Bursa Arena E'Gazete
2024-05-16 00:11:52

Belediyelerdeki Şatafatın Nedenleri..

ETABEY KARATOPRAK

16 Mayıs 2024, 00:11

1958 ylında babamın bir tarlası zırhlı birliklerin bulunduğu Güvenç Garnizonunun büyütülmesi için Nato tarafından 40 bin lira bedelle istimlak edilmişti. Artık bizde hatırı sayılır zengindik.

Anam temizlik hastası olduğu için çamaşır yıkamaktan her zaman şikâyetçi idi. Babam 1961 yılında Erzurum’da Işıl mağazasından UPO marka bir çamaşır makinası almıştı. Bunun yanı sıra konik ahşap ayaklı modern kırmızı deri kaplı dört tane koltuk (yukardaki resim benzer koltuk, onun yanları ve arkası sökülüp takılabiliyordu), İtalyan lake beyaz 6 sandalyeli yemek masası ve birde bir metre boyunda, iki çekmece, bir dolabı ve camları sürgülü kısmı olan sökülüp paket haline getirilebilen büfe alınmıştı.

1985 yılında ben birine hediye ettim. 3 tanede krem rengi sehpa vardı. Fakat hepsi modülerdi. Ayaklar ve gövdeler takılıp sökülebiliyordu. Koltuklar narin ve küçük görüntülü idi. Gelen misafirlerin bazıları kendilerini taşıyamayacağı düşüncesi ile yere oturuyorlardı. Görenlerin pek beğenmedikleri hissediliyordu. Anam da beğenmemiş olacak ki bunları atıp 1966 yılında kadife kumaş kaplı cüsseli ve gösterişli koltuk takımı almıştı. Bu beğenmemezliğin nedenini anlamamıştım. Modern modüler mobilyanın daha işlevsel ve kullanışlı olduğunu 1990’larda öğrendim.

Bunun bilimsel açıklamasını da matematikten sonra İktisat doktorası yaparken aldığım ek derslerden birinde “pazarlama” dersinde oldu.

Satılacak veya üretilecek ürünün tüketicisi “hedef kitle” net bir şekilde belirlenmeli idi. Sosyo ekonomik olarak ağırlıklı tüketici orta sınıfta yer alanlardı. Bunlar kendilerini güvende hiisedebilmek için cüsseli ve gösterişli ürünleri tercih ederler. Böylece güçlü olduklaraını hissederler. Bunların çoğu sonradan görme olarak da adlandılırlar. Üst kesimin tercihi ise marka ve pahalı ürün. Alt kesimin özelliği ise bulduğu ile yetinmek.. Bir üst segmente atlayabilenin tüketim anlayışı ve davranışı da değişiyor. Bu davranış biçimleri her alanda geçerli olabiliyor. Bizim koltuklara oturmak için insanların neden güvenmediğini o zaman anladım.

Günümüzde Ak Partililerin de kendilerini dışlanmış hissettikleri alt gelir grubundan üst gelir grubuna geçtiklerinde, bu davranışları göstermeleri normal. Bu gösteriş toplumsal yapılaşmada da var. Damdan eve, evden konağa, konaktak köşke, köşkten saraya geçiçler toplumu ifade etmenin tam örneği. Devlet dairelerinde de bu tanımlar yer almıştır. Vali konağı, adliye binaları şimdi adliye sarayları oldu. Bu binalarla geliştiklerini ve güçlendidiklerini zannederler. Devlet teşvikleri ile verilen yatırım kredileri köşklere ve saray yavrusu köşklere yatırılmıştır. Servet edinme üretime dayalı yaşamdan daha önemlidir.Yaptıkları binaların görkemli girişlerinin olması bunu ispatlıyor. Bu davranış biçimi servet edinenlerin çoğunda görülür.

AK Parti iktidarda olduğu için kamu yatırımlarında ve harcamalarında yaptıkları göz önünde oluyor. Araç kiralamada gösteriş merakı ve paydaşlara yaygın lüks araç teminiyle onların da büyük adam olduklarını topluma göstermek içindir. Kendi aralarında “ben daha güçlüyüm” diyebilmek için daha fazla gösteriş sağlayacak davranışlar gösterirler. Tüketici davranışları diplomaya değil kişisel gelişim, kültür ve davranış biçimine bağlı. Fakat sağcı siyasetçilerin Belediyelerdeki davranışları toplumsal davranışlardan daha farklı olmaktadır. Aşağıda maddeler halinde açıklamaya çalışılmıştır.

1) Kendisini sağda gören insanlar kurumlaşmayı bir türlü kabullenemediler. Kurallara dayalı bir yaşam ve yönetim biçimini benimsemediler. Süleyman Demirel başbakan olur olmaz 1960 anayasasına “bize bol geliyor” diye karşı çıkmıştı. “Bize plan değil, pilav lazım” diye Devlet planlama Teşkilatı’nı istemiyordu.

2) İkinci olguda seçimi kazanmakla devletin mülkiyet haklarına da sahip olduklarını benimserler. Demirel, “Verdimse ben verdim” deyişiyle, bu davranışın öncüsü ve belirleyicisidir. Seçildikleri konumda kendilerini her şeyin sahibi gördükleri için gelir getirci işleri ve makamları yandaşlarına vermekte bir sakınca görmezler. Kendilerinden olmayanlar beş vakit namaz kılsalar bile onlar için beslenecek münafıklardır. Verdikleri ile yetinmek zorundadırlar. Devletin verdiği maaşı bile kendilerinin verdiğini zannederler. Bu nedenle çalışanları onlar için “cariye” statüsündedir.

3) Yasaları uygulamamak için değişik yöntemler geliştirmişlerdir. Demirel, muhalif iş adamlarını sindirmek için “İnci Baba” diye birine ihale düzenlemesi yaptırıyordu. Özal “Bir defa Anayasa delinmekle bir şey olmaz” diyordu. Şortla resmi törenlere katılıyordu.

4) Bu kesimin hepsinde “Reis ne derse o olur” anlayışı ve davranışı vardı. Liderin davranış biçimini gösterirler. Nitelik önemli değildir. Söz dinlemesi ve itaat etmesi temel esastır. “Hesabı da ben Allah’a veririm” savunması var. İktidara geldiklerinde orta tabaka davranışları gösterdikleri halde, şimdi üst gelir segmenti davranışları göstermekteler.

SONUÇ: Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri Türklüğün Anadolu da yaşadığı 2000 yıllık kültür birikimine dayalı olarak belirlenmiştir. Medresenin elli yıllık medeniyet nitelemesine dayalı bir yapılanmanın Osmanlı’nın felaketine neden olduğu unutulmamalıdır.

Yeni anayasa ile bu kuruluş ilkelerinde gedik açma çabalarından vazgeçilmelidir.

Osmanlı bilim ve teknolojide ki açığı kapatmak için kurduğu mektepler ve akademiler ile bu gelişmeleri reddeden, kendilerini ilim ve irfan sahibi olarak kabul eden medreseler arasındaki çatışmaları bugüne taşıyarak, kurumsallaşmanın önüne geçecek düzenlemelerden vaz geçilmelidir. Kurumsallaşmanın temel dayanağı olan karar vericiler ile yöneticeler ve denetleyiciler üçlemesine önem verilmelidir. Bunu “baba, oğul ve kutsal ruh” üçlemesi olarak niteleyip reddetmenin ucuz bir dayanak olarak ileri sürmenin gereği yok kanaatindeyim.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.