Tüm okurlarıma merhaba.
Korona günlerinde evde vakit geçirenlerin can sıkıntısından raflarda unuttukları tozlanan kitaplarını karıştırıp okuduklarını tahmin ederek ve yine bazı anılarımdan yola çıkarak bugün böyle bir yazımı paylaşmak istedim sizlerle.
Bir şeylerin eksikliği olmalıydı beni onların yani kitap dünyasının kapısından girip çok çeşitli hayat, hayal ve düşüncelere açılan pencerelerini keşfetmeme sebep.. Ağaçlı, çiçekli böcekli bahçesinde evcil hayvanlarımız bile olan kocaman bahçemiz ve arkadaşlarımla oynadığımız oyunlar yetmiyordu. Daha çocukluk yıllarımdan okumayı çok sevdim. Kitap almaya ekstradan verilecek paramız yoktu. Evimiz zaten şehir merkezinin bir hayli dışında idi. Evvela ilköğretim yıllarında Şamlar Mahallesi Camii’nin U şeklinde çevrili medrese odalarının (günümüzde gariban misafirhanesi olarak kullanılmakta) doğu ucunda, eskiden sübyan mektebi olarak kullanılan kütüphanesine üye olarak kitap okuma yolculuğuma başladım.
Eski bir yapı olan bu yeri tasvir edecek olursam dervişlerin çilehaneleri gibi alçacık tavanlı, kafes demirli oval yuvarlak camlarından içeriye birçok güneş hüzmesi alan; bir köşesinde kütüphane görevlisinin sandalye ve masası bulunan, camlara yakın yerde etrafında bir sürü sandalyesi olan, o zamanki minik cüssemle bana devasa büyük gelen kocaman bir okuma masası vardı. Tabii ki bir de komple kitaplık rafları ile çevrili duvarları. Oraya üye olduktan sonra sık sık gider, istediğim kitabı alır heyecan ve merakla okumaya başlardım. Türk ve dünya çocuk klasiklerinin yazarlarının kitapları ve diğer aklımın erdiği canımın istediği bulabildiğim kitap kurdu derler ya o misal onca kitabı okuyup bitirdim. Okurken ki aldığım haz ve mutluluğun tarifi yok. Kitapların olağanüstü kokusu ile kombin olan sessizliğin verdiği huzur içinde içeriği ve öyküsüne göre genişleyen hayal dünyam, öğretiler, git gide artan kelime repertuvarım. Oradaki kısıtlı zaman içerisinde okumaya bir türlü doyuramadığım ruhuma, ödünç alıp eve getirdiğim kitaplar ile takviye yapıyordum. İlköğretimden sonra lise öğrenimime başladığımda Sultan Beyazıt camii ve külliyesi içerisindeki Amasya il Halk Kütüphanesi’ne de üyeliğimi yaptırdım. Ödünç aldığım kitapları evde odama çekilip kendi derin sessizliğime gömülüp okurken annemin odaya girip, yeter gözlerin kör olacak deyip lambayı kapatması ve benim yorganın altına girip el fenerinin ışığı ile okumaya kaldığım yerden devam etmem. Nasıl aç bir mideyi doyurmak için yemek yediğinizde doyduğunuzu hissedip keyif alıyor, iyi hissediyorsanız inanın kitap boş bir zihin ile okunduğunda ruhunuz o denli doyuma ulaşıyor, taki birini bitirip başka kitaba başlayana kadar.
Kitaplara biraz da bir insanı, bir anıyı, bir hikâyeyi, bir tanıklığı bulmak için gidiyoruz. Önce bir insan yoksa, sonra bir anı, bir öykü, bir incelik nasıl olabilir ki? Ne demişti Edip Cansever? “İnsansız anı yoktur!..” İnsandan, insan olmanın sorumluluğundan kaçan yazar hapı yutar. Çok sevdiğim yazarlar yok. Çok sevdiğim insanlar var. Önce insan oluşlarını seviyorum. Yazdıkları; şiir, hikâye, roman, deneme vs işin eşya kısmı. Sanat eşyada değil, insanda. Şiiri şarkıyı yine yazarsın, yine söylersin. Fakat insanı unuttun mu fena. Öyle susup kös kös oturdun mu fena! Yine Günümüze kadar gelen büyük sanatçılar, çağlarının gerçeklerinden korkmayanlardır. Didaktik olmaktan bile korkmayanlardır. Onların yürekleri ağızlarına kadar sevgiyle doludur..
Okuduğum ilk roman Robinson Kruzo; Don Kişot ise apayrı bir alem. Sonra elbette Jul Verne! Ömer Seyfettin, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın da böyle rüyalarla dolu bir alemi vardır asında. BKNZ: Ben Deli Miyim? Reşat Nuri Güntekin de hâlâ güzel. Kendimiz, kendimizin daracık çevresiyiz. Oysa dünyada bin türlü renk, bin türlü yaklaşım ve yaşayış var. Dünyasını bir ideolojinin içine hapseden, tek bir pencereyi karanlığa siper olarak seçen, yolda kalır. Yalnızlaşır. Aydın olan yazarın bir görevi de çok sesliliği diri tutmak!
Günümüze baktığımızda kitap okumak itibarsızlaşıyor mu?
