Tacizle başlayıp tecavüzle biten ihlaller..
19 Şubat’ta Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi uzmanları 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail işgal güçlerinin Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki Filistinli kadın ve kızlara yönelik ağır ihlallerine ilişkin bir açıklama yayınladı. Uzmanlar, özellikle Gazze’de kadınlara karşı işlenen yargısız infazlara ilişkin dehşet verici ifadeler aktardı. Açıklamada, Gazze’deki kadınlara veya Batı Şeria’da tutuklanan ve dayak dahil son derece sert muameleye maruz kalan Filistinli kadınlara yönelik cinsel taciz, saldırı ve aşağılama vakalarına da değiniliyor.
Açıklamada Filistinli kadınlara yönelik tecavüzlerden bahsediliyor ve bu türden en az iki saldırının gerçekleştiği belirtiliyor. Bu durum, özellikle bir buçuk milyondan fazla Gazzelinin maruz kaldığı cinayet, keyfi tutuklama, işkence ve aç bırakma suçlarının yanı sıra bir savaş suçuna da işaret ediyor. Öyle ki tecavüz, doğrulanması halinde bir grup insanı hedef alan sistematik bir politika ise soykırım kategorisine girer. Açıklamada, İsrail askerlerinin kasıtlı olarak Filistinli kadınların aşağılayıcı fotoğraflarını çekip özellikle TikTok’ta olmak üzere sosyal medya hesaplarında yayınladığına dikkat çekiliyor. Örneğin bu platformlarda, yağmurda kafese kapatılan kadınların fotoğrafları ve videoları yayınlandı.
İhlaller
İsrail’in bu tür ihlallerine işgalci yetkililer, nadiren yanıt veriyor ve yorum yaptıklarında ise bu, yalnızca erkeklerle ilgili olaylar hakkında oluyor, kadınlarla ilgili değil. Aralarında çocukların da bulunduğu çıplak Filistinli tutukluların fotoğraflarının ortaya çıkmasıyla çıkan kargaşaya, onların ‘Hamas üyesi’ olduğu bahanesiyle yanıt verilmişti. Bu uygulamaya ise askerlerin ‘bu adamların silah veya patlayıcı kemer taşımamalarını sağlamaya çalışılması’ gerekçe olarak sunuluyor. Bu adamlardan bazılarının silah taşırken ki fotoğrafları çekilerek, bunların sivil değil, Hamas üyesi olduğu iddia edilmeye çalışıldı, ancak bu girişim başarısızla sonuçlandı. İkinci olay ise bir grup askerin bir caminin içinde nefret dolu ırkçı ifadeler kullanan insanların fotoğraf ve videolarını çekmesiydi. Üçüncüsü ise işgalciler yetkililerin, gözaltına alınan Filistinli bir sivile işkence yapan bir asker hakkında disiplin tedbirleri aldığının açıklanmasıydı.
Bu sahne, askerlerin anormal ve izole uygulamalarının bir ürünü gibi görünmemekle birlikte, ‘savaş çabası’ içerisinde hakaret ve taciz olarak kullanılması amaçlanan sistematik bir eylemdir.
Her zaman Batı’nın İsrail’e ve İsrail’in Gazze’deki sivillere karşı savaşına yönelik eleştirilerinin ardından gelen bu itiraf ve resmi açıklamalar, ordunun bu tür olayların yaşanmaması için gerekli tedbirleri aldığını ve ‘dünyanın en ahlaklı ordusu’ olduğunu teyit etme amacı taşıyor. Bu açıklamalar, bizzat askerlerin aktardığı ve yayınladığı açıklamaların hacmiyle karşılaştırıldığında, daha büyük sahneyi örtbas etmenin bir yolu olma eğilimindedir. Ayrıca artık askerlerin anormal ve izole uygulamalarının bir ürünü gibi görünmemekle birlikte, ‘savaş çabası’ içerisinde hakaret ve taciz olarak kullanılması amaçlanan sistematik bir eylemdir. Tıpkı bir taraftan Gazze halkına karşı intikam, diğer taraftan da onların iradesini kırma ve Hamas’a baskı yapma aracı olarak, açlığın aynı amaçlara ulaşmak için bir silah olarak kullanılması gibi…
Tarihsel emsaller
Gazze savaşı, bu tür ihlallerin kaydedildiği ilk savaş değil. İnsan hakları ve uluslararası raporlar, Sudan ordu güçleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki mevcut savaşta çok sayıda Sudanlı kadının tecavüze maruz kaldığını gösteriyor. Hala hafızalarda taze olan bir örnek ise çoğu esaretleri sırasında Sırp askerler tarafından olmak üzere 20 bin ila 50 bin arasında Bosnalı kadın ve kız çocuğunun tecavüze uğradığı Bosna savaşıdır. Aynı şekilde Ruanda’daki (1994) soykırım sırasında 100 gün boyunca yaklaşık yarım milyon kadın ve kız çocuğuna tecavüz edildi. Bu durum, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin o dönemde gerçekleştirilen sözde ‘soykırımsal tecavüz’ operasyonlarının kullanılan savaş silahları arasında yer aldığına ilişkin tarihteki ilk kararı vermesine yol açtı.
