.../..Kara Vasıf Bey de: “Her yerde başkomutan vardır, fakat başkomutanlık için ayrı bir kanun yoktur. Eldeki askeri kanunlar, her komutanın olduğu gibi, başkomutanın da görev ve yetkilerini belirtir ve sınırlandırır.” demişler.

Bilinmektedir ki, devletler birbirlerinden farklı idare edilirler. Başlarında krallar, imparatorlar, padişahlar bulunabilir. Bazılarının başında cumhurbaşkanı vardır. Böyle ülkelerde başkomutan, devletin başında bulunan kimsedir. Bu kimse başkomutanlık görevini ya kendisi yapar yahut birini vekil atar. Bizim bugünkü hükümet şeklimize göre, başkomutanlık yetkisi Meclisin manevi şahsiyetinde toplanmıştır. Kral, padişah ve imparatorun buyurduğuna “irade” denildiği gibi, Meclisten çıkan milli iradeye de “kanun” adı verilir. Bir meclisin olağanüstü bir zamanda kendisine olağanüstü görev verdiği başkomutan; Askeri Ceza Kanunu ile İç hizmet yönetmeliği çerçevesinde kalamaz.

Kara Vasıf Bey; “Başkomutanın da görev ve yetkilerini ilim tayin ve tespit eder” demiş. Askerlik ilim ve teknikleri; başkomutan olacak kimsede bulunması gerekli nitelikleri sıralar, açıklar ve öğretir. “Başkomutanlık niteliklerini taşıyorum” diyen bir kimsenin o konuma kendiliğinden gelebilmesinin anlamı ise büsbütün başkadır. Onun adına “Diktatör” denir. Başlangıçta Başkomutanlık için ayrıca kanuna gerek olduğunu düşünmemiştim. Arkadaşlar bunun gerekli olduğunu söylediler, Meclisten bu şekilde çıkarıldı.

Ayrıca: “Başkomutan, cephenin gerisindeki işlerle uğraşmasın” demişlerdir. Bu düşünce yanlıştır. Cephedeki insan sayısı, yiyeceği, giyeceği, silah ve cephanesi ile ilgilenen Başkomutan, elbette bütün bunların gerisinde bulunan kaynaklarla da ilgilidir. Kara Vasıf Bey’in ileri sürdüğü düşünce nerede görülmüştür? Gerçi hem cephe, hem de gerideki birçok işlerle uğraşmak güçtür. Üzerlerine büyük işler almamış insanların bu konudaki kararsızlıkları çok görülmemelidir. Bakınız size bir örnek vereyim. Çok acemi komutanlar gördüm. Söz gelişi, bir tümen komutanı yeni kolordu komutanı olmuş. Henüz deneyim edinmeye zaman bulamadan, güç durumlar karşısında kalmış. Görevi boyunca bir tümene alışmış iken, düşman karşısında iki veya üç tümene birden komuta etmek zorunda kalınca, kararsızlığa düşmesi ve güçlüklere uğraması doğaldır. Bu komutan, gözden uzak mevzilerde yer alan iki üç tümenin savaşını idare etmek zorunda kalınca, kendi kendine sorar. “Ben hangi tümenin yanında bulunayım? Onun mu? Bunun mu?” diye kuşkuya düşebilir. Ne orada bulunacaksın, ne de burada. Öyle bir yerde bulunacaksın ki, hepsini idare edeceksin. O zaman da: “Ben hiç birini gerektiği gibi göremem” der. Doğal olarak gözlerinle göremezsin, ancak akıl ve sezginle görmen gerekir.

Vasıf Bey bir konuşmasında demiş ki: “Biz Sakarya Savaşından sonra, işte hâlâ kıpırdayamadık” Bu söz bazılarının “bravo” sesleri ve alkışlarıyla karşılanmış. Efendiler buna kahroldum. Ordunun kıpırdayamayacağını iddia eden bilgisiz birinin sözlerini alkışlamak, gerçekten çok üzücüdür. Rica ederim, bunu burada gömelim, kimse işitmesin!

