İstanbul’daki trafik yoğunluğundan kaçmak için Kuzey Marmara Otobanından Silivri’ye doğru yol alıyorum. Otobanda gittiğiniz halde yol boyunca gişelere girip çıkıyorsunuz. Birkaç etaptan oluşan yolda ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nde sanırım her gişede farklı firma için para ödüyoruz.
Neyse konumuza dönelim, otobanda giderken en sol şeritten çakarlarını yakmış ve sürati en az 200 km/saat olan bir aracı dikiz aynamdan görüyorum. Sol şeritte olmadığım halde sürekli selektör yaparak, “boşalt lan yolu ben geliyorum” edasında hızla arkadan yaklaşıyor. Bu sırada ben de arabama litresini 11,5 TL’ye aldığım yakıtla en ekonomik şekilde nasıl giderim düşüncesiyle ve otoban sürat limitleri içerisinde aracımla seyir halindeyim. Acaba ben de gaza bir dokunsam, yanımdan geçerken beni hızıyla sarsan ve selektörüyle aşağılayan siyah makam aracıyla aynı süratte gitsem, ne olur diye düşünüyorum. Gaza biraz bastığımda, aracımın yakıt sarfiyatının iki kattan daha fazla arttığını araç bilgisayarından görünce, hemen bu sevdadan vazgeçiyorum ve kendime geliyorum.
Neden?
Çünkü bindiğim aracın yakıt parasını ben ödüyorum.
Sonra aklıma geliyor, yanımdan geçerken beni süratiyle sarsan Alman malı lüks makam aracının parasını da, yakıtını da, aslında ben ve sizler ödüyorsunuz. Yani adam benim paramla, bana hava atıyor. İtibardan tasarruf edilemeyeceği inancı her kademede özümsenmiş bir yönetim anlayışı…
Türkiye'deki makam araç sayısı yaklaşık 125 binmiş. Oysa dünyanın en büyük araç üreticisi olan ülkelerden Almanya'da 9 bin, Japonya'da 10 bin, Fransa'da 8 bin makam aracı varmış… İtibarı elde etmek kolay değil ama bir maliyeti var tabi.
Gelelim asıl konumuza, malumunuz dolar artışı ile ilgili her kafadan bir ses çıkıyor. Hükümet ve Merkez Bankası’nın her müdahalesi piyasada beklenin dışında bir etkiye neden oluyor.
AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan; “Doların değeri ile ilgili Japonya bir mukayese yapıyor mu? Japonya 114 yen olan dolar kurunu göstererek kendi ekonomisini değerlendiriyor mu? Nasıl başarısız bir ekonomiyiz diyerek kendi ekonomilerini değerlendiriyor mu?” diyor. Bunu söyleyen birisiyle ekonomi konuşma şansınız var mı?
AKP iktidar olduğu 2002 yılında Merkez Bankası verilerine göre bir dolar 132 Yen iken, 20 yıl sonra bu gün 114 Japon Yeni. Yani 20 yıl sonunda yen, dolar karşısında değer kazanmış. Bu açıklamayı bilgisizlik değil, siyaset yapmak olarak kabul edebilir miyiz? Japon ekonomisini, Türkiye ekonomisi ile karşılaştıracak kadar cahil olmadığım için burada daha fazla yorum yapmıyorum.
Bu hesabı TL için yaparsak 2002 yılında 1,44 TL olan Dolar, bugün 16,50 TL’den işlem görüyor.
Bu arada hükümet 4.250 TL olarak asgari ücreti açıklıyor ve evde bir bayram havası… Ancak daha bu para ele geçmeden dolar artışı ve arkasından gelen zamlarla asgari ücret eriyor.
Akit’te yazan Ali Karahasanoğlu hemen duruma müdahale ediyor ve bu başarıyı yazıyor "Al sana, dolar bazında asgari ücretin kronolojisi" diyor, "1974'te Ecevit döneminde asgari ücret 83 dolar. Başımızda, Bülent Ecevit var. Yani Kemal beyin partisi CHP’nin genel başkanı o tarihte başbakan.. Ve asgari ücret, 100 dolar bile değil. Yazın kenara.. Bugün vıdı vıdı yapan hokkabazlara gösterin: Karaoğlanın başbakanlığındaki, ülkenin asgari ücretlisinin halini.."
Acaba hokkabaz kim? ABD’de enflasyon yok mu? Bunu düşünemiyor musun, yoksa iktidara yaranmak yarışında mısın? İnternetten araştırırsan, o günkü 83 doların, bugünkü 468 dolara eşit olduğunu görürsün. Yani bu hesapla da Ecevit dönemiyle eşit olması için; asgari ücretin yaklaşık 7.500 TL olması gerekir.
Peki neden olmuyor, hatta geri gidiyor?
Kamu harcamaları, artık lüks harcamalara dönüştü. Otobanda çakarlı lüks aracıyla giderken, yakıt parası kendi cebinden çıkmadığı ve trafik cezası korkusu da olmadığı için gaza basan makam aracı basit bir örnek olsa da, aslında her kademedeki iktidar sahiplerinin bakış açısını gösteren bir örnektir.
Bir ülke parasının gücünü, üretimin gücü belirler. Üretimin olmadığı, kamu harcamalarının lüks harcamalara kaydığı ülkemizde, dolar umarım olduğu yerde kalır.
Zira bu araba artık gitmiyor.