İkizdere’nin kızından köyün mücadelesi: Bir milat olarak Cengiz İnşaat..

İkizdere, Cengiz İnşaat’ın yeşilinde açtığı taş ocağıyla duyulan, uzakta bir köy. Rize’ye bağlı İkizdere, en çok da ağaçlara sarılan kadınlarıyla hafızalara kazındı. İkizdere hala orada ve uzakta olan bir köy ve mücadeleye devam ediyor. Peki nedir bu mücadele, o kadınların o ağaçlara kenetlenmesinin sebebi ne?

“O köydeki insanlar, hepimiz, köklerimizi oraya saldık.”

Böyle anlatıyor Ayla Baş, mücadelelerinin sebebini. “Ben o köyün hem kızıyım, hem geliniyim” diyor 56 yaşındaki Ayla, hızlıca köyünü anlatmaya başlıyor:

Ayla Baş

“Rize, İkizdere, Güldereliyim. Dokuz kardeşin en küçüğüyüm. Bütün ablalarım, abilerim, kuzenlerim hepimiz orada büyüdük. Ben abilerimin, ablalarımın anılarıyla büyüdüm. Onlar hep ‘Biz bu derede alabalıklarla yüzerdik, kertenkelelerle oynardık, kırmızı pullu alabalık tutardık. O derenin taşlarından yonta yonta kına yapardık’ diye anılarını anlatırlardı.

Oradaki meyve ağaçlarını benim babamın babası dikmiş. Bugün sökülen ağaçlar hep bizim büyüklerimizin diktiği, 200-250 yıldır orada duran ağaçlar. Bizim evin önünden bir büyük dere geçer, yanından da bir küçük dere geçer. Biz Karadenizliler hep çok hızlı, telaşlı ve bağırarak konuşuruz. Çünkü derenin sesinden biz birbirimizi duyamazdık. Fakat bugün o derelerden kopardılar cânım o ağaçları, dereleri kayalarla doldurdular. Şimdi oradan akan dere yok. Nesli tükenen, kırmızı pullu alabalık, dağ ceylanı, ayılar yok. ”

Bir milat olarak Cengiz İnşaat

Dediği gibi hızlı konuşan biri Ayla. Geçmişi anlatırken yeşiller ve maviler hızla gözünüzün önünden geçip gidiyor ve gittikçe köy biraz daha belirginleşmeye başlıyor.

Cengiz İnşaat’ın taş ocağına ilişkin ortaya koyulan bilirkişi raporundan cümleleri hatırlatıyor bu belirginlik.

Bilirkişi kök raporunda madenin ’bölgenin doğal görünümünü bozacağı, orman alanını tahrip edeceği, yöre halkı açısından yaşam alanları yönüyle kabul edilemez’ olduğu belirtilmişti. Bu raporu işaret ettiği gerçeklikten dinleyelim; o köyün kızı olan Ayla’dan.

Kaynak: Kemal Baş

Köylerine içmek için kazadan (merkezden) pet şişelerle su alır hale geldiklerini söylüyor Ayla Baş, çünkü artık musluklarından çamurlu su akıyor:

“Akan çamurlu suyu zaten içemiyoruz, temizlikte kullanamıyoruz. Hayvanlar için de yengemler bidonlara biriktiriyor, çamur dibe çöküyor. Üstte kalan suyu vermeye çalışıyorlar. Fakat hayvanlar onu bile içemiyor.

İlk kepçe atılmadan önce de hiç gelmeyen bütün ilçelerin belediye başkanları geldi. Dediler ki; ‘Devlet sizin yararınıza yapacak, bir ağacın yerine on ağaç dikilecek’. ‘Benim annemler lahanayı bile tek tek dikiyorlar, siz bir ağacın yerine on ağacı nasıl dikeceksiniz, zaten bunlar 200-300 yılda oluşmuş?’ diye sordum. Böyle sorular soruldukça onlar ‘Suyunuzu getirelim, ne istiyorsanız yapalım’ dediler. Biz bir şey istemedik.

‘Biz liman yapılmasın, Karadeniz kalkınmasın’, demiyoruz. Mutlaka o taşı alabilecek başka yerler vardır ama ormanlarımız gitmesin.”