Yaklaşık iki milyon Alman kadınına tecavüz suçlaması, başta Amerikalılar, Fransızlar ve İngilizler olmak üzere Müttefiklerin geri kalanının katılımı tamamen göz ardı edilerek, yalnızca Sovyet güçlerine yöneltildi.
Ancak bu suçların en büyük payı, Müttefiklerin Berlin’e girmesinden sonra yaklaşık iki milyon Alman kadın ve kız çocuğunun tecavüze uğradığı II. Dünya Savaşı sırasında kaydedildi. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ilk yıllarında ve hatta bu suçların işlendiği dönemde yok sayma ve inkâr, en belirgin özellik olmaya devam ederken, Soğuk Savaş sırasında gün yüzüne çıktı. Batı, bu kadar büyük çapta suçların meydana geldiğini kabul etti, ancak bunu yalnızca Sovyetler Birliği’ne karşı siyasi propagandanın bir parçası olarak yaptı. Bu suçlama, yalnızca başta Amerikalılar, Fransızlar ve İngilizler olmak üzere Müttefiklerin geri kalanının katılımı tamamen göz ardı edilerek, yalnızca Sovyet güçlerine yöneltildi, ta ki savaş sırasında ve hemen sonrasında kadınlara yönelik zulmü ortaya çıkaran son araştırmalara kadar. Ancak üzerinden neredeyse 80 yıl geçmesine rağmen hak ettiği ilgiyi göremiyor.
Propaganda
Bu bağlamda en belirgin ciddi tarihsel girişim bizzat Almanya’dan geldi. Öyle ki Tarihçi Miriam Gebhardt, çığır açan kitabı ‘Askerler Geldiğinde’ (2015) veya İngilizce tercümesi olan ‘Konuşulmayan Suçlar: II. Dünya Savaşı’nın Sonunda Alman Kadınlara Tecavüz’ü yayınladı. Bu kitap, Müttefikler tarafından işlenen tecavüz suçlarının niteliği ve büyüklüğünün kapsamı hakkında kapsamlı bir soruşturmayı içeriyordu. Tarihçi sayı oyunundan kaçınırken, sayı ister iki milyon, ister az, ister daha fazla olsun, dikkatini binlerce ihlalin meydana geldiği tartışılmaz gerçeğe odaklıyor. Doğru istatistiksel verilerin yokluğunda tarihçi, 1945 ile 1955 yılları arasında Alman kadınlar arasında Müttefik kuvvetlere mensup erkeklerden olan doğum kayıtlarına dikkati çekiyor. Bu oran, yaklaşık 68 bin çocuğa tekabül ediyor. Her 10 tecavüz vakasından birinin hamilelikle sonuçlandığını, dolayısıyla tecavüz vakalarının sayısının yüzbinlere ulaştığını belirten tarihçi, bu eylemleri gerçekleştiren askerlerin yüzde 55’inin Amerikalı, yüzde 15’inin Fransız, yüzde 13’ünün İngiliz, yüzde 5’inin Sovyet ve yüzde 3’ünün Belçikalı olduğunu ifade etti.
