımı için kocaman kazanlar ve yıllarca kaldığı çilehane, inziva odası küçücük camii, kana kana içtiğimiz su, ikiliğimizi ölçen taşlar, evliyanın aslanlarla gezdiği ve halkın taş üstüne taş koydukları tepe beni büyülemişti.

Gözlerinde “Ali” yazılı olduğunu söyleyen ve benim edebiyata aşık olmamı borçlu olduğum hemşire Kezban anne Hacı Bektaş’lıydı. Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın öğretmeni tıpkı böyle anlatmıştı o zamanlar burasını. Onu da orada minnetle anmıştım.

Dönüş yolunda defalarca teşekkür ettim dostlarıma ve “Ve kim bilir bir daha ne zaman kısmet olacak” dediğimde Cemal kardeşim “Ne zaman istersen emrindeyim.” demişti.

Mucur’a yaklaşırken bir beyaz araba bizi durmadan taciz ediyordu. O kadar dayanılmaz hal almıştı ki arkadaşım freni çekti. Eşinin “Arabada çocuklar var uyma şu serseriye!” ikazlarına rağmen, elinin altındaki levyeyi kaptığı gibi aşağı indi. Biz inmeye hazırlanırken arabanın şoförüyle sarmaş dolaş olduklarını gördük. Meğer Cemal’in erkek kardeşi Almanya’dan gelip sürpriz yapmak istemiş. Orada olduğumuzu duyunca gideyim ben de bir kurban keseyim dileğiyle yolda bizi beklemiş. Ve tabii ki geri döndük. Ne kadar içten dilediysem ikinci kez ziyaret nasip oldu.

Asıl ilginci bundan sonra;

Ertesi gün yorgun argın Türkçe sınavına gittim. Biraz da geç kalmıştım. Sınav öncesi tüm branş öğretmenleri müdürün odasında kapanır sorular sızdı şaibesine karşı hiç dışarı çıkmazdık. M. Ali “Aytaç hocam dün gece rüyamda seni gördüm. Hacı Bektaş’mı, Yunus’mu, Yesevi’mi bilmem öyle bir pir bir tas uzattı. El uzatan diğerlerine vermeyip seni işaret etti. Aldın kana kana içtin” dedi. Ben “Dün ziyaretteydim” dediğimde “Ziyaretin kabul olmuş”dedi kendisi de alevi olan arkadaşım. Geldi yanıma ve elimi öptü. Olayı anlattım, hislerimi de. Yine gözlerim dolmuştu. “Zaten kabul olmaması mümkün mü şu anlattıklarından sonra? Aynı duygu yoğunluğunu ben de Mevlana’da ney ve kudüm seslerini işitince yaşamıştım. Bu toprakların erenleri hala bizi bir arada tutmaya çalışıyor, farkında mısınız? Biz neyi paylaşamıyoruz?” O günler ülkemizin üzerine kâbus gibi çökmüş günlerdi.

O günlerde bile “Diyanetin hıyaneti”nden söz eden din kültürü öğretmeni meslektaşım “Duru su her yerde aynıdır” sözleriyle özetlemişti. “O eren hepimizin, bu toprakların değil mi? Hangi kitap, hangi inanç söylemlerini reddedebilir ki?” diye de ilave etmişti.

Sivas olaylarının yaşandığı günlerde ateşe bakamaz olmuştuk. Günlerce evimizde hüzün vardı. Çünkü annemin en yakın dostuydu Kezban anne. Onun acısı bizim de acımızdı. Ve vicdan sahibi tüm yurttaşlarımızın. Ama ne yazık ki Alevi dostlar o günlerin figürlerini bugün destekleyecek kadar çaresiz bırakıldılar.

Dinimiz ayrışmamamız ve birleşmemiz konusunda telkinlerde bulunur. Ben mezheplere inanmıyorum. Vatikan tarzı bir din; bölücülerin işlerine geldiği gibi “dizayn” ettikleri böyle bir din benim dinim değil..

Ben insana, doğaya, hayvana, hak ve hukuka, paylaşmaya, çalışmaya, barışa, kardeşliğe, sevgiye, merhamete değer veren, zulmü reddeden, bir dine, yani gerçek İslam’a inanıyorum.

“Ehl-i Beyt” inanışının söylem ve öğretilerinde, Mevlana’nın sevgi anlayışında inancıma aykırı ne var?

Şimdi o yarı cahil bağnazlara soruyorum; “Var mı birbirimizden farkımız?”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Yıldız Tek Gamlı 1 ay önce

Nasıl güzel nasıl içten bir yazı ❤️ zevkle okudum