Ferdi olarak, bazı kişiler için bu belki bir nebze mümkün olabilir ama bir genellemeden bahsetmek çok zor. Sırf üstündeki elbiseye uyumlu diye, hiç alâkasız kitapları satın alanlar tanıdım. Hiç okumadıkları ve muhtemelen de okumayacakları kitapları, dekorasyon malzemesi olarak evlerine yığanlar gördüm. Ne yapalım? Düşman mı olalım? Var işte böyle insanlar. Fakat bunu genellememeli.. Şiirler, hikâyeler, masallar, anı yazıları, denemeler bizim tapu senetlerimiz. Burası bizim ülkemiz diyebilmek için bu değerlidir bu belleğe muhtacız. Ne her kitap, ne de her kütüphane önemlidir. Esasında en okuma meraklısı insanların bile “zararlı” göreceği “yakmak isteyeceği” basılı yayınlar vardır. Kenan Evren de resim yapıyordu, Hitler de kitap yazmıştı. Kötü yazar olduğu gibi kötü okur da var. İkisinin de ortak yarası; Şiire, hikâyeye, romana, insana ve yaşama, anlamaktan çok yargılamak için koşmaları edebiyat adıyla üretilen her şey yaşamı büyütmüyor. Pedofili övücü kitaplar, kadın cinayetlerini destekleyen roman ve dergiler, işçilerin uslu uslu durup hiçbir hak talep etmemelerini buyuran yazarlar yok mu? Demek ki değer ölçümüz: Yaşam! Yaşama kötülük eden kitap ve onu yazan yazar itibar kazanamıyor. Bir zehre dönüşüyor. Kötü yazar olduğu gibi kötü okur da var. İkisinin de ortak yarası; Şiire, hikâyeye, romana, insana ve yaşama, anlamaktan çok yargılamak için koşmaları, yazara bir ahlak doğruluk, bir güzellik biçme gayreti olsa olsa okurun küstahlığıdır, toyluğudur.
İyi okurlar, güzel bir kütüphane kurabilmek için yıllarca sahaf sahaf gezenler oldukça fazla. Yazarlarla kavga etmeyin. Kitaplarla kavga etmeyin. Hepsi yaşamı ve insanı sevebilmemiz, anlayabilmemiz için. Sana iyi gelmeyen, bir başkasını onarıyor olabilir. Her ses, her saza gelmez. Bazı kitapların ve bazı yazarların vakti değildir. Okursun okursun anlamazsın. Anlamak için, yaşamda bir yerlere dokunman gerekiyordur. O ilk temasta, okuyup kavrayamadığın kitabın dizeleri dökülüverir önüne. Vay arkadaş! Demek böyleymiş bu iş! diye diye gezinirsin. Tebessüm edersin. İyi bir kitap, iyi bir insan gibidir. Bize yaşamı sevdirir. İyi insanları nasıl koruyup kolluyorsak, gözümüz gibi bakıp sakınıyorsak, iyi kitaplara da öyle bakarız. Hep evimizde, başucumuzda olsunlar isteriz.
Kitaplar da insanlar gibi birikirler, nefes alıp veren yaşama dönüşürler “Martı” kitabından şöyle bir alıntı aklımda: “Mekânı yendiğimizde hep aynı yerde / Zamanı yendiğimizde hep aynı anın içindeyiz” Kitaplar, zaman makinalarıdırlar. Bir gün Yunus Emre ile su içerken, bir gün Ece Ayhan’la, İlhan Berk’le Beyoğlu’nda dolaşabilirsiniz. Bu dünya sizin. Diğer yandan da “Kitap okuyarak kendini geliştirmek” diye bir şey yok ki! Kitap okumak bize sadece yaşamı duyabilmemiz için gereken çeşitli bakış açıları verir. Ortaokulda: “Hocam peki bu bizim gerçek hayatta ne işimize yarayacak?” diyen çocuk, dünyanın en haklı sorusunu sormuştur aslında. Adam edebiyat profesörü fakültede ama bir Orhan Veli şiiri okurken gözleri gülmüyorsa, Sait Faik hikâyesi okurken yüzünde o şapşalca ifade belirmiyorsa, neye yaradı? Velhasıl kelâm, kitaplar bizi derviş etmiyorlar. Sadece bir ses olup, ışığı ve insanı gösteriyorlar. Hep söylüyorum bugün namuslu ve iyi bir insan olmakta ısrar ediyorsak, bunda; Orhan Kemal, Rıfat Ilgaz, Gülten Akın, Sabahattin Ali, Mehmet Akif ve daha pek çok yazarın etkisi var. Fakat onlar sayesinde iyi olmazsınız. Zaten bir hıyarsanız hıyarsınızdır. Siz kitapsızsanız Kitaplar ne yapsın, yazarlar ne yapsın?
YAZININ DİBİ: Bugün egemenliğin 100.yılı, 100 yıl önce düşman çizmesi altında çiğnenmekten kurtarılan ülkemiz aynı zamanda bir sülaleninde adı olmaktan çıkarılıp “Türkiye” yapıldı. Artık kimse padişahın ve ailesinin kulu ya da eşyası sayılmayacak, herkes “Yurttaşlık” şemsiyesi altında “Eşit ve hür” olacaktı. Çünkü;
“Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” denildi. Bu miras, çocuklara bırakıldı 23 Nisan bu yüzden bayram yapıldı. 23 Nisan 1920’de meclisin açılması, Saraya ve İstanbul’u işgal eden İngilizler ile diğer kuvvetlere atılan ilk tokattı. Bugün Cumhuriyeti ve değerlerini yok etmek isteyenler, 23 nisan 1920’de Atatürk ve silâh arkadaşlarının attığı o tokatı hâlâ yanaklarında sımsıcak hissedenlerdir.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun
Yaşasın 23 Nisan!