Garip bir milletiz.

Bizleri büyüten, gözü gibi koruyup toplum içine katan ana ve babamızı sağlığında ne arar sorarız ne de dizinin dibine oturup gönlünü alırız. Ayrı beldelerde olsak bile bir telefonla bile aramayız. Bahane çok, iş güç, hayat telaşı, falan filân. Ama onların son nefesine geldiğinde hastanenin acilini savaş alanına sokar, gereğinde doktor ve hemşireleri bile tartaklarız. O kadar yani.. Öldüklerinde ise eş ve akrabalara görüntü olsun diye fotoğraflarını evimizin en müstesna yerine asarız. Ancak ölseler bile onların isimleri, itibarları nerede işimize yarar ona da bakarız tabii ki.. Acı değil mi?.

Aynı aile kökünden dört kişi aynı şehirde dört ayrı partiden milletvekili adayı, başka bir örnekte de koca bir tarihi siyasetçinin ailesi ve çocukları hepsi ayrı ayrı partilerde.. Daha sıralasam işin insanlık kalitesi ve karakter düzeyleri ortaya çıkar ki, bu da siyasette toplumun geldiği noktayı gösterir.

Mezar taşlarına sarılıp menfaat sağlamanın, oy devşirmeye çalışmanın dinen haram, insanlık adına da terbiyesizlik ve nankörlük olduğunu söylemeye gerek bile yok..

..

Bugünlerde ortalık, ittifakların çap genişletme operasyonlarıyla oldukça hareketli. Kim kimin ittifakında yer alacak? Türkiye’nin derdi bu oldu şimdi de.. Fikirmiş, misyonmuş, renkmiş hepsi hikaye.. İşin hangi ucundan tutacağız o önemli. Safında yer alacağımız cenaha “inanmak da önemli değil, bir yere sığınalım”, aç, açıkta kalmayalım, nasibimize banalım, o kadar.. Zaten sistem de 'sisteme dahil olmayanlara' hayat hakkı da tanımaz.

Biri çıkar; memleket sevdalısıdır, dürüsttür, liyakatli ve bu işi yapacak donanımdadır. Aynı sınıftan, halktan birisidir.. Cesaretle, kendi gibi insanlara yani bizlere güvenerek meydana çıkar, fikirlerini açıklar. Hepsi doğrudur yapacağına aklın razı gelir ama, işte burada kocaman bir AMA var. O kişinin arkasından gitmeyiz. Ona inanır. Ama sığındığımız kişi ve kişilerin arkasından gideriz. Bahane çok; “Barajı aşamaz”, “Misyonu yok”, “O da benim gibi gariban ezer geçerler”..

Türk siyasî tarihinde böyle birçok örnekler vardır. Tanıdığım birkaçından bahsetmeden edemeyeceğim.

Sene 1969 sonları.. Ferruh Bozbeyli adında bir insan çıkıyor. Kurduğu partinin adı Demokratik Parti.. 41 milletvekili var birbirinden cevval.. Dış güçlerden desteklenmediği için 1977’de barajı aşamadığı gibi siyasî mezarlıkta da yerini alıyor. Neden. Halkın içinden birileri oldukları için, merhum Demirel’in tüm geri dönün çağrılarına rağmen, “sığınmış olmamak” için ya da “inandıkları yerde olmanın daha onurlu sayıldığı” için..

Bozulmamış Selçuklu şehri diye saydığım Sivas’ın bağrından Muhsin Yazıcıoğlu diye bir yiğit insan çıkıyor. Vatan millet için yıllarca mücadeleden sonra, bir sürü işkence yaşadığı cezaevinde, solcular ile konuşma imkânı buluyor. “Nedir kardeşim sizin derdiniz?..” Diye soruyor. Onlar da “Özgür ve Çağdaş bir Türkiye” diye cevap verince “İyi de biz de Bağımsız Milliyetçi Türkiye diyoruz” Yani ikisi de aynı..

Niye birbirlerini yemişler öldürmüşler hayat hakkı tanımamışlar. İşte mesele burada.. Her iki taraf da görüşlerine yakın (zamanın CHP ve MHP'si gibi) büyük ana partilerde yer alıp ya da aldılarsa ayrılmayıp, daha renkli ve ikbal dolu birer hayat sürebilirlerdi. Oysa cezaevi ve ağır işkencelerden sonra da çileleri sona ermedi.. İşte onlar da sağdan, soldan “sığındıkları yerde değil de inandıkları yerde bulunmayı” daha onurlu saymışlar..

Demem o ki, karşılığında maddi getirisi her ne olursa olsun insanın “sığındığı yerde değil, inandığı yerde olması” bir anlamda seviye ve kalitesini ortaya koyacaktır. Zira kurtuluş inandığın yerde olmaktan geçer..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.