7. Sırâtallezîne en'amte aleyhim ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn. Kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.
Kendilerine nimet verilenler, tevhidî anlayışla yaşamını hem maddi hem de manevi yönleriyle güzelleştirmiş olan ve Allah’ın “Kulum” dedikleridir. Nimet, Hak katından idraklere sunulan İslamiyet’tir. İslam’dan daha güzel bir nimet olamaz çünkü Allah’ın tecellisi olan insan için yaratılış gayesine erip Allah’ın razı olduğu kullarından olmanın dışında daha büyük bir değer ne olabilir. Terazinin bir kefesine Allah’ın rızasını, diğer kefesine tüm dünyevî zenginlikleri koysak hangisi ağır basar? Bu soruya cevap olarak “Allah’ın rızası tabiki” diyenlerin yaşamları da dosdoğru yol üzerine olmalıdır. İşte nimet, Allah’ın rızasına ulaştırıp bizleri Allah’ın kulu yapacak olan İslam’dır ve İslam, Fatiha’da tanımlanmış haliyle yani tevhidî yönüyle Allah’tan başka ilah olmadığına kalben şehadetle yaşanılan yaşamdır. Bu nimet, yüce Kur’an’ı Kerimde, Kehf suresi 65. Ayetinde,
Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir Rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan Ledünnü ilmini öğretmiştik.
denilerek anlatılan nimettir. Allah’ın kendi katından verdiği Rahmet olup, ayette “Tarafımızdan” diyerek işaret edilen ise İslam’ın, ahlakıyla, ilmiyle, tevhitliğiyle yaşamın her iki yönünü de içine alacak şekilde Allah’ın Peygamberi Hz. Muhammed efendimiz tarafından tebliğ edilişidir. İslam, Allah’ın katından Peygamber efendimiz tarafından insanlığa gönderilmiş en büyük ve kutsî nimettir. Bu nimetten istifade edenler yani İslam olmayı başaranlar, iman ayrı yaşam ayrı yalanı ve iblisin tuzağından kendisini kurtarıp yaşamın her yönüyle İslam’a uygun yaşayanlar, Fatiha’yı dilde ezber olarak değil kalben ve yaşayarak okuyanlar, Allah’ın kulluğuna ulaşanlar ve Allah’tan başka ilah olmadığı hakikatine şehadet edenlerdir ki onlar dosdoğru yol üzerine olanlardır.
Ayette ledün olarak zikredilen ve gizli ilim olarak tercüme edilen ilim, tevhit ilmi olup verilen nimetin kalbin gıdası olması içindir. Bu ilim, kendisini tahsil edene, yaşamın ve yaratılmışlığın Allah’ın tecellisi olduğunu ispat eder. Kalp, tevhitle dolunca, gözler, kulaklar, dil ve bilinç emmareye tâbilikten kurtulup kalbe tâbî olmaya başlar. Kalbe tâbî olan göz, kulak, dil ve bilinç şehadet üzerine işlevselleşir. Artık o kişiler yaşamda, yaşamın madde ve mana boyutlarını bir edip, her yaratılmışlık olan Allah’ın tüm tecellilerinde Allah’a şahit olmaya başlarlar. Onlar Fatiha’yı okurken görürler, işitirler ve tefekkür ederler. Fatiha’dan Kur’an’ı, Kur’an’dan kâinatı!
İşte, kendisine nimet verilenler yani İslam’la şereflendirilenler, Allah’tan razı olmalarıyla, şikâyetten, sitemden, küfürden, öfke ve zulüm gibi zulmaniyetten arınıp kendilerine zulmetmeyi terk edenler, ego ve benliklerinden arınıp şirklerinden arınanalar, Allah’ın rızasına ulaşırlar da onlar, mutlu kimseler olurlar ve mutlulukları maddeye dayalı olmadığından, mutlulukları manaya tâbî olduğundan, yaşamları boyunca tevhit üzerine kalarak mutlulukları daimî olur. Onlar, şehadet üzerine, tecelli olan varlıklarının dayanağı olan, varlığının evveli ve sonu bulunmayan Allah’ı zikrederler, severler ve keşfederler. Baki olan Allah’ın zikri ve sevgisi zikretmeyi ve zikredilmeyi, sevmeyi, sevilmeyi ve şehadeti de bakileştirir.
Gazaba uğramışlar ve o sapmışların yolu ise, kendilerine Hak katından gelen nimeti, dünyevî istekler için zayi edip kendilerine zulmetmeye devam edenlerdir. Onlar, İslam’ı Peygamber efendimizin tebliğ edip yaşadığı gibi tevhit üzerine yaşamak yerine emmarelerinin telkinleriyle kendilerince tanımlayarak, ikiliği tevhit etmek yerine içinde ikilik oluşturacak şekle sokanlardır. Onlar, Allah’ın Kur’an’ı Kerimde istedikleri gibi olmayıp bir de olması gerekenler olarak kendilerince çıkarımlar yapanlardır. Onlar, kendilerini içine attıkları şirk ve cehalet yaşamını olması gereken gibi sunanlardır. Onlar, peygamber adına söz söyleyip insanları Allah ve peygamberle kandıranlardır. Onlar, şehadeti, kulluğu ölümden sonraya bırakanlardır. Onlar, Bakara suresi, 18. Ayeti kerimede,
Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.
denilerek vurgu yapılan, İslam’ın özüne, tevhide, insanlığa, okumaya, bilime, akla ve düşünceye, şehadete karşı sağır, dilsiz ve kördürler. Onlar, gerçeği inkâr eden cahildirler. Onlar, Fatır suresi 5. Ayeti kerimede,
Ey insanlar! Allah’ın vaadi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı da Allah hakkında sizi kandırmasın.
denilerek beyan edilen, dünya hayatının aldatıcılığına kanıp tevhitten sapıp şirke yönelenler ve kendi gazap yolunu dosdoğru yol diye satanlar ve Peygamberle, Allah’la kandıranlardır. Onlar için İslam üzerine peygambere ümmet olmak, Allah’a kul olmak, iman ehli olmak, Kur’an okumak, ibadet etmek gibi tüm kutsî değer olan nimetler sadece ve sadece söylemden ibarettir. Tüm bu kutsî değerlere ait olan ve nimeti hak edip şükrünü yapmış iman ehillerinin sonsuz sevgi ve rızalıklarından kaynaklı söylemiş olduklarını alıp sadece dil ile söylemeyi kulluk diye satarken ama söylediğinin tersini yaparak yaşarken kalplerinde para, makam, şöhret olanlardır. Onlar iki yüzlü münafıklardır. Dili başka kalbi başkadır onların. Onlar ikilik olan şirk dolu kalplerinde kendi arzularıyla yaptıkları putlar taşıyanlardır. İman onların dilinde kalmış, kalplerine ulaşmamıştır çünkü dillerindekini kalbe indirmemişlerdir. Onlar, “Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur” derler ama gözlerinin gördüğü kendi ilahlıklarıdır. Gurur, kibir, ego, benlik onların yaşam sebebidir. Onlar, İsra suresi 60. Ayeti kerimede,
Hani, sana: "Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır." demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur'an'da lanetlenmiş bulunan o soyu da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik. Biz onları korkutuyoruz ama bu onların kudurganlığını artırmaktan başka bir katkı sağlamıyor.
denilerek tanımlanan lanetlenmiş soydurlar ki bu soy bedenen değil zihnen gelen soydur. Cenab-ı Allah, Rahmetinden kaynaklı biz insanlara kendi katından İslam nimetini, peygamberimiz aracılığıyla göndermiştir. Bizler, bu nimete sahip çıkıp hak ettiği değeri vererek hak ettiği gibi hizmet ederek Allah’ın razı olduğu kullarından olmayı, Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmeyi dünyada yaşarken başarmalıyız. Allah’ın rızasını kazanmak, Allah’ın kulu olmak, Allah’a şehadet etmek yani insan olarak yaratılmış olmanın şükrünü yaratılış gayemiz üzerine yaşayarak yapmak, içinde bulunduğumuz dünya boyutunda yaşarken gerçekleşmesi gerekendir. Cenab-ı Allah, bizlere taşımayacağımız yükü yüklemez yani yapamayacağımız şeyi bizlerden istemez. Bizden, Kendisinden başka ilah olmadığına şehadet etmemizi istiyorsa, ki İslam’ın şartı olarak istemektedir, o halde şehadet dosdoğru yol üzerine olmayla dünyada yaşarken mümkündür. Yeterki, sapmışların yolundan çıkıp tevhit yoluna girelim.
Bizlerin, Fatiha suresini idrak ederek yaşayanlardan olmayı başardığımızda, şehadete erme sonucu Allah’ın rızasını hak edip kulum dediklerinden olma gayretimiz daim olsun.
Özkan Günal
ozkan.gunal@emekyayinevi.com