Doğum, bir varlığın var olmaya başladığı olaydır. Filizin tohumdan, civcivin yumurtadan çıkması gibi bebek de ana karnından doğar. Güneş her sabah doğar. İdraklerde düşünme, araştırma ve ilham yoluyla bir fikir doğar. İrade sonucu sıfatlarımız aracılığıyla bir eylem doğar. Doğum, yok olanın yokluk halinden var oluşu değil var olanın boyut değiştirmesidir.
Bir önceki yazımızda “Ölüm” konusunu işlerken, iki türlü ölüm vardır; birincisi faniliğin gereği olan, hepimizin bir gün yaşayacağı zorunlu ölüm, ikincisi kutsi hadiste işaret edilen “Ölmezden evvel ölüm” demiştik. Doğum için de aynısı geçerlidir. Biz insanlar için iki doğum vardır. Birincisi, babadan olma, anneden doğma olarak insan suretinde var olmaya başlayıştır. İkincisi ise yeni bir idrake, tevhit gerçekliğine, kendi yaratılış gayemiz üzerine yaşamaya doğumdur. Birinci doğum bizi ikinci doğuma uygun yapar ama asıl doğum ikincisidir çünkü insan ancak ikinci doğumla Allah’ın “İnsan” ve “Kulum” dediği olabilir.
Birinci doğumda insan, babadan olma anneden doğma sonucunda insan suretinde, bâtınında insan olma özelliğinde, Allah’ın Kendi değerleriyle donatmış olduğu haliyle dünya yaşamına doğar. İçine doğduğu aileye, topluma, toplumun ve ailenin kültürüne, adetlerine, geleneklerine, anlayışına göre şekillenerek anlayış sahibi olur. Toplumun ortak değerleri değeri, doğruları doğrusu, yanlışları yanlışı, hayat tarzı yaşamı olurken, inancı da inancı olur. Toplum hangi inancı ya da inançsızlığı benimsemiş ise onu benimser. İnanç toplum için ne ifade ediyorsa onun için de aynısı olur. Toplumun inancın içini doldurmak adına yaptıkları da inanç için yapılması gerekenler olur. Bugün, çok farklı toplumların kendilerine göre yaşam şekillerinin oluşu, o toplumu oluşturan insanların o toplum içinde doğup büyümesinden kaynaklıdır. Bir topluma göre yanlış olan diğer topluma göre doğru olabilmektedir. O zaman doğru ve yanlış kavramları topluma göre değişkenlik gösterdiğinden, bakılması gereken toplum mu olmalıdır? Maide suresi 104. Ayeti kerimede Cenab-ı Allah,
Onlara, gelin Allah'ın indirdiğine ve Peygambere dendi mi bize yeter atalarımızın yapageldikleri şeyler, böyle bulduk biz derler. Fakat ya ataları da bir şey bilmiyorlardı ve doğru yola gitmiyorlardıysa?
buyurarak bizleri bu konuda uyarmaktadır. İnsan, birinci doğumda dünyada yaşamaya başlar. Yaşamsallığı için kendisine ne gerekiyorsa genelleme yaparsak tümü mevcuttur. Öncelikle, anne sütüyle beslenir. Giydirilir, korunmaya alınır çünkü çok zayıf ve kırılgan yapıdadır. Emzirilmezse açlık ve susuzluktan, giydirilmezse soğuktan, korunmazsa acizlikten yaşamı biter. Devamında biraz büyüyünce hazır bulduğu gıdalarla yemek yemeğe ve su içmeye başlar. Biraz daha büyüyüp o ana kadar yaşamdan öğrendikleriyle istekleri ve seçimleri devreye girer. Kendisine öğretilenler ve öğrendikleriyle gelişen bilinci doğrultusunda bireyleşmeye başlar. Kendi düşünceleri, karakteri, doğrusu, yanlışı, şartlanmaları, inancı oluşur. Ama tüm bunlar aslında kendisinin ailesi ve toplum tarafından şekillendirilmesidir. Ailesi ve toplum hangi yaşam içindeyse yaşamı o olurken, inancı hangi yöndeyse inancı o olur. Müslüman bir ailede doğduysa Müslüman, ateist bir ailede doğduysa ateist olur. Müslümanlık, ailesi ve toplumda neyse Müslümanlığı da öyle olur. Bir heykeltıraş, elindeki ham maddeyi nasıl şekillendirirse ortaya çıkan eserin de aynen öyle olması gibidir. İşte ortaya çıkan eser kendisine bakıp “Ben” demeye başlar. Yaşam, ihtiyaçların karşılandığı gereksinimleri elde etmek için yapılması gerekenlerin yapıldığı tek taraflı bir boyut kazanır. Yemek yiyip içmek, giyinmek, barınmak, üreyip çoğalmak, lazım olanın en iyisine sahip olmak üzerine yapılanlar da yaşamın içinde bulunmak olur. Tek taraflı yaşam, içinde zulmaniyet barındırır ve insan özelliğinde olan doğmuş varlık, insanlığını dünya içinde dünya için kaybeder. İnanç da tüm bunların yanında öğrendiği gibi kalan diğer unsurlardan bir unsurdur artık onun için. Belli başlı kalıplara hapis edilmiş zorunluluktur. Kalbin secdesi olan iman, kalıbın secdesine dönüşmüştür. Kalıp şartlanmalar sonucu Allah’a secdedeyken asıl Allah’a secde etmesi gereken kalp, paraya, eşyaya, emmareye secdededir. Görmek, işitmek, konuşmak, fikretmek bilincin yorumlaması olduğundan, bilinç hangi yöndeyse görülen, işitilen, sevilen, konuşulan, fikredilen o olur. Aynı şeye bakarken görülenin değişkenlik göstermesi, bilinçlerin değişken oluşundandır. Ama insan için fark şuradadır ki insan düşünüp, araştırıp, sorgulayıp asıl doğrunun ne olduğunu öğrenebilme ve yaşayabilme özelliğindedir.