Diğer yandan; başka devletlerde, Başkomutanın istediği şeyleri hükümete bildirdiğini ve Hükümetin bunları anında yerine getirdiğini söylüyor. Normal koşullarda doğrudur. Hükümetten para istediğinde, anında verilir. Ancak üzülerek söylüyorum bizim şartlarımız öyle değildir. Hükümet istenileni verecek durumda olmayabilir. Gerçekten biraz önce telgraf başına çağırdılar. Batı cephesi Komutanı diyor ki; “Bu haftaki yiyecek içecek parası henüz gelmemiştir. Telgraf başında cevap bekliyorum.” Şimdi ben ne yapayım? Şu anda nerede para bulursam anında el koyacağım. Ordu bir hafta aç duramaz. Maliye Bakanı para bulacak diye bekleyecek miyim?

Selahattin Bey’in vicdanen kuşku duyduğu konu üzerinde bir belge göstermek istiyorum. Kendileri Başkomutanlık Kanunun ikinci maddesi ile Meclisin kanun yapma yetkisinin Başkomutana devredildiğini, bu durumun yasal olmadığını söylemektedir.

Benim görüşüme göre bu durum kanunsuz değildir. Meclis kanun yapma yetkisinin bütünüyle Başkomutana vermiş değildir. Bildiğiniz gibi, ikinci madde; Başkomutan, ordunun maddi ve manevi sevk ve idaresini sağlamlaştırmak için gerekli kuvveti Meclis adına kullanmaya yetkilidir. Yoksa kanun yapmak için Başkomutana yetki verilmemiştir. Sadece orduyu güçlendirmek için, Meclise ait olan yetkinin kullanılması kabul edilmiştir. Ancak Meclis bu yetkiyi istediği zaman kaldırabilir. Kanun yapma yetkisinin tamamı Meclise aittir. Elimde bulunan şu belgeye göre; Fransa Meclisi 1916 yılında savaşa girerken bütün yetkiyi Hükümete vermiştir. Yine İngiltere’de 1916 yılında otuz üyeden oluşan bakanlar kurulundan, yalnızca beş bakana her türlü yetki verilmiş, bunlar kanun çıkarmışlardır. Meclis çıkarılan kanunlar için, yeniden görüşme gereği bile duymamıştır. Vatanın, milletin esenliği için gerektiğinde Meclis kanun yapma yetkisini dahi verebilir.

Efendiler, Başkomutanlığın gereksizliğini kanıtlamak için söylenen sözlerin esasları bunlardır. Benim bu sözlere verdiğim karşılıklar dinlendi. Budan sonra düşünüp karar vermek Meclise düşer. Yalnız bir gerçeği gözler önüne sermek zorundayım. Yüce Meclisin, Başkomutanlığın gereğine inandığından kuşku duymamakla birlikte, muhalefetin hiç bir temele dayanmayan tutumu, Meclis kararının istenilmeyen bir şekilde uzamasına yol açtı. Bunun sonucu Başkomutanlık iki gündür belirsiz bir durumda ve boşluktadır. Şu dakikada ordu, başkomutansızdır. Eğer ben orduya komuta etmekte devam ediyorsam, kanunsuz olarak komuta ediyorum. Mecliste beliren oy sonuçlarına göre, hemen komutadan el çekmek isterdim. Başkomutanlığımın sona erdiğini Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’ya ve Milli Savunma Bakanına bildirdim. Genelkurmay Başkanı; “Benim de görevim sizinle birlikte bitmiştir” dedi. Fakat önlenmesi imkânsız bir felakete meydan vermemek için düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Bunun için bırakmadım, bırakamam ve bırakmayacağım...

………

Meclis konuşmalarından aşina olduğumuz bir durum vardır; şimdi de bazı milletvekilleri konuşmalarda kendilerine sataşıldığını söyleyerek konuşma haklarının doğduğunu söyler ve söz hakkı alırlar. O zaman da Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmasından sonra kendilerine sataşıldığı için söz alan milletvekilleri olmuştur. Bu milletvekillerinin birkaçı, söz alarak “sözlerinin yanlış anlaşıldığını, kötü amaçla söylemediklerini” meclis kürsüsünden aktarırlar. Bu konuşmalardan sonra yeterince aydınlanmış olan meclis, yapılan oylamada: 177 kabul, 11 ret, 15 çekimser oy ile Başkomutanlık Kanunun süresini üç ay daha uzatır

