Zat-ı Hakk ikinci bir şey yaratmadı, Kendisi tecelliye çıktı. Tecellisi sıfatlarını vücutlandırması olarak gerçekleştiği ve her bir sıfat tabilik anlamında müstakillik taşıdığı için, her sıfat kendiliği olduğu için farklılıklar, kesret dediğimiz çokluk ortaya çıkıyor ama bu çokluk dediğimiz Allah’ın tevhitliğinin ve bütünselliğinin içerisinde olmaya devam ettiğinden, birbirinden ayrı olamaz. İşte bu merkezdeki insan yaratılmışlığın bütünselliğinin merkezinde, yaratılmışlığa anlam katan ve yaratılmışlıkla anlamlanan insan, kendisinde ve bu âlemde yaratılış gayesi neyse onu gerçekleştirir.
İnsan ne için yaratıldı? Allah’a iman, meleklere iman, kitabına iman, peygambere iman, ahirete, kadere imanın arkasından ne geliyor “Amentü’de?” “Şehadet” geliyor. Ancak bütünselliğe inanarak iman gerçekleşir dedik ya, o bütünselliğin içine şehadet girdi şimdi. İşte insan ne için yaratılmış? Şehadet için. Peki, nerede şehadet edecek? Zat-ı Hakk’ın tecellisinde Zat-ı Hakk’a şahitlerden olacak. “Eşhedü en la ilahe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü” boyutunda şahitlerden olacak yani “Hz. Muhammed ise insanı yaptı” diye başlamıştık ya işte O Muhammedî ilim, irfan olmadan, insan kendisine kendisinden de Rabbine arif olamaz, şahitlerden olamaz. Hucurat suresi 14. Ayeti kerimede,
Bedeviler, "İman ettik" dediler. De ki, "Siz iman etmediniz. Ancak "teslim olduk" deyin. Fakat iman henüz kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz O sizin amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Şüphesiz Allah bağışlayandır, rahmet edendir."
denilmektedir. Bunu nasıl anlayabiliriz? Bir ayak sabit öbür ayakla dönüyoruz ya, işte o sabit ayak Allah’a inanıyor, Peygamberine iman ediyor sabitliğidir. Bu neye benzer, Efendi Baba, “Melamilik akademik boyuttur” derdi, birisi akademiyi kazanıp, hak edip kaydını yaptırıp, artık orada öğrenim görmeye başladıysa, bu artık okuma yazmayı biliyor demektir. Akademide alfabe öğretilmiyor. Mülk suresi 23. Ayeti kerimede,
O, öyle bir mabuttur ki sizi meydana getirmiştir ve sizin için kulak ve gözler ve gönüller halk etmiştir, ne de az şükredersiniz.
denilmektedir. Allah insana, “Ben sana göresin diye görme, işitesin diye işitme, fikredesin diye fikretme verdim” diyor. Araf suresi 179. Ayeti kerimede,
Gerçek şu ki, biz kalpleri olup, gerçeği kavrayamayan, gözleri olup da göremeyen, kulakları olup da işitemeyen cinlerden ve insanlardan pek çok canlıyı cehennem için ayırmışızdır. Hayvan sürüsü gibidir bunlar. Hayır hayır, doğru yolu kavramakta onlardan da aşağı, bunlar körü körüne dünyaya dalıp gitmiş kimselerdir.
deniliyor. Şimdi, Zat-ı Hakk’ın sana seslenirken, “Göresin diye görme, işitesin diye işitme, fikredesin diye fikretme verdim” deyişi hem seni sana hem de Kendisini sana bildirişi oluyor. Neden? O Zat-ı Hakk, Kendisinden ayrı ikinci bir şeyi varlık âleminde görünür hale getirmemiştir. Kendisiyle birlikte Kendisine tâbî olan, Kendiliğinde mevcut bulunanı yine Kendisinde zahir etmiştir. Yaratılmış her ne varsa bu Allah’ın Kendiliğini zahire getirişi, Kendiliği olarak tecelli edişidir. Nerede? Yine Kendisinde.
.....
Yazının devamı için tıklayınız
.....