Hayatlarının devamı için toplumlar sürekli bir çalışma ve üretim içerisinde.. Buna paralel olarak da bir tüketim telaşında.. Harıl gürül çarşı pazarlar; rengarenk vitrinler, trilyonların döndüğü TV reklamları.. Dünya da bu üretim ve tüketim gürültüleri içerisinde yuvarlanıp, dönüp gidiyor bildiği gibi..
İnsanlar zaten neredeyse çalıştıkları her işkolunda emeklerinin tam karşılığını da alamıyorlar.. O halde ellerine geçen paralarını akıllı, planlı ve proğramlı harcamak zorundalar. Bu noktada "bilinçli tüketici" diye bir akıl yolu çıkıyor karşımıza.. Tabii ki gelir ve gideri orantılı tutarak sarfetmek ve geliri öncelikli zorunlu gider sırasına göre harcamak da bilinçli tüketici olmanın en kolay yöntemlerinden..
Günümüzde, bir çok kesimde bir yarıştır gidiyor .
Benim otomobilim şu marka, benim şurada evim var, ben şuralarda tatil yaptım.. yok şu restorana yemeğe gidiyorum, şık giyiniyorum gibi gibi .. Tabi ki gelir düzeyi yüksek olan kişiler, ekonomik sıkıntı çekmedikleri için paralarını daha sorumsuzca harcayabilirler..Fakat fakir olsun, zengin olsun, o harcamaları yarışa dönüştürmek komik ve saçma değil mi..
Ülkemiz insanlarında özellikle 1980’li yıllardan itibaren bir gösteriş yarışı ve bir tüketim çılgınlığı; hatta hastalığı desek olur, aldı yürüdü.. Neresinden baksan kökeninde komplekslerin, ruh açlığının yattığı bir hastalık..
Tabi ki teknolojinin her türlü nimetlerinden imkanımız ölçüsünde faydalanmak gerekir.. Fakat gücümüzü aşan harcamalar da doğal olarak ve genellikle borçlanma yoluyla oluyor. O halde bu noktaya çok dikkat etmek önemli..
İhtiyaç olmadığı halde, gereksiz eşyalar almak, kullanım alanlarımızı daraltmaktan başka bir şey de değil.. Yeni sahiplenince belki hevesle bakılıyor ancak neticesinde sadece hareket alanımızı daraltıyor o eşyalar.. Olsun yine de yeniliyor, modasına falan uyuyoruz..
Çoğu gereksiz alışverişin nedeni dediğim gibi aç ruhluluk başta olmak üzere, açgözlülük, nispet, hazımsızlık gibi marjinal olguları da barındırmıyor mu ? Bir çok gelişmiş ülkede halkın yaşam tarzında minimalist ölçüler model alınırken, bizim gibi gelişmemiş ülkelerde halen bu gösterişe dayalı tüketim şekli sürmekte..
Bir de bazı kişilerde zengin sosyal çevre edinmek gibi bir heves de var.
Zengini seven toplum,
Zengin arkadaşıyla övünen bireyler..
(sana ne kardeşim, adamın parası varsa o sevinsin)
Sen, zengin arkadaşın olduğunda sınıf atladığını mı sanıyorsun ?..
- Arkadaşımın şöyle otomobili var,
- Şöyle güzel evleri var,
- Eşi işadamı,
- Tatillerini yurtdışında yapıyorlar vesaire vesaire..
Kendine dair övünç duyacak başka bir şeyleri yok ki, bunlarla övünüyorlar..
Böyle tanıdık veya arkadaşlarının olması onların da titrini yükseltiyor sanıyorlar herhalde.
İnsanları para ve ekonomik düzeylerine göre sınıflandırmak..
Asıl sakatlık da böyle bir değer yargısında olsa gerek.
Merhum Mehmet Akif’imiz vardı İstiklal Marşı'mızı yazan; O koca yürekli şair..
Hasta olan bir arkadaşına paltosunu verdiği için Ankara’nın o soğuk kış günlerinde paltosuz geziyordu.. İstiklal Marşı’nı yazmak konusunda hiçbir şair yeterli olamayınca, Meclis tarafından kendisinden istenilmiş; ancak O, bir palto değil belki de o günlerde bir ev alabilecek (miktarı sanırım) 500.000 TL. olan para ödülünü reddetmiş; para almamak kaydıyla yazacağını söylemiş ve ancak bu şartla yazmıştır milli marşımızın sözlerini..
Şimdi bir geriye dönüp Ona bakalım ki, yediden yetmişe tüm milletin gönlünde..
İşte böyle örnekleri aklıma getirdiğim içindir ki;
İnsanları para ve ekonomik düzeylerine göre sınıflandırmak,
Asıl sakatlık böyle bir değer yargısında olsa gerek. Diye söylüyorum..
Önemli olan kimseye muhtaç olmadan, her neyse gelirin ona göre yaşamak ve mutlaka onurunla, şerefinle, ruh ve beden sağlığınla, namusunla itibarda olmak değil midir ?
Tabi ki bazı insanların gelir düzeylerinin yüksek olması da suç ya da ayıp değil.. Allah herkese versin.. Ancak ne olursa olsun o maddi varlığı bilinçli bir şekilde yönetmeyi de bilmek gerekir. Parayı bir amaç değil, araç gibi görmek ve bilinçli tüketmek en güzel olanı sanıyorum..
Alışveriş çılgınlığı denilen bir toplumsal hastalık ki, sardı toplumu..
Hergün daha da azgınlaşan kapitalist sistemin kurgulayıp dağıttığı bir hastalık..
Belki lazım olur şunu da alıyım, bunu da alayım, onda aynısı var benim niye olmasın, şunun yeni modeli çıkmış bende de olsun..
Bir tiyatro sahnesinde mizahlaşınca hep birlikte güleriz bu tür hastalara.. Oysa gerçek hayatımızda o kadar çok insan var ki, dediğim gibi hasta ve kendisi de bunun farkında değil..
Ne yeni modellere, markalara; ne de insanları adeta tüketici maymuna çeviren modanın renklerine yetişmek zor.. Topluma dayatılan çoğu kandırmaca ürünler ve her gördüğü vitrine ağzı açık bakan, düşünmeksizin satın alma otomatiğine geçen kalabalıklar.. Bir yarış ki, Allah’ım ne yarış..
Bir söz duymuştum geçenlerde, sanırım bir ingiliz atasözü ve şöyle;
"Zenginlik bağırır, servet fısıldar"
Çünkü para arsızdır, bağırır da bağırtır da..
Oysa servetin anlamı öyle geniş ki; en önemli servetler de sağlıkta, terbiyede ve huzurda olsa gerek..
Haydi sağlıcakla iyi haftalar..