Kaynak: Kemal Baş

Uzakta bir köyde coplar, gözaltılar, biber gazları

Ayla’nın İkizdere mücadelesi sekiz kardeşinden biri olan öğretmen Kemal Baş’ın, abisinin, coplanması, gözaltına alınması ve biber gazı yemesiyle başlıyor:

“Bu olayı ilk duyduğumuz zaman hepimiz müdahil olduk. Elimizden geldiği kadarıyla karşı durduk. İlk başta benim bir rahatsızlığım vardı; gidemedim. Abimler engel olmak için gittiler. Üçüncü gün biz abimin haberini aldık. Benim küçük abime, yengemlere biber gazı sıktılar. Joplarla dövdüler. Abimi taşlarda sürüklediler. Bir hafta nefes alamadı. Abimi görünce hep birlikte toplanıp gittik.”

Kaynak: Kemal Baş

Dik yokuşlarda doğa mücadelesi

Karadeniz’in kendine özgü zorluğuna işaret ediyor Ayla. Mücadeleye dik yokuşlar da dahil oluyor.

Zorlu doğa koşulları içerisinde ağaçları korumak için normalde 20 dakikalık olan yol Jandarmalar tarafından kapatıldığı için derelerin içlerinden ormana girdiklerini anlatan Ayla, “O zaman bir de Ramazan’dı” diye başlıyor anlatmaya:

Sahurlarını yapıp, namazlarını kılıp, karanlıkta köylülerle birleşip ormanların içinden gidiyorlardı. Kur’an-ı Kerim’ler ellerinde mukabelelerini orada yapıyorlardı. Orada bekliyorlardı. Kadınlara biber gazı sıkıldı. Kemal abimi TOMA’yla karakola götürdüler, gözaltına aldılar. Kelepçe takmak istediler. Defalarca içeri alındılar. Kuzenlerimin eşleri oruçluydu, onlara biber gazı sıkıldı. İftar ezanı 17.00’da okunuyordu. Karakollara götürüldüler. Gece 23.00’da bir yudum su içtiler.”

Kaynak: Kemal Baş

Köyde kız kardeşlik

İkizdereliler Nisan 2021’den bu yana ağaçları için direniyorlar. Kimi zaman bu direniş çadırlarda sürdürülüyor, kimi zaman kamyonların önünde duruluyor. Bir yandan da hukuki mücadele veriliyor.

Cengiz İnşaat’ın son dinamiti patlayalı üç gün oluyor. Dinamitler yalnızca ağaçları tehdit etmiyor aynı zamanda Ayla gibi İkizderelilerin köylerine saldıkları köklerini de derinden sarsıyor.

Kaynak: Ayla Baş

“Ormana” diyor Ayla Baş, “Bizim orada ‘ambar’ derler”. Ayla şimdi İstanbul’da yaşıyor ve ev hanımı. Aynı zamanda yazılar kaleme almayı da çok seviyor. Köydeki kız kardeşliği bir yazısında şöyle betimliyor:

“… geleceğimize seslenen köyümüzün kızları, elele tutuşmuş kız kardeşleri… Nejlası, Hediyesi, Zeynebi, Naziresi, Deryası, Şengülü (İlknuru) [..] Söz konusu köyleri olunca ağaçlara çıktılar Zeyna oldular. Dağ tepe dolaştılar dağlar kızı reyhan oldular.”

Kaynak: Ayla Baş

İkizdere’denin ormanı: Ambar

Ambarlarına nasıl gözleri gibi baktıklarını ise şöyle anlatıyor Ayla:

“Önceden bizim evimizin olduğu yerde çok toprak ve ağaç yokmuş. Eskiden zaten hiç kimse bir ağaç kesmeyi bırakın bir dal kırmazmış. Eğer dal kırarsa çocukların bacaklarına vururdu annemler, dedemler. O yeşil dal tekrar toprağa gömülürdü ki tekrar büyüsün. Eskiden yere düşen dalları yazdan toplayıp sobalarında yakarlardı. Baharda karlar erimeye başladığı zaman dere taşar. Taştığı zaman da ormanın içindeki kırık odunları sürükler. Kadınlar o dalları toplayıp kışlık odunlarını yaparlardı. Bir tane ağaç kesmiyorlardı. Şimdi onlar kaç bin tane ağacın kesildiğini görüyorlar.

Bir de orada çay var. Dinamitler patlıyor. Onlarca kamyon gidip geliyor. Bütün toz bulutu çayın yapraklarına siniyor. Kuzenlerim çayları keserlerken maske takıyorlar. Tüm tozu yutuyorlar.”

Kaynak: Kemal Baş

‘Onurlu, gururlu insanlarız biz’

Ayla’nın sesi titriyor artık, duraksıyor ve şu cümleler dökülüyor dilinden:

“O ağaçları kestiler, yani bizim köklerimizi oynattılar.”

