30 Ağustos yaklaşırken; 30 Ağustos’un anlamını, ruhunu anlamamıza yardımcı olabilecek bilgilere ulaşmak için internet üzerinde bir tarama yaptım. “dincerturlu.blogspot.com” sitesinde rastladığım, 6 Mayıs 1922 tarihinde gizli oturumda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Başkomutanlık Kanunu’nun üçüncü defa uzatılması sırasındaki tartışmalar ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanıtlarını derleyip köşeme almayı uygun gördüm.
Bazı olayları öyküleştirmek gerekir, bazıları şiirleştirmek…
Ama bazen olayın kendisi öyküdür, şiirdir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün konuşmaları da öykü gibi olmanın yanında içinde birçok öyküler barındırır. Onun da anlatım dili şiirseldir, inanılmaz ciddi konuları kullanmış olduğu halis Türkçe ile akıcı ve şiirsel bir dille anlatır. Anlatımı bizi büyülediği gibi döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görev yapmış olduğu hem dava arkadaşlarını ve hem de muhaliflerini, rakiplerini büyülemiştir.
Mustafa Kemal boş işlerle uğraşmaz, boş konuşmaz…
Ne kadar anlatsam kıymeti olmayacaktır. Tanık olmanız, anlatmakta zorlanmamı ortadan kaldıracaktır.
………
MUSTAFA KEMAL PAŞA (Başkomutan):
"..Efendiler, Başkomutanlık Kanunun uzatılması nedeniyle Perşembe günü yapılan görüşmelerde, rahatsız olduğum için bulunamadım. Görüşmelerin yarım kalması, konuyla ilgili bilgi sahibi olmamı sağladı. Söz alan arkadaşların bütün konuşmalarını gözden geçirdim. Verilen oyları bile inceledim. Bunun için oturumda bulunmuş kadar bilgi sahibi oldum.
Efendiler, Başkomutanlık Kanunu’nun yapıldığı günü hep birlikte hatırlayalım: Yunan orduları, Ankara’ya doğru yürümekte idi. Ordumuz, Sakarya gerisine kadar gelmişti. Yüce Meclisiniz, düşman ordusunu durdurmak için önlem almak zorunda kaldı. Bu önlem sonucu, Başkomutanlık kurulmasını ve ona yeterli yetki verilmesini kabul etti. Başkomutanlık Kanunu yapılarken, bu kanunun üç ay yürürlükte kalmasını Yüce Meclise öneren bendim. Üç ay sonra uzatılması veya kaldırılması Yüce Heyetinizde tartışıldı. Kanunun uzatılması çoğunluk oylarıyla kabul edildi. Ancak kanunun başlangıcından bu yana bundan şikâyet edenler vardı. Ben kesinlikle gereksiz bir makamın devamından yana değilim. Ancak izin verirseniz son görüşümü söylemeden önce, olayın niteliğin açıklamak için birkaç söz söylemek istiyorum. Bu arada buna gerek olmadığını söyleyenlere de yardımcı olmak isterim. Örnek olarak Erzurum Milletvekili Salih Efendi yaptığı konuşmada; “Mustafa Kemal Paşa bu hakkı bizden zorla almak istiyorsa kendisini küçültür. Açıkça bize verilmiş olan hakkımızı kendisine verirsek, aptalız.” demiştir.
Efendiler, Başkomutanlık Kanunu’nun kabulü söz konusu olduğu ilk gün bu kürsüde söylenen sözleri hatırlayalım. Ben hiç kimseye beni Başkomutan yapınınız, bu yetkileri bana veriniz demedim. Aksine bütün Meclis bana “kesinlikle Başkomutan olacaksın” dedi. Bugün en çok şikâyet eden arkadaşlarım, bu kürsüden yüksek sesle: “Başka çözüm yolu yoktur. Başkanımızı Başkomutan yapalım, ordumuzla birlikte zafere gidelim.” diye haykırdılar.
Arkadaşlar açık konuşacağım, beni bağışlayınız; her birinizin üstün yetkilerle seçilerek, bütün yurdun yazgısına el koymasına herkesten çok ben çalıştım. (Doğru sesleri) Pek çoğunuz bilirsiniz ki, bunun için en yakın arkadaşlarımla görüş ayrılığına düştüm. Bunu gerçekleştirebilmek için bütün hayatımı, varlığımı, şeref ve haysiyetimi tehlikeye attım. Demek oluyor ki; bu benim eserimdir. Ben eserimi alçaltmakla değil, yükseltmekle görevliyim. “Meclisin hakkını zorla ele geçirmek” sözünü reddeder ve olduğu gibi Salih Efendi’ye iade ederim. Böyle bir şey söz konusu değildir.