Belki de Gebhardt’ın kitabında dikkat çekici olan, bunca zamandır bu gerçekleri saklamaya yol açan ve kurbanları bunu itiraf etmemeye iten sebeptir. Zira bunu açığa çıkarmanın, Nazi suçlarının, özellikle de Yahudilere karşı işlenen soykırımın (Holokost) etkisini azaltacağı korkusu hâkim. Bugün İsrail’in Gazze ve Filistin topraklarında işlediği suçlarla karşılaştırıldığında bizi ilgilendiren şey tam da bu kısımdır. İsrail propaganda makinesi (ve büyük ölçüde Amerikalı ve Avrupalılar), İsrail’in tüm ihlallerini sistematik olarak gizlemeye çalıştı. Bunların başında, sivillerin kasıtlı olarak öldürülmesi geliyor. Böylece cinsel ihlallere karşı sessizlik, bir başarı gibi görünüyor. Çünkü İsraillilerin 7 Ekim’de maruz kaldığı dehşete dair yalanları ortaya çıkmış olmasına ve bu iddialara dair herhangi bir delil olmamasına rağmen, sadece bu saldırıların ihtimalini kabul etmek bile tekrarlanmaya devam eden iddiaların etkisini hafifletebilir. O gün, asılsız olduğu ortaya çıkan İsrailli kadın ve kızlara yönelik tecavüz iddiaları, hamile kadınların karnını deşen, bebekleri öldüren acımasız ‘düşman’ Filistin imajını güçlendirme amacına hizmet etmek için kullanıldı. Bu durum, yaşam kültürüne ve insan haklarına saygıyı temel alan Batı değerlerine tamamen aykırıdır.
İntikam ve evcilleştirme
Ancak İsrail’in bu söylemi yoğun propaganda kampanyalarıyla sadece Hamas’ın değil tüm Filistinlilerin şeytanlaştırılmasına zemin hazırladığı için bundan sonra gelen her şey bu zihniyete göre doğal bir tepkidir, başka bir şey değil. İsrailliler, üst düzey yetkililerinin defalarca belirttiği gibi, her türlü insanlık dışı ve iğrenç eylemi yapmaktan çekinmeyen ‘hayvanlarla’ uğraşıyorlar. Dolayısıyla onları taciz etmek hiçbir insani değeri ihlal etmiyor, aksine bu değerleri onaylıyor. İsrail’in Gazze’deki tepkisini belirleyen ve yönetmeye devam eden mantık, ilk andan itibaren tüm yasaklara izin veren bu genel çerçeve tarafından belirlendi. Bu, ister İsrail’in ölümlerinden ister İsrail’in üstünlüğü imajından ötürü duyulan yoğun intikam arzusuyla paralel bir duygudur. Önceki tüm savaşlardan farkı, bu sefer intikamın gizlenmemesi ve siyasi bahaneler ve saiklerle (Hamas'ı ortadan kaldırmak ve rehineleri serbest bırakmak) geçiştirilmemesidir. Daha ziyade bu, Filistinli düşmana azami derecede acı çektirmeyi amaçlayan saf bir aleni intikamdır. O, bu düşmanı sadece disipline etmekle kalmayıp, (hayvanlar için kullanılan kelimenin tam anlamıyla) ‘evcilleştirmeye’ çalışıyor.
Böyle bir intikam her zaman yeterli miktarda yalanlarla körüklenmelidir: Cinsel ihlaller, İsrail’in benzer ihlallerle ilgili anlatısının ardından geliyor.
Böyle bir intikam her zaman yeterli miktarda yalanlarla körüklenmelidir: Cinsel ihlaller, İsrail’in benzer ihlallerle ilgili anlatısının ardından gelirken, hastanelerin basılması ve yıkılmasına, bunların altında tüneller ve bu tünellerde rehinelerin tutulduğuna dair haberler eşlik ediyor. UNRWA’nın Hamas ile gizli anlaşma yaptığı ve herhangi bir sivilin (kadın, çocuk veya yaşlı bile olsa) tutuklandığı ve hatta Hamas’a mensup olduğu şüphesiyle gün içinde açıkça öldürüldüğü yönündeki haberlerin ardından açlık geliyor. Her suç kendine uygun bir bahane bulur, ama İsrailliler bu bahanelerin ciddiyetini, hatta tutarlılığını umursamıyor gibi görünüyor. Daha ziyade, iddia edilen soruşturmaları takip etme veya sonuçlarını sunma zahmetine girmeden, bazen gelişigüzel veya askeri kurum içindeki idari bürokratik prosedürler çerçevesinde, örneğin bu iddiaların soruşturulduğunu söylemek yeterlidir.