20 Temmuz 1922 tarihinde yani üç ay sonra Başkomutanlık Kanunu, süresi sona erdiği için yeniden Meclis’te bu defa gizli değil açık oturumda görüşme konusu olur. Mustafa Kemal Paşa bu defa Mecliste “Artık ordumuzun maddi ve manevi gücü, olağanüstü hiç bir önleme gereksinme duyulmadan milli amacı tam olarak yerine getirecek düzeye ulaşmıştır. Bu bakımdan, olağanüstü yetkilerin devamına gerek kalmamıştır. Başkomutanlık görevimin süresi olsa, olsa Milli Sınırımızın özüne uygun kesin bir sonuca ulaşacağımız güne kadar uzar. Mutlu sonuca güvenle ulaşacağımıza kuşku yoktur. Dünyada, özgür bir birey olabilmek kadar büyük mutluluk var mıdır?...” diye bir konuşmada yapar.

Yapılan görüşmelerin sonucunda, Başkomutanlığın Mustafa Kemal Paşa’ya süresiz olarak verilmesi karara bağlanır. Ordunun hazırlıkları tamamlandığı için saldırının bir an önce başlatılmasını emredip Ankara’ya döner. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, 6 Ağustos 1922 tarihinde ordularına saldırı için hazırlık yapılması emrini verir.

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’da kısa bir süre sonra cepheye ulaşır. Bu gidişini birkaç kişi bilir, birkaç kişinin dışında bütün Ankara’dan gizler. Kendi ifadesiyle; “Benim Ankara’dan ayrılacağımı bilenler, buradaymışım gibi davranacaklardı. Hatta gazetelere benim Çankaya’da çay ziyafeti verdiğimi ilan edeceklerdi. 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana saldırı için cephe komutanına emir verdim. Bu tarihte Kocatepe’de hazır bulunduk. Sabah saat 5.30 da topçu ateşimizle atış başladı. Saldırımız, baskın taktiğiyle yürütülecekti. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, gündüzleri birlikler köylerde ve ağaç altlarında dinleneceklerdi. Düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustosa kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda (Başkomutanlık Meydan Savaşı) düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik. Düşman ordusunun Başkomutanı General Trikopis’de esirler arasına idi. Bunun üzerine İngiltere, Fransa ve İtalya’dan ateşkes önerileri geldi.”

Herkesi ilgilendirmeyen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 60 yıldan fazla gizli kalmış bu tutanaklarını, herkesi ilgilendirmesi için buraya aldım. Okuyan okumayana haber versin, okuma bilmeyenlere okuma bilenler okusun. Okuduktan sonra aklında kalanlar bu tutanaklarda Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün söylemlerini her yerde anlatsın.

Eskiden radyoda “arkası yarın” diye bir program vardı. O programı dinleyenler bir gün sonrasını heyecanla beklerdi. Ben olsam; bu metinleri, “Arkası Yarın” programı gibi her gün parça parça radyolardan, televizyonlardan millete okurum. Okurum ki; millet hafızasını tazelesin, geçmişini unutmasın, geçmişini temel yaparak üzerine geleceğini inşa edebilsin. Böylece; yeni nesilden hiç kimse, kürsüye çıkıp “30 Ağustos herkesi ilgilendirmiyor” gibi saçma sapan bir söz söylemez.

Ben söylenmesi gereken hemen hemen bütün sözleri Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediğine inanıyorum. Çok abartıyorsun diyenler, hem “Türkiye Büyük Millet Meclisinin gizli oturum tutanaklarını” ve hem de Atatürk’ün kaleme almış olduğu “Nutuk”u okusunlar, okusunlar ki abartıp abartmadığımın kararını ona göre versinler.

Evet, sevgili okurlarım!

Yukarıda genel olarak zaferin mimarı Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilk ağızdan, yazımın başından itibaren anlatılıp sonunda bağlanan; o büyük gün, bu gündür.

Bu gün 30 Ağustos…

Zafer Bayramı…

Bana göre eğer ruhunu yakalayabildiysek kutlu olur…
Temenni de kalmasın, kutlu olsun…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.