1981 yılında Bursa Üniversitesi (Uludağ Üniversitesi) İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesinde genç akademisyenler hummalı bir çalışma içindeydiler. Bu sosyal bilimcilerin düşünme ve yorumlama yöntemlerini anlamakta güçlük çekiyordum. İfadelerinde kesin bir hüküm yoktu.Cümlelerinde yer alan açıklamalar ve sonuçlar "ihtimallerin olabilirliği ihtimaline" * dayanıyordu. ODTÜ'de ders aldığım Prof. Dr. Cahit ARF Hocadan bir matematikçinin yapısal düşünme (Structural thinking) tekniği ile hareket etmesinin büyük yarar sağlayacağını öğrenmiştim. Bunun nedeni olarak da insanoğlunun henüz üç aşamada çözülemeyen bir problemi yazamamış olduğundan kaynaklandığını belirtmişti. Mühendislerinde buna bağlı olarak yapısal planlama ve programlama (structural planing and programing) metodlarını öğrenmelerinde yarar vardı. Ben çıkarım (deductive) mantığı ile kesin hükümler bildiren cümleler ile bilgilerimi ifade ediyordum. Sosyal bilimciler ise oluşan iktisadi ve sosyal yapının işleyişi ve gözlemlenmesi sonucunda ortaya çıkabilecek muhtemel durumları anlatıyordu.
Bu dönemde Nuri Burhan ile bira dostu olduk. Haftada bir gün cuma günleri mesai bitiminde Tezok Kampusü'nden Altıparmak'taki bir birahaneye gidiyorduk. Dostum, Patates tava ve arjantin biraları ısmarlıyor ve son hafta doçentlik tezi ile yaptığı çalışmaları anlatıyordu. Kendisini anlatmayı sevmediği için diğer arkadaşlardan Torosların Burhan köyü'nden Nuri'nin Sorbon Üniversitesi Maliye Bölümünde Doktora yapabilen ilk ve tek Türk olduğunu öğrenmiştim. Doçentlik tezinin konusu ise Serbest Piyasa Ekonomisi ile Planlı Ekonominin Maliye Politikaları Açısından Kıyaslanmasının yer aldığı "Merkezi Planlamada Maliye politikası" idi. Burda dinlediklerimi Sovyetlerin dağılan ülkelerini gezdiğimde görünce çok şaşırdım. Türkiye'ye döndüğümde kendisine Rusya'ya gidip gitmediğini sordum. Gitmemişti. Ama O, orada meydana gelen durumları bir bilim adamı olarak tesbit edebilmiş ve bunu kendi siyasi fikrine ters düşecek olsada tarafsızca açıklamıştı. Tezini bitirdiği gün efkarlıydı. O gün ikişer bira ısmarladı. Tez çalşmalarının son cümlesi: "üstad, on yıla kalmaz Sovyetler Birliği dağılır" olmuştu. Yıl 1983..
Açıklamasına göre, bunun temel nedeni planlı ekonominin insanları verimli çalışmaya ikna yöntemleri geliştirememisiydi. Örnek olarak masadaki kül tablasını göstermişti. Üretimi artırmak için çalışanlara yapacakları fazla her üretimi eşit olarak paylaşılacağı bildirilmiş. Sayıca öyle bir üretim artışı olmuşki kül tablaları inceliklerinden dolayı ambalaj kutularında kırılmış. Tekrar Sovyet düşünmüş yeni yöntem geliştirmiş. Bu seferde normal ağırlıktan fazla üretimi paylaşacaklarını söylemiş. Yine üretim artmış ama bir kül tablasını bir kişi zor taşıyormuş. Ben hemen atlayıp, "Her iki değişkene bağlı teşvik verselerdi ya.." dedim. "Evet" dedi. "Onlar da senin gibi düşünmüşler ve hem ağırlığı, hem adedi esas almışlar. Ama üretim eskisinin yarısından da az olmuş.".. Ben 2000 yılında Moskovaya gittiğimde Moskovski otelde böyle kültablaları gördüm. Ukrayna seyahatinde ise 'kaytaran emekçilerin tespiti' için kapısız, karma alaturka tuvaletlerin yarım metre yükseltilmesi, yönetimin sıkıntılarını anlatmaya yetiyordu.
İkinci, neden planlama ve yatırım süreleri idi. Örneğin bir kentin hastane ihtiyacı. O şehir belediyesi buna karar veriyor. Projeleri çizdiriyor. Moskovaya yolluyor. Bizde mühendis odalarının yaptığı vize işlemlerini orda enstitüler yapıyor. Düşünün o enstitülerdeki inceleme onay sürelerini. Eğer iyi bir torpili yoksa yıllarca bir enstitüde bekleyebilirmiş. Proje tasdik olduktan sonra yatırım planlamada bütçeden tahsis bekliyormuş. 1996 yılında Tiflis'e gittiğimizde bizi bir sahaya götürdüler. Beton bloklar dökülmüş. Numaralanmış. "Bu ne" diye sorduğumuzda "hastane" dediler. "Bitmedi mi" sorusuna da "bitti" diye cevap verdiler. Bütçeden tahsis alabilmek için hastaneyi altı ayda bitireceklerini söylemişler. Emekçinin parasını en süratli bunlar harcayacakları için bütçede kabul edilmiş. Fakat yetişmeyeceğini anladıklarında tahsisatı bitirmek için beton blok ve döşemeleri dökmüşler. Numaralayıp istif etmişler. Demirbaş defterine de kaydetmişler. Rus müfettiş gelip deftere göre bloklar sayıyormuş Akşamda masayı kurup ağırlıyorlarmış. Bloklar tam ve yerinde olduğu için yetkililere bir de madalya verip Moskova'ya dönüyormuş. Bu hikaye gibi bir gerçek. Dinlediğimizde bizde bir hoş olmuştuk.
Üçüncü, neden para havuzu olayı. Merkezi bir mali havuz kurulmuş. Tüm işletmeler kazandıklarını bu havuza gönderiyorlar. İhtiyaçları olduğunda da havuzdan para talep ediyorlar. Bir müddet sonra kazananlar havuza para göndermiyorlar ama kazanamayanlar havuzdan ha bire para istyorlar. Dolayısı ile Maliyenin finans temin ve dağıtım işlevi çalışmaz oluyor. Yine Batum'da bir aliminyum döküm fabrikasına götürdüler. Burası sonradan telsiz üretimi yapmaya başlamış. Yanlız fabrikanın duvarları lambiri kaplı yerler ise ahşap parke üzerine muşamba serili. "Niye böyle" diye sorduğumda Nuri ile masada oturduğumuzu zannettim. Birinci yıl karını havuza göndermemek için, yerleri karo, duvarları fayans döşemişler. Ertesi yıl duvarları kağıt yerleri ahşap parke kaplamışlar. Sonraki yıl duvarları lambiri kaplamışlar. Bir sonraki yıl da duvarları kağıt, yerleri muşamba kaplamışlar. Bunları gördükten sonra Halen Boğaziçi Üniversitesinde görevli değerli hocam Prof. Dr. Yılmaz AKYILDIZ aklıma geldi. Bize dağıttığı ders notlarının üzerine birer dörtlük yazardı. Bu dörtlüklerden birinden aklımda kalan "Dünyaya herkes pencere açmaya gelmemiştir. Işığı görmeden gidenlerde var".
İşte Torosların Burhan köyü'nden Prof. Dr Nuri Burhan da dünyaya pencere açanlardan biriydi. En azından benim için bir pencere açmıştı. Aziz hatırasına saygılarımla, Allah'tan Rahmet dilerim.
etabey@hotmail.com
...
* "Muhtemel olayların olma olasılığı" : daha açık bir ifadeyle İktisadi ve Sosyal Bilimlerin konusu ;bugüne kadar vukubulmuş veya vuku bulması mümkün iktisadi ve sosyal olaylardan günümüz koşullarında meydana gelmesi muhtemel olanlarının tesbiti ile olma olasılığı.