Değerleri ihlal
Ahlaki, kültürel ve insani üstünlük iddiaları da dahil olmak üzere bu döşeli iddia ve ithamlar zemini üzerine işgalci askerlerin fotoğraf ve videolarla belgelenen uygulamaları geliyor. Bu görüntüler, işgalci askerlerin (erkek ve kadın) Gazze’deki Filistinlilerin evlerine saldırıp onları yağmaladığını veya (varsa) halkını aşağıladığını veya onlarla ve acılarıyla alay ettiğini gösteriyor. İsrailli kadın askerlerin, Gazze’deki Filistinlilerin evlerinde çıplaklık sahneleri sergilediğini, askeri teçhizat, özellikle de tüfekler taşıdığını görüyorsunuz. Ya da askerlerin zorla girdikleri evlerde kadın iç çamaşırlarıyla ve çevresinde, sanki o ev sahiplerine hakaret ediyormuşçasına, toplumun benimsediği değerlerle çelişen pornografik bir fiziksel ve cinsel sembolizm empoze ederek seks sahneleri sergilediklerini görüyoruz. Dolayısıyla bu erkek ve kadın askerler için iç çamaşırlarını sergilemek bir teşhir, yani sadece o evlerin kutsallığını ihlal etmek değil, aynı zamanda insanların mahremiyetini ve (dini) değerlerini de ihlal etmek ve bunlara saygısızlık etmek olduğu söylenebilir.
Genel olarak İsrailliler açısından Filistinlilerin bir insan olmadığı yeni bir şey değil. Onlarca yıl süren ihlaller ve suçlar, bu algılardan başka bir şeye yol açmadı zaten. En kötüsü de Filistinlinin, karşı tarafın varlığıyla çatışmak dışında ve varlıklarına rağmen var olmamasıdır. İsrail’in kuruluşunun en başta özü budur. Nekbe ve sonrasının da temeli budur. Buradan İsrail’in işgal gerçeğini inkâr etme konusundaki ısrarını anlıyoruz. Gazze savaşının korkutucu bir açıklıkla ortaya çıkardığı şey ise işgalcilerin, kendilerini işgalci bir güç olarak görmemesi, aksine doğal var olma haklarını kullandığı gerçeğidir. Bu gerçeğin başından beri var olduğu ve tüm İsrail- Filistin ilişkilerine yön verdiği doğru. Ancak ilk kez bu kadar açık ve net bir şekilde ortaya konmuştur. İşgalin Gazze’de sürdürdüğü öldürme, yıkım, işkence ve aşağılamanın etkileri onlarca yıl silinmeyecek. Bu durum, bir gün yan yana yaşaması gereken iki halk olduğu fikrine yer bırakmıyor, aksine tek bir halk var, İsrail halkı var ve bu halk, karşı tarafın varlığını inkâr etmeden var edilemiyor.
Kabile baskınları
The New York Times’ın (6 Şubat 2024) İsrail askerlerinin Filistinli sivillerin evlerini ve özel mülklerini tahrip ettiği videoların yayılmasına ilişkin sorularına İsrail ordusu tarafından verilen yanıt bağlamında ordu, bu uygulamaları ‘askeri ihtiyaçlara’ bağladı. Ki bu, en azından herhangi bir hesap verebilirliği veya disiplin tedbirini engelleyen çok geniş bir gerekçedir. Bu durum, bu tür suçların örtbas edildiğini gösteriyor. Öte yandan söz konusu videolar, Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’e karşı açtığı davada delil olarak kullanıldı. Özellikle TikTok’ta yayılan yüzlerce videonun içeriği yorum gerektirmemesine rağmen askerler, ister Filistinlilere misilleme olsun, ister savaşta öldürülen belirli askerlere veya 7 Ekim kurbanlarına (bazı bombardımanlar belirli kişilere atfediliyor) misilleme olsun, yıkım ve yağma eylemlerinin nedenlerini belirtiyor. Bu uygulamaların ve fotoğraflarının sayısındaki büyük artışın arkasında, bu resmi haber ve İsrailli askerler arasında hesap vermeme bilgisi nedeniyle cezasızlık duygusunun güçlenmesi yatıyor.
