Bursa Arena E'Gazete
2021-06-04 00:15:52

Don Lastiği- Pakistan Giriş Damgası..

ETABEY KARATOPRAK

04 Haziran 2021, 00:15

Temmuz-1986 ortalarında üniversitede doktor asistan iken YÖK'ün kuruluşu ile ayrılan sevdiğim arakadaşım Selçuk Öğrendil telefonla aradı. Hal hatırdan sonra "yahu gel İstanbul'a, bir yemek yiyelim" diye davet edince, işlerim olduğunu söyledim. "Kursu boşver. Bir arkadaşımla yemek yiyeceğiz" dedi. Randevulaştık İstanbul'a gittim. Balıkçı bir restoranda oturduk. İbrahimbey, Selçuk'un okul arkadaşı ve Pamukbank Perşembe Pazarı şubesinin müdürü. Selçuk da İmar Bankası Genel Müdür Yardımcısı. Emlak Kredi Bankası Genel Müdür Yardımcısı olduktan sonra da İmpeksbank genel müdürü oldu. Genç yaşta görüşmeler için gittiği Moskova'da bir otel odasında vefat etti.

Rakı ile balıkları yerken İbrahim bey bankacılık işlemlerinin altından artık kalkılamadığını söyledi. "Bu bilgisayar işi patlama yapacak, şimdiden pazarda yer edinelim" dedi. Ben de "çok sermaye lazım" diye cevapladım. Bu defa devamla "Nerden alacaksın" sorusuna da "Taiwan" dedim. "Bir şirket kuralım sen gidebilir misin" deyişine de olumlu cevap verdim ve "fakat çok sermaye lazım" diye de ekledim. Ne kadar sorusuna "en az 100 bin dolar" dedim. "Orasını sen merak etme, benim şubem Türkiye'nin dış ticaret bankacılık işlemlerinin %75'ini yapıyor" diye yaklaşınca keyfim yerine geldi. Kadehleri tokuşturup "hayırlı olsun" dedik.

Benden bir vekalet istediler. Birer milyon sermaye koyacaktık. Bunu kabul ederek şahsıma düşen rakamı gönderdim. Gideceğim günü ben ayarlayacaktım. İbrahim bey çevresi geniş biri olduğu için hemen Kare Limited şirketinin kuruluşunu tamamladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin önünden Fatih'e giden anayol üzerindeki park içerinde belediyeye ait 3 katlı tarihi bir binayı kiralamış. Boyasını yaptırmış. İki telefon bağlatmış ve masa, sandalye ile tüm büro malzemelerini de temin etmiş. Gidiş tarihini belirlemek için telefonda görüşürken tek başıma gitmemin sakıncalı olacağını ve yanıma bir arkadaş almamı söylediler. Ben de "yurt dışı deneyimi var. Amerika'da bir yıldan fazla yaşamış yanımda çalışan yüzbaşı Zeki Küçükbardakçı'yı alabileceğimi" söyledim. Kabul ettiler. Zeki ile konuştum. O da çok sevindi. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra Selçuk tekrar aradı. "Sen adamını götüreceksin ama döndüğünde elde ettiği bilgileri başka yere pas edebilir. En iyisi bu işe onu da ortak edelim" dedi. Hissesini sordum. Bu büyük iş. Ona da eşit hisse verelim dediler. Ben de kabul ettim .Zeki'ye teklif ettim. Bizim verdiğimiz sermaye kadar onun da koyması gerektiğini, bu bedel sadece senin gidiş geliş masraflarını karşılar dedim. Babası ile görüştükten sonra kabul etti.

Şimdi hatırlıyorum da nereden nereye... Almanya'dan döndükten sonra Yüzbaşılıktan ayrılma birinin beni görmek istediğini söylediler. "Bizim ordumuz yok" dedim. Aramadım. Dersten çıktığımda odamda birinin beklediğini gördüm. Kendisini tanıttı: Zeki Küçükbardakçı.

Bilgisayar işinde çalışmak istediğini söylüyordu. Fabrikalara başvurmuş, asgari ücretle bile işe almamışlar. Anlatırken gözleri doluyordu. Eşi de avukat imiş. Balıkesir'de yaşıyormuş. Deniz Harb okulunu 2. olarak bitirmiş. Bundan dolayı Savarona yatında 2. kaptan olarak görev yaparken Amerika'ya yüksek lisans için gönderilmiş. Bir yıl orda kalmışlar. Bu istifa etmiş. Sebebini söylemedi. Bir düşüneyim. İhtiyaç olduğunda sizi ararım dedim. Evde oturmak istemediğini söyledi. Ben de İnegöl pasajındaki bilgisayar satış mağazasına takılabileceğini söyledim. Her sabah oraya gidiyormuş. Bir Türk subayının böyle mağdur edilmesini kabullenemedim. "Hanımını getirip yaşaman için sana kaç lira yeter" diye yoklayınca "sen ne verirsen" dedi. Ben de dolgun bir maaş verdim; Ev tuttu ve hanımı ile birlikte yaşamaya başladı.

Vize işlerini halletmek için onu İstanbula gönderdim. 3 gün sonra döndü. PİA (Pakistan Hava Yolları)'ndan Bangkok'a gidiş dönüş bileti almış. Vizeyi Bangkonk'a aldıktan sonra bilet alıp Tapei'ye gideceğimizi söyledi. 9.Eylül.1986 günü İstanbul'dan uçağa bindik. Uçak iki katlı Boeing 747 idi. Bizim DC'ler onun yanında yavru gibi idi. Pakistan'ın İslamabad Hava Alanına indik. Bu gece burda misafir edeceklerini, yarın devam edeceğimizi söylediler. İsteyenin müslüman misafirhanesinde, isteyenlerin de diğer otelde kalabileceğini söylediler. Biz müslüman otelini seçtik.

Dışarda hurda bir minübüs ile bizi yarım saatlik yolculuktan sonra bir tarlaya bıraktılar ve kalacağımız yan yana sıralı kulübeleri gösterdiler. Zeki ertesi gün alacakları saati sorarken ben kulübeye gittim. Lamba yok. Yerde bir ot şilte. Tuvalette arazi... Geri döndüm minübüs hareket etmiş gidiyor. Zekiye durdurmasını söyledim. Oda koştu durdurdu. Adama bizi de gavur oteline götürmesini söyledik. Sinirlendi. Gittiğimiz otel PİA ile KLM'nin ortak yaptırdığı 5 yıldızlı bir konaklama oteli idi. Her taraf pırıl pırıl. Gece yarısı açık büfe yemek ve meyve ikramı var. Güzelce odamıza yerleştik. Temizlenip yemek yedik. Gavur olmanın nimetlerinden yararlanıyorduk.

Sabah uyanınca, kalkıp kahvaltı bölümüne gittim. Açık büfe çok zengin bir kahvaltıdan sonra oturma bölümünde sigara molası verdim. Yanımda yaşı 60'ın üzerinde eşiyle türkçe konuşan bir adam vardı. "Hayırdır" dedim. İstanbul'da Caterpillar iş makineleri yedek parçası satıcısı imiş. Parça almak için Amerika'ya gidiyormuş. Burda ne işi olduğunu sorunca, Amerikan TWA havayolu şirketi 4 duraklı dünya etrafında bir tur atarak seyahat ettiğinde 200 Dolar bilet ücreti alıyormuş. Bu otellerde de istediğin kadar kalabiliyormuşsun. Oda hanımını gezdiriyormuş. Hindistan, Japonya ve Huston devam edeceklermiş. Huston'dan parça alıp ordan Atina'ya gideceklermiş. TWA'in Türkiye uçuşu olmadığı için Atina üzerinden uçuyorlarmış. Bilet bedava gibi birşey.

1975 yılında ODTÜ birinci sınıfta okurken Pakistan Genel Kurmay Başkanı Ziya-ül Hak'ın oğlu İcaz, bizim sınıf ta idi. Çocuk gibi yaramazlıklar yapardı. Güreşi ve boğuşmayı çok seviyordu. Hatırladığım kadarıyla sınıf arkadaşımız Ali Kışlak ile yurtta aynı odada kaldıkları için enseye tokat şakalaşırlardı. Anlatılanlara göre büyükelçi hafta sonu bunu yemeğe gütürmek için yurda gelmiş. Devletin aracıyla nasıl gelirsin ve parasını harcarsın diye adamı felaket fırçalamış. Mayıs ayı ortasında süresiz boykota gittiğimizde oda Amerika'ya gitmiş. Geri dönmedi. Aynı dönem Pakistanlı bir hocamızdan ben 151 Calculus I dersi almıştım. Matematiğin ne olduğunu ondan öğrenmiştim. Limitin ne olduğunu "iki reel sayı arasında en az bir reel sayı vardır" teoreminin ispat yöntemi ile anlatması muhteşemdi. Limitin tanımındaki düşünebileceğin en küçük pozitif reel sayı E>0 şöyle anlatmıştı. Bir kaplumbağa her gün gittiği yolun yarısını gitmektedir. 2 metrelik yolu kaç günde gider? Birinci gün 1 metre gider. 2. gün kalan 1 metrenin yarısı 50 cm'yi gider, 3. gün kalan 50 cm'nin yarısı 25 cm'yi gider. Dördüncü gün kalan 25 cm'nin yarısı 12,5 cm'yi gider. 5. Gün kalan 12,5 cm'nin yarısı 6,75 cm'yi gider. 6. gün kalan 6,75 cm'nin yarısı 3,375 cm gider. Bu durumda sonsuza kadar gidemez. E>0 ne olmalıdır? Kaplumbağanın boyu 20 cm olduğunu kabul edelim. Kaplumbağanın yarı boyuna ulaştığında varmış olacaktır. Yani kalan yol E=10>6.75 olacağından 5. gün hedefe varmış olacaktır. Burda limit 5 gün olmuş oluyor. İşte matematik somut olayı limit kavramıyla soyut nokta harekine dönüştürerek işlem yapılmasını sağlıyor. İşlemi tamamlamak içinde bir sınır bilgisi ile somut hale dönüştürür.

Boykottan sonra bu hocamız da Türkiyeyi terk etmişti. Boykot süresizdi. Sınavlar başladı. Benim birinci dönem ortalamam 1,60 dı. eğer 2. dönem en az 0.40 ortalamaya ulaşamaz isem iki dönem ortalaması 1'in altında olacağı için okuldan atılacaktım. Askerlik şubesi ile maceralı bir geçmişim olduğu için hemen sevkimi yapıp bakaya duruma düşüreceklerdi. Uyku uyuyamıyordum. Çünkü benim askerlik bitmezdi. Mecburen 2 dersten gidip sınava girdim. Birinden DD aldım ve sınıfta kalmayı garantiledim. Böyle uzun süreli boykotlardan sonra kısa dönemler halinde öğretim yapılıyordu. Bizler o dönemin çok değerli hocalarından çok şey öğrenecekken hiçbir şey öğrenemeden beleşine sınıf geçiyorduk. Akademik çalışmalarım da bunun eksikliğini çok hissettim. Bir ülkeye yapılabilecek en büyük kötülük üniversite öğrencilerini boykota sürüklemek. Bizi boykota götüren öğrenci liderleri hiç kaybetmiyorlar. Biri samanlıkta saklanıyor, sonra milletvekili oluyor, biri kaçıp tarih profesörü oluyor. Bakıyorum şimdi de kendi gençlerimiz terk etme uğraşında. Rasim Ozan Kütahyalı'nın youtube'taki CeHaPe belgeselinde aktardığı Çetin Altan'ın sözüyle "Türkiye don lastiği gibidir. Sen Türkiyenin uzadığını, geliştiğini zannedersin. Bıraktığın zaman don lastiği gibi eski haline döner."

Biz gittiğimizde Ziya-ül Hak devlet başkanı idi. Revalpindi şehrinin hemen yanı başında yeni bir başkent İslamabad'ı yaptırmıştı. Saat 16'da bizi havaalanına götüreceklermiş. Zeki'ye "bir araba kiralayıp her iki şehri de gezelim" dedim. O taksi işini ayarladı. İcaz'ı bulmayı düşündüm ama vazgeçtim. Aradan 10 yıldan fazla geçmişti. Hatırlamayabilir diye düşündüm. Taksi ile her yeri gezdik. Büyükelçilikler daha yeni yeni taşınmaya başlamışlardı. Ankara eski Belediiye Başkanı Vedat Dalokay İslamabad'ta bir cami yapmıştı. Orayı da gezdik. Dışardan 3 kanatlı br çadır, fakat camiye girdiğinde kubbe var. Altında da 5 kat İslami Bilimler Enstitüsü.. Oraya girdiğimizde hepsi bize garip baktılar. Sonradan öğrendik ki Taliban bu okulda eğitim görüyormuş. Revalpindi tarihi bir şehir fakat çok bakımsızdı. Otele döndük. Yemeğimizi yedik. Bizi yepyeni bir minübüs havalanına götürdü. Lahor şehrinden Aktarma ile Karaçi şehrine gittik. Gece uçağa bineceğimiz için orda da bir taksi kiraladık. Karaçi şehrini gezerken bir caddede silah sesleri duyduk. Benazir Butto taraftarları ile polis çatışıyormuş. Deniz kıyısında develere binerek yürüyüş yapan insanları gördük. Havaalanına gittik. Çıkış işlemlerini yaparak Bangkok uçağına bindik.

Devam Edecek.. (gelecek sefere Taiwan'a maceralı gidiş)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.