Türkiye’yi kurtaracağı ümidini taşıdığımız seçimi yapmadan önce, ülkemize vereceğimiz çok büyük zararları görmezden geliyoruz.
Seçim var ya, kesenin ağzını iyice açtık. Hesapsız kitapsız para dağıtıyoruz. 40-45 Yaşındaki insanları bile emekliye ayırıyoruz. Milyonlarca insana vereceğimiz emekli parasını nereden bulacağız? Zaten çok açık veren bir bütçeye sahibiz. Milyarlarca dolar dış borcumuz var. Nebati bey, yerlerde sürünen ekonomimize ve çok ağır enflasyona rağmen “mucizeler yaratıyoruz” diyor gülerek. Halimize mi gülüyor yoksa başka bir şey mi ifade etmek istiyor anlamıyoruz. Emekli, adı üzerinde.. Yıllarca prim ödüyor, bütün dünyada 60 yaşına geldi mi işe veda ediyor ve hayatının geri kalan bölümünü adam gibi geçireceği bir maaşa bağlanıyor. Bizde bırakın adam gibi geçinebilmeyi, doğru dürüst karnını doyuramıyor artık. Güya maaşlarını arttırıyoruz ama, haftasına enflasyon sıfıra düşürüyor zammı.
100 binden fazla öğretmene kadro vereceğiz. Her yıl onbinlerce yeni öğretmen mezun olup tayin bekliyor. Ne kadar öğretmene ihtiyacımız var? Ayrıca özel okulların öğretmenleri düşük maaş nedeniyle işsiz kalabilirler. 30 Bin öğretmenden bahsediliyor. Her şeyde olduğu gibi Milli Eğitimde de ipin ucunu kaçırdık. Sağlıkta da öyle, bakanlık şimdilik 50 bin personel alıyormuş. Devletten istifa eden tecrübeli binlerce doktorun yerine, yeni mezunları işe başlatıyormuşuz hemen. Çorbaya döndü bütün sistemler.
Seçime gidiyoruz ya, devlet kadrolarına inanılmaz rakamlarda tayinler yapıyoruz. 3 Türkiye’yi rahatça idare edecek memurumuz var ama, işsiz yandaşlara iş bulmak lazım.. Bakıyorum her bakanlık, her genel müdürlük peş peşe adam alıyor. İhtiyaç var mı, gerekli mi, kimse bilmiyor ki bunu. Ciddi bir araştırma yok, bırakın ihtiyacı memurun fazlası var ama hazır seçim gelmişken adamlarımızı dolduralım kadroya. Gidip de dönmemek var çünkü. Yetmiyormuş gibi, taşeronların işçilerini de devletin kadrosuna alıyorlar, sözleşmelileri de.. Herkesi memur yapmak ve devletin yükünü taşıyamayacağı ölçüye çıkarmak, çok yanlış ve bedeli çok ağır ödenecek olan bir politikadır. Bütün dünya bilgisayarla otomasyon sistemini güçlendirerek personel sayısını azaltıyor ya da çalışma saatlerini kısaltıyor. Biz aksine hem bilgisayarlı otomasyon sistemini dibine kadar kullanıyoruz, hem de memur kadromuzu alabildiğine arttırıyoruz.
Tüm çalışanların insanca yaşayabilecekleri bir gelire sahip olmaları ve hiç değilse emekliliklerinde kafalarını sokabilecekleri bir yuvaya kavuşmaları ne kadar güzel olur. Kim istemez bunu? Ama o kadar kötü yönetiliyoruz ve “benden sonrası tufan” diye bakıyoruz ki geleceğe, böyle bir güzelliği hayal bile edemiyoruz artık. Devletin israfına yetişemiyoruz ki, emeklinin insan gibi geçimine yetişebilelim. Bu nasıl pahalı bir yönetimdir, bu nasıl harcamadır, bu nasıl lüks ve ihtişamdır? O ne binalar öyle, o ne modern ve pahalı mobilyalar, devlet daireleri değil, beş yıldız ötesi otel gösterişinde hepsi. Müthiş bir görgüsüzlük hakim ortalığa.. İnanılmaz bir “devletin malı deniz yemeyen domuz” mantığı hakim idarecilerimizde. Deniz bitiyor ama farkında değil beyler. Yine son model Mercedesler, koca koca jeepler, pahalı otomobiller kiralanıp duruyor. Acaba babaları da böyle miydi, köyde Mercedesle mi giderlerdi tarlaya veya kahveye?
Hani tasarruf yapacaktık, hani daha dikkatli davranacaktık harcamalarda, hani mecbur kalmadıkça bir şey almayacaktık? Dün “itibardan tasarruf olmaz” diyorduk. Bugün “devlette tasarruf olmaz” demeye getirdik lafı. Hala farkında değiliz paranın suyunun çekildiğini. Hala devlet parasıyla seyahatler yapıp duruyoruz dünyanın dört bir yanına. Daha dün işe başlayan RTÜK’ün Başkanı Amerika’da şimdi. Hani Ankara’daki sefaretin önünden geçiyor olsa, Kavaklıdere’ye çıkıyor derdik. Beyimiz Amerika’nın merkezinde.. Ne yapacak orada, ne iş görecek çok merak ediyorum. Eskiden de yapılırdı böyle seyahatler, dev gibi uçaklarla gidilirdi pek çok ülkeye. Ama bir avuç bürokrat vardı o uçaklarda. Gerisi işadamı ve gazeteciydi ki hepsi seyahatin paralarını kuruşuna kadar ödeyerek giderlerdi bakanlarla, başbakanlarla, Cumhurbaşkanları ile..
Araştırmacı gazeteci pek kalmadı günümüzde. İktidarın hoşuna gidecek çakma meslektaşlar türedi hep. Gökten zembille indiler mesleğe ve “padişahım çok yaşa” çizgisinde yazılar yazıyor çoğu. Oysa hele şimdi, ülkenin çok ciddi, görevini hakkıyla yapacak, her şeyi araştıracak-soruşturacak, şeffaf devletin oluşumunu hızlandıracak gazetecilere ihtiyacı var. Planlamadan ne işler yapmışız, üç kuruşluk işe kaç kuruş vermişiz, ihalesiz kimlere işler paslamışız? Ülkenin ne kadar personele ihtiyacı var. Üniversitelerimiz ihtiyacımız olan personeli mi? yetiştiriyor, yoksa diplomalı işsiz yaratmaya mı uğraşıyor?
Her sokağa bir Üniversite gerekiyor mu, bunların hocalarını nereden ve nasıl buluyoruz? Üniversite mezunlarımızın seviyesi ortaokul düzeyinde bile değil diyorlar, doğru mu acaba? İhtiyaç fazlası mezun bulundurduğumuz branşlarda hala öğrenci yetiştiriyor muyuz? Bölümü ve hocaları olup da, öğrencisi bulunmayan fakültelerimizin ya da bölümlerin sayısı çok mu? Ne bileyim ben, akla bir sürü soru geliyor..
Bu ve benzer soruları, her bakanlık için sorabiliriz. Hatta her genel müdürlükte de yapabiliriz bu araştırma ve soruşturmaları.
Sayıştay’ın kamu kurumlarıyla ilgili raporlarına bakıyorum da, (hani şu Meclis denetiminden kaçırılan raporlar) onca rezalet ve skandallara sebep olanları ağır hesap vermekten kimse kurtaramaz. Yarının çakma değil gerçek gazetecilerine çok iş düşecek bilesiniz. Davalar neden bu kadar uzuyor? Gerçekten yeni mezunlardan, siyasi görüsü iktidara yakın avukatlardan hakim ve savcı mı atıyoruz? Doğrumu bu iddialar? Hapiste suçsuz yere insanlar mı yatırıyoruz, çok hasta ve çok yaşlı olanları niçin salıvermiyoruz. (Örneğin Kavala, paşalar ve diğerleri).. Parası olmayan dava açamıyor mu, alacak-verecek davaları için çok büyük ve ödenemez harçlar mı istiyoruz?
Hadi gazeteciler neyse, gözü seçimden başka bir şeyi görmeyen muhalefet de, niye ilgilenmez ki bu dağ gibi sorunlarla? Onlar aday bulana kadar seçim geçecek. Bir aday için bu kadar zaman harcanır mı? Millet ittifakı seçim sonrasına dönük çalışmaları gereğince yapıyor mu? Eğer AKP iktidarını yolcu edebilirse, onca borçla ve parasız nasıl yürütecekler bu gemiyi? Seçimden önce inandırıcı bir dille halka anlatmaları lazım bunu. Anlatamazlarsa ortada ve özellikle işadamlarının dilinde dolaşan “gelen gideni aratır. Recep beyin çok hataları var ama iş bilmek ayrı bir şey” laflarına takılır ve sonuç almakta zorlanırlar. Millet ittifakının (zor da olsa) AKP iktidarını oyla devirebilmesi için, ayrılık gayrılık gütmeden, kemik gibi birleşerek ve liderlerin kendilerinden önce Türkiye’yi düşünmeleri gereğini fark ederek çalışmaları lazım. Köprüyü geçene kadar dayıya teyze demezlerse, iş sarpa sarar…