Bu noktada bu erkek ve kadın askerlerin paralel olarak cinsel içerikli videolar çekmelerinin, diğer ihlallere yönelik resmi hoşgörünün bir sonucu olduğu aşikâr. Bir askerin bir Filistinli kadına ait iç çamaşırlarıyla fotoğraf çekilmesinin ne zararı olabilir? Bir grup kadın askerin kendilerini ve savaş sırasındaki günlük yaşamlarını anlattıkları varsayımıyla yıkılmış bir Filistin mahallesinin önünde, o evlerin enkazı altında kalan insanları hiç düşünmeden ya da bu yıkım ve korkutma eylemleri sonucunda kaçmak zorunda kalan ve insanlık dışı koşullarda yaşayanları düşünmeden selfie çekmesi normal görünürken, o evlerde yaşayanların ve iç çamaşırları sergilenen kadınların akıbeti sorulmuyor. İşgalciler, tıpkı çocukların parkta eğlendiği gibi eğleniyorlar ya da savaşın stresini atıyorlar; ancak bu askerler çocuk değil ve ‘oynadıkları’ yerler öldürülen, yerinden edilen veya tutuklanan diğer insanlara ait. Onlar, aynı zamanda (teorik olarak) katı emirlere, direktiflere ve düzenlemelere göre hareket eden düzenli askerlerdir. Dolayısıyla onların yaptıklarını ait oldukları, ihlallerini örtbas eden veya aslında hiçbir şeyi değiştirmeyen basın açıklamalarıyla yetinen kuruluşlardan izole etmek ne hukuki ne de ahlaki anlamda mümkün değildir.
Dünyanın gözü önünde bir insanı hayatından mahrum ettiğinizde, sizi kameralar önünde, yani dünyanın önünde iç çamaşırlarıyla ‘oynamaktan’ ne alıkoyabilir ki?
İsrail askeri, bu noktada eski kabile fetihlerinin mantığına dönüyor. Bu İsrail işgalini yönlendiren herhangi bir ahlaki gerekçe olmadığı sürece her şey caizdir, toprak ve üzerindeki eşyalar, mülk ve insanlar hepsine izin verilir ve ihlal edilir. Yeter ki onun yaptığı ve askerlerin işleyebilecekleri, bu savaşı haber yapan ve ona siyasi meşruiyet kazandıran hükümetlerin ve devletlerin öfkesini veya protestosunu uyandırmasın. Örneğin, Beyaz Saray’ın ister eylemleri ister aşırılıkçı söylemleri nedeniyle olsun Batı Şeria’daki dört aşırılık yanlısı yerleşimciye karşı uyguladığı yaptırımlar, diğer tüm eylem ve konuşmalara, özellikle de Gazze Şeridi’nde işlenenlere izin verilmesi çerçevesinde nasıl yorumlanabilir? Bu kısmi kınama, sözlü kınamayı bile gerektirmeden, pratikte her şeyin normal ve kabul edilebilir görünmesine hizmet ediyor.
7 Ekim 2023’teki saldırının ilk anından itibaren bu çatışmadaki kötü adamın resmini çizmek için muazzam bir çaba sarf edildi. Bu kötü adam, çocuk ile yetişkin, erkek ile kadın ya da partizan ile partizan olmayan arasında ayrım gözetmeksizin Hamas olmaktan çıkıp tamamen Filistinli olmaya dönüştü. Tıpkı Alman kadınlarının sırf Alman oldukları için zaten suçlu olduğu gibi, tüm Filistinliler de en azından işgale direnmekten suçludur. Tüm siviller gibi onlara da ceza vermek ve acı çektirmek, Hamas’ı cezalandırmanın bir parçası. Kadın iç çamaşırlarıyla gösteriş yapan askerlerin ya da Filistinlilerin evlerinde çıplak dolaşan kadın askerlerin fotoğrafları, Gazze’de her dakika işlenen ve işlenmekte olan korkunç suç yığınlarının bariz bir sonucundan başka bir şey değil. Dünyanın gözü önünde ‘Hayat aşığı’ sloganıyla bir insanı hayattan mahrum ediyorsunuz. Kameraların, yani dünyanın gözü önünde onların iç çamaşırlarıyla ‘oynamaktan’ sizi ne alıkoyabilir ki?
*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından, Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.