Telaşlı sesin yerini bir durgunluk alıyor ve yutkunarak “Onurlu, gururlu insanlarız biz” diyor, köy içindeki emeklerine işaret ediyor:

“Bizimkilerin hepsi, petekte bal yaptılar, çay yaptılar, mısır, lahana ektiler, dereden balık tuttular, ormandan ağaç getirdiler. Herkes çocuklarını orada yaptıklarıyla büyüttü. Ve çocukları, mühendis, hemşire, doktor, avukat oldu. Erkekler gurbete gitti, kadınlar orada yaptıklarıyla evlerinin çarkını döndürdüler ve kimseden el açıp para dilenmediler. Kendileri imkanları el verdiğince yaptılar. Memlekete hayırlı evlatlar yetiştirdiler.”

Kaynak: Kemal Baş

‘Mezarlarımıza ne olacak?’

Kış düşmeden önce köydeki yaşlıların tedavi ihtiyaçlarını gidermek için İstanbul’a geldiğini ve nisan olmadan bir şey olur da başlarına bir şey gelirse diye köylerinde geri dönmek istediklerini söyleyen Ayla, İkizdere’de hakim olan “Mezarlarımıza ne olacak” sorusunu anlatıyor:

“Köyde yaşlılarımıza taş ocağından bahsettiğimizde ilk söylenilen; ‘Mezarlıklarımız ne olacak?’ Köyde büyük bir mezarlık yok, eskiden beri herkes bahçesinin bir yerine ölülerini defnederlerdi. Bizim mezarlıklarımız çaylıklarımızın ortasında. Gelen geçen dua eder.”

Kaynak: Kemal Baş

Cengiz İnşaat’ın faaliyetleri köyde halihazırda sürüyor. Öte yandan aktivist ve hukuki mücadele de devam ediyor. Ayla bu mücadeleye katılımların herkesin maddi durumunun el verdiğince gerçekleştiğini, “üç kuruş” para bulduklarında köyün yolunu tuttuklarını anlatıyor.

Önceden horonlu, şimdi GBT’li 29 Ekim…

Ayla’nın söylediğine göre; her fırsatta başka şehirlerden de desteğe gelinen köyde, evde ne varsa gelenlerle paylaşılıyor.

Kaynak: Ayla Baş

Ayrıca başta köyden çoğu insanın da mücadelede bulunduğunu ancak daha sonra gözleri korkutulduğu için desteğin azaldığını söylüyor Ayla ve Cengiz İnşaat’tan sonra köyde bir 29 Ekim’i şöyle anlatıyor:

“1964’te, daha ben doğmadan önce, İkizdere’deki elektrik direkleri milli bayramlarda yollardaki ağaçların yapraklarıyla süslenirmiş. Merkezde horon edilerek kutlanırmış. Şimdi buradan 29 Ekim’de bir otobüs gittti. Ne yapabilir ki bu insanlar? Kendi köyümüze bile giderken otobüs İyidere’de durduruluyor, kim girmiş/çıkmış GBT bakılıyor. Orada biz ne yapabiliriz? Türk bayrağımız, Atatürk’ün resmi ve ‘İkizdere taş ocağı olmasın’ pankartı asıp ne yapabiliriz? Devletin polisi, askerisiniz ama siz de bizim evladımızsınız. Biz size bir şey yapmayız, yapamayız ki. Bizim derdimiz zaten doğa. Hep beraber saygı duruşunda bulunalım? Hep beraber marşımızı okuyalım?”

Kaynak: Kemal Baş

‘Köye gidip bir nefes alayım’

Son olarak Ayla, en çok da ekolojik dengenin bozulmasına, yaban hayvanlarının zarar görmesine ve derenin kurutulmasına üzüldüğünü belirterek “Her insanın nefes alabilecek bir köyü olmalı diyor:

“Köyde zaten her taraf yemyeşildir. Başka bir renk yoktur ki bizim köyde. Biz akşamdan yeşile uyur, sabahtan da yeşile kalkardık. Şimdi etraf taş, kamyon, toz, toprak. Dere sesi yok. Karşıdaki köylerde de aynıları oldu, dinamitler patlatıldı, yaşlılar korktu. Derenin gürültüsü değil, şırıltısı bile yok. Bu insanlar başka yerde yaşamayı, başka yerde nefes almayı bilmiyor ki. Buradaki herkes ilk fırsatta ‘Gideyim ben köyde bir nefes alıp geleyim’ der.”

Cansu Acar / Yeşil Gazete

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.