Efendiler, Başkomutanlık konusunun gizli oturumda görüşülmesinin uygun olacağı yolunda bir önerge verilmiş. Bu da yanlış yoruma uğramış ve konunun açık oturumda görüşülmesi istenmiş. Afyon Milletvekili Mehmet Şükrü Bey, gizli oturumda gerçeğin milletten gizlenmek istendiğini söylemiş. Bir defa, Türkiye Büyük Millet Meclisi, yalnız yasama görevi olan bir meclis değildir. Yürütme yetkisine de sahiptir. Bu aşamada devletin her türlü işleriyle ilgili kararlarını, zamanından önce açıkça söz konusu etmek ve herkese duyurmak dünyanın neresinde görülmüştür? Özellikle konu düşman karşısında bulunan bir ordunun Başkomutanı ile ilgili olursa, açık oturumda lehte olduğu gibi aleyhte söylenen sözleri düşmanın duymasında yurdun çıkarı var mıdır?
Bizim Meclisimiz dünyanın en demokrat meclisidir. Ben vicdanen Yüce Meclisinizi oluşturan üyelerin her birinin görüşlerini söyleyip, eleştirilerini yapmasını isterim. Başkomutanın ordu üzerinde, özellikle düşman üzerinde etki ve nüfuzunun çok büyük olması gerekir. Hatta Hüseyin Avni Bey’in burada söz konusu ettiği rahatsızlığımın bile, düşman tarafından işitilmesi sakıncalıdır. Buna ne gerek vardı? Olabilir ki; düşman benim rahatsızlığımı duyar ve üç beş gün sonra saldırıya geçer. Biz Kralın hasta yattığını öğrenmek için casus kullanırız. Görüyorsunuz ki konunun gizli oturumda görüşülmesinde maksat, Mehmet Şükrü Bey’in dediği gibi, hiçbir vakit gerçekleri milletten gizlemek değil, düşmandan gizlemektir. Keşke, açık oturumda sakınca olmasaydı da, Mehmet Şükrü Bey, istediklerini kürsüden bağıra bağıra söyleseydi. Ben de Mehmet Şükrü Bey’in sözlerindeki anlamı ve gizli amacını millete açıklasaydım. Şükrü Bey bilsin ki, millet onun gibi düşünmüyor. Onun dediği gibi komedya oynamıyoruz. Biz buraya komedya için toplanmadık. Beyler, komedya oynayan ve oynatan Şükrü Bey’in kendisidir. (Bravo sesleri) Kanunun pençesinden ne kadar büyük bir alçalma ile kurtulduğunu unutacak kadar çok zaman geçmemiştir.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, Başkomutanlık Kanunu aleyhinde konuşurken, Yüksek Meclise: “Bu tutumla milleti rezil edeceksiniz… Miskinler!” demiş. “Görevler şahıslara bağlı değildir. Şahıs yoktur, millet vardır...” gibi sözler kullanmış.
Gerçi asıl olan millettir, toplumdur. Onun da genel iradesi Mecliste kendini gösterir. Bu her yerde böyledir, ancak şahıslar da vardır. Meclis, memleket ve devlet işlerini şahıslarla yapmaktadır. Her devletin işlerini yürüten şahıslar meydandadır. Anlamsız bir takım düşüncelerle gerçeği inkârın yeri yoktur.
Efendiler, Hüseyin Avni Bey, iki de bir konuşmamı kesiyordu. Bu yüzden kendisine “Ne zır zır ediyorsun!” şeklinde ağır uyarıda bulundum. Meclisin mahalle kahvesi olmadığını, milletin Kâbe’si olan kürsüye saygılı olmasını istedim.
Selahattin Bey bize, saldırıya geçip geçmeyeceğimizi sormuş. Biz de “Saldıracağız.” demişiz. Kendisi aksini iddia etmiş ve dediği olmuş.
Oysaki saldırının ertelenme nedenlerini yeri geldikçe yeterince açıkladığımızı sanıyorum. Tekrar edeyim; Sakarya Savaşı’ndan sonra saldırıya devam edemeyecek durumdaydık. Bu sırada kış bastırdı. Kış bastırınca ihtiyaçlarımızı sağlayamadık. Bu durumu gizli olarak arkadaşlara söylediğimi sanıyorum. Ancak bunu bütün dünyaya ilan edemezdik. Hiç şüphe yok ki, ordumuzu layık olduğu yere getireceğiz. Yineliyorum, saldırı yapacağız, düşmanı vatanımızdan kovacak ve uzaklaştıracağız. Bu kararımızdan dönmeyeceğiz.
Ayrıca Selahattin Bey demiş ki; “Ordu güç bakımından en yüksek seviyeye gelmiştir.” Evet, ordumuz mükemmeldir, ancak istenilen seviyeye gelmemiştir. Asker kökenli olan bu arkadaşın, ordunun iç yüzünü bilmesi gerekir. Hal bu ki Selahattin Bey, bundan çok uzaktır. Genelkurmay Başkanından, ordu komutanlarına, kolordu komutanlarına kadar böyle söylemiyorlar. Onlar bu orduyu sen idare edeceksin, diyorlar