Aileden sonraki ilk sosyal çevremizdir ilkokulumuz. İlk eğitimi, öğrenimi, kitapları hatta arkadaşlığı da orada öğrenerek devamında pekiştiririz.
İlkokul belki de hayat okulunun temeli. Tıpkı düzgün örülen bir duvar gibi sağlam olması gereken.
Büyüdükçe de sevgiyle hatırladığımız çocukluk anılarımız.
Yıllar geçmesine rağmen hemen hemen çoğumuz hatırlarız, öğretmenimizin ve bazı arkadaşlarımızın isimlerini. İlkokul anılarımızı, hatta hatta ezberlediğimiz şiirleri bile..
Öğretmenimin ismini ben de hatırlıyorum tabii ki.. Hatta kendisinin de iki çocuklu bir anne olduğunu..
O yıllarda henüz fikir yetilerimizin çok da gelişmediği minik yürekli çocuklardık. Ancak, bizim o sevgili öğretmenimiz de çok sinirli bir hanımdı.
Bizler sabahçı gruptuk.
Öğretmenimiz sınıfa ilk girdiği anda saygıdandı herhalde, hepimiz ayağa kalkar, onun “Günaydın Çocuklar” demesiyle, “Günaydın Öğretmenim” diye hep bir ağızdan cevap verirdik.
“Oturun Çocuklar” demesiyle de sıralarımıza otururduk.
Bir gün önce verilen ev ödevi kontrolüyle başlardı dersler.
Öğretmenimiz dersle ilgili bir soru sorduğumuzda bile, her zaman "yüksek sesle" ve "sinirli" şekilde cevap verirdi.
Elinde ince ve uzunca bir “sopası” da vardı.
Yazı tahtasındaki yazıları da o sopanın ucuyla işaret ederek gösterirdi.
Buraya kadarı güzel de.. Kızdığı zaman bütün sınıfa ayırım yapmaksızın, diz kapağının altı, bacakların arkasına o sopayla vururdu. Defalarca vururdu..
Masasında otururken de, yoklama defterinin üzerine kaşlarını bir bir yolar atardı.
Tabi ki o yıllarda bir anlam da veremiyorduk tüm bunlara.
Sorduğu soruya cevap versek "dayak", vermesek yine "dayak!.."
Başkent gibi koca bir şehrin göbeğinde bir okul ve evine yakın okulda görev yapan bir öğretmen.. İşine trafik çilesi çekmeden gelen biriydi, sabah sabah neye öfkeliydi ki bu denli.. Hiçbir anlam veremezdik.
Yıllar sonra anlam yükleyebildik öğretmenimizin “kontrolsüz bir öfke topağı” olduğuna..
Hayatımızda uzun yıllar devam eden öğrencilik sürecinin temeli ilkokul.
Yıllar sonra anlayabildik ki, bizim öğretmenimiz davranış bozukluğu olan, çok sinirli bir yapıya sahip, belki de özel yaşamında mutsuz bir kadındı.
Şuna şükrediyorum; belki de ailelerimizin olumlu teşvikiyle üniversite hayatımıza kadar o travmatik ilkokul yıllarımıza takılıp kalmadan, öğrenciliğimizi sürdürmüş olmamız büyük başarıydı.
(Ailelerimize öğretmenimizin sinirli olduğunu dahi söyleyemeyen biz çocuklar..)
Hayattaki bütün öğretilenlerin aklı başında, şefkatli, sakin, sabırlı kişiler (öğretmenler) tarafından öğretilmesini diliyorum.
Bizler o dönemin minik çocukları, o öğretmenimizi beş yıl boyunca hiç sevemedik. "Korkudan sevmeye yer kalmadı" desem daha isabetli olacak.. Kendimize olan saygımızdan olsa gerek, yine de saygıyla anıyoruz onu.
Herkes genelde ilkokul öğretmenini sevgiyle, heyecanla, özlemle anar. Ne güzel.. Oysa bu anlattıklarım biraz aykırı bir anı oldu değil mi?
İlk kim demişse “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter” ya da “dayak cennetten çıkmadır” diye, ayıp hem de çok çok ayıp etmiş doğrusu..
Sağlıkla, saygıyla, sevgiyle kalın.