İkinci doğum ise, insanın birinci doğumundan sonra yaşamın içinden elde ettiği benliğinin, mahlûkça yaşamda tek taraflı bulunurken, kalbinin emmareye secde edişinden ölmesi sonucu gerçekleşen idrak doğumudur. Bu doğum Muhammedî irfaniyet olan tevhit üzerine bulunmaya başlayarak yaşamayı sağlar. Ölmezden evvel ölenin doğumudur bu doğum. Buna, bilincin dönüşümü de diyebiliriz. Neyden neye dönüşüm? Cenab-ı Allah, Enam suresi, 106. Ayeti kerimesinde,
Rabbinden sana vahyedilene uy. O'ndan başka İlah yoktur. Ve müşriklerden yüz çevir.
buyurarak sorumuzun cevabını Kendisi vermektedir. Birinci doğumdan sonraki yaşantı içerisinde elde edilen ve doğru kazanım zannedilen ama aslında müşriklik olan bilinçten tevhit bilincine dönüşüm. Müşriklik bilinci, olmadığı gibi görüntü veren bilinçtir. Allah’a inanır ama görüntüde, kuldur ama görüntüde, ibadet eder ama görüntüde, insandır ama görüntüde. Görünmeyen kısmında yani kalbinde inandığı şey emmaresi, kulluğu emmaresine, ibadeti emmaresine dönüktür ve yaşamı mahlûkcasınadır. Nereden mi bilinir müşrikler? Onlar, Cenab-ı Allah’ın uzak durun dediği her şeye yakın dururken, yakın durun dediği her şeyden de uzak duran, Allah deyip, namaz kılıp, oruç tutan, hacca gidenlerdir. Yalan, hile, sahtekârlık, gurur, kibir, öfke, cimrilik içinde bulunurken benlik ve egosu için gurur ve kibirleri ve kendilerini yücelttirmek peşinde olanlardır. Onlar aslında kendilerini ilah edinmişlerdir. Cenab-ı Allah, Nahl suresi, 51. Ayeti kerimede,
Allah dedi ki, “İki İlah edinmeyin: O, ancak tek bir İlah'tır. Öyleyse Ben’den, yalnızca Ben’den korkun.”
diyerek bu konuda bizleri uyarmaktadır çünkü müşrikler her ne kadar görüntüde ve dille Allah’tan başka ilah yok deseler de kalplerinde bu hakikati inkâr etseler de Allah’ın Ali İmran suresi 18. Ayeti kerimede,
Allah, şehâdet etti. Muhakkak ki O'ndan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de adaletle şahit oldular ki, O'ndan başka ilâh yoktur, O Aziz’dir, Hakim’dir.
dediği gibi Allah’tan başka ilah yoktur. İşte bu gerçeğe, bu tevhide doğmak ve tevhit üzerine Allah’ın “Kulum” dediklerinden olmaktır ikinci doğum. Tıpkı, birinci doğum gibi ikinci doğum da doğurulmak sonucu mümkündür. Nasıl ki birinci doğumda biz kendi kendimize kendimizi doğurmadıysak, ikinci doğumda da kendi bildiğimize kendimizce doğamayız. Birinci doğum, Allah’tan başka ilah olmadığını işitmek olurken, ikinci doğum Allah’tan başka ilah olmadığına şehadettir. Şehadeti olmayan henüz insanlığa, kulluğa, tevhide doğmamış, birinci doğumda kalmıştır. İnsan ve Allah’ın kulu olmak için ikinci doğum farzdır.
ozkan.gunal@emekyayinevi.com
//www.emekyayinevi.com
Youtube: Özkan Günal