Olric, birini nasıl seviyorduk?
Nerden başlıyorduk?
İlk önce seviyor muyduk?
Yoksa ilk önce güveniyor muyduk?
Neyse çayı nasıl demliyorduk?
Diyen Oğuz Atay'ın, bu "sevgi" ve "güveni" vurgulayan esprili dizesiyle başlayalım.
İnsanın bir kimseye hatta hayvana ya da bitkiye karşı yakın ilgi ve bağlılık gösterdiği içsel duygunun ismi sevgiyse de temelinde saygı yatar; tabi ki hiç kimse kimseyi sevmek zorunda değil fakat saygı duymak zorundadır.
Duygusal anlamda karşı iki cinsin birbirine karşı duyduğu sevgi de ayrı bir duygu.. Adına “aşk” deniliyor bildiğiniz gibi. O aslında bir sanrıdır fakat dürüstçe bir sevgiye dönüştüyse gerçek olabilir ki onun da temelinde “güven” yatar.
Yoksa insan güvenmediğini sevebilir mi? Sevdiğini sanır belki ama bunun da ömrü kısadır
İkili ilişkilerin temeli 'güven'e dayalıdır.
Sosyal hayatın içinde de güven çok önemli unsurken, birbirini seven kişilerin birbirine güvenmeleri şarttır ki, o güven ile ancak, aradaki bağlar ve ilişki sağlıklı olabilecektir.
İnsanlığın oluşumundan bu güne şarkılara, filmlere, romanlara konu olan aşkı, yani gerçek olan sevgiyi ve sevmeyi ne kadar becerebiliyor ki insanlar. Aşk ve sevgi önce bağlılık ve sadakat yani “dürüstlük” demektir; o da nezaketli olmayı, incitmemeyi ve zarif davranmayı da beraberinde getirir.
"Kasap sevdiği postu yerden yere vururmuş" dedikleri gereksiz bir atasözünde olduğu gibi sevgi böyle gösterilir mi hiç?.. Sevgi, sahip çıkmak, kıyamamak, sakınmak olmalıyken, neden yerden yere vurmak gibi algılanmış, anlamak da zor.
İçinde Saygı, Sevgi, Sadakat, Sorumluluk, Sabır barındırmayan duygu, kökünden yavandır ve iki tarafı da mutsuz kılar, böyle bir ilişkinin adı da aşk falan sayılamaz bence..
Vay be!.. Kasap sevdiği postu yerden yere vururmuş..
Netice; onca kadın cinayetleri işleniyor görüyorsunuz. “Ya benimsin ya kara toprağın” deyip bitiriyorlar gencecik hayatları.
Sevip sakınmadan, acımasızca kıyasıya davranılan birine, nasıl bunun adı “aşk” diyebilirsiniz ki?
Bu olsa olsa mal edinir gibi sahiplenme, hayatı bloke etme ve gücün yürekte değil de bilekte olduğuna inanma gibidir; Yoksa şiddet, canice eylemler ve bir şekilde sevdiğine zarar vermek hastalıklı bir kişiliğin ürünüdür o kadar. Önce kendini sevmeli insan, sonra karşısındakini sevebilsin.
Bu arada yılın on iki ayında “seviyorum” derken olmadık eziyeti çektir, bir gün de adı “sevgi günü” denilen 14 Şubat'ı kutla..
Yok öyle yağma... Yıl boyu mutsuz ettiğine bir gün içinde “seviyorum” dediğinde rüşvet verir gibi olmuyor mu. En azından dürüstçe değil.
Tabi ki mutlu huzurlu çiftler birbirinin özel günlerini mutlaka hatırlamalı, minik bir tebessümle, bir tanecik gül ile minik bir hediyeyle bunu hissettirmeli birbirine. (İllaki pahalı hediyeler şart değil hatırlamaktır önemli olan).
Yok efendim tüketime teşvik için, yok esnaf kazansın diye uydurulmuş bir gün, yok öyle sevgi günü falan gibi gibi gereksiz cümleler kuracağınıza; bir tebessümle, bir buseyle, hatta yol kenarında kendi biten bir iki çiçekle dahi kutlayabilirsiniz sevgiliyi.. Sevgiyi pekiştirmek, sevdiğini özel günde dillendirmek, nice sevgi günlerine demek o kadar da zor değil.
Ancak dediğim gibi, partnerinizi yılın her günü huzurlu ve mutlu etmelisiniz ki, özel günlerde de minik hediyeyle kutlamaya yüzünüz olsun.
Hanımlar, Beyler, her günün adını “14 Şubat” koyarak, sevgi ve huzur dolu ömürler hedefleyelim.
Böylesi en güzeli değil mi?
Sevgiyle, saygıyla, sağlıkla 365 gün 14 Şubat'ta gibi kalın..