Tüm Bursa Arena Ailesine ve Okuyucularına Merhaba;
Bildiğiniz üzere aynı vatan üzerinde, aynı bayrak altında ve bütünlük halinde yaşayan bir milletin, siyasal olarak örgütlenmiş, kurumsal haline “devlet” diyoruz.
Devlet adamları da her ne kadar şimdi “devlet insanı” falan denilse de, esasından devleti yöneten "memurları"dır.
Devlet, meclisi, ordusu, anayasası, yasama, yürütmeye dair diğer kurum ve kuruluşlarla birlikte bütünlüğünü sağlar.
Bir de devletin ve milletin “gür sesi” olan beşinci kolu vardır. Yani hür basın kuruluşları, radyo ve televizyon gibi. Devletin medyası, radyosu o milletin gözü kulağı; sesi de kalbidir. Dünyada olandan bitenden halkı haberdar ederler.
Eskiden “Ajans” dediğimiz şimdiki haber saatlerinde “DIIIT.. DIIIT... Saat 19.. haberleri veriyoruz..” diye spikerin sesini duyduğumuzda, evde, iş yerinde, pazarda, kahvede hayat durur; yemek yerken bile çatal kaşık sesi duyulmaz ve herkes saatini kontrol ederdi. Altın kaplama saati olandan tutun da işportadan alınmış saate kadar herkes devletin saatine göre kendi saatini ayarlardı. Çünkü o saat devletin saati idi ve tereddütsüz doğru görülür, güvenilirdi..
Devlet adamı da devletin saati gibi doğru olmalı idi. Aksi halde herkes kendi saatini değerine göre ayarlardı ki o da toplumsal güveni kökünden sarsardı.
İşte devlet saatinin tereddütsüz “DIIIT.. DIIIT..” seslerinden bu günlere geldik..
***
Allah, dünyayı ve insanları ölüm haricinde eşit yaratmamıştır. Dağlar engin ve yüksek, insanlar beyaz, sarı ve zenci, bazıları güzel bazıları çirkin, kör ya da topal.. Kimi doğduğunda milyoner, kimi de daha doğduğunda borç batağında.. Fabrika sahibinin işçiye, lokantacının garsona, çiftlik sahibinin çobana, gemisi olanın tayfaya ihtiyacı var. Bir insanın ne kadar parası olursa olsun, her işini kendisinin yapması mümkün değil. Dünyada düzen bu şekilde kurulmaya çalışılmış. Daha adaletlisi olamaz mıydı? Olurdu belki ama şimdilik düzen böyle.. Bu farklılıklar arasındaki dengeyi ve ahengi kuran en önemli koruyucu unsur da "adalet" mekanizması.
Eskiden "adalet" ve "hakkaniyet" gibi hasletler bir milletin çamuruydu, çimentosuydu.. Milletle birlikte kaleler, surlar gibi yerini alırdı. Bunlardan birisinin eksikliği düşünülemezdi bile.. Adaletin olduğu her yerde hakkaniyet ve herkeste de bir güven vardı. Hatta Adalet mekanizmasından bahsederken “Hz. Ömer’in Adaleti” diye kocaman kocaman emsaller bile öne sürerdik.
İşte o Adalet, Hakkaniyet ve Güven duygularından da bu günlere geldik..
***
Bir de devleti yöneten “Hükümet” var. Seçimler olur; kazanan parti ya da partiler devleti yönetir.
Yukarıda “devletin memuru” diye tarif ettiğim o devlet adamlarının bir ceketi bir de kalemi olurdu. İktidarda olduğu sürece kırmızı plakalı arabaya biner, iktidarı kaybettiğinde de ceketini alıp ticari taksiyle makamını terk ederdi. Nerdeyse 100. yılını kutlayacağımız Cumhuriyet’te o eskilerimiz (darbeler hariç) hep böyle yapmışlardı. Onların 6 kere gidip 7 kere gelenleri bile vardı; milletin teveccühü, demokrasinin tezahürü derlerdi. Ve bir ceketleriyle geldikleri makamlarından, sırası gelince direnmez ve hep ceketlerini alıp ticari taksiyle ayrılırlardı.
Eskiden “iktidardan gitmemek” için elinden gelen her şeyi yapmak, demokrasinin temel taşları ile oynamak; devlete ve millete zarar vermek sayılırdı.
İşte o devlet adamındaki feragat duygusu ve demokrasi anlayışından da bu günlere geldik..
***
Hangi günlere geldik demeyin; hepiniz biliyor ve yaşıyorsunuz işte.
Bu günlere geldik..
...
Ağır ağır devam edeceğiz.
Daha ilk yazımızda zülfü yâre falan dokunmayalım, öyle değil mi?
Sağlıklı günler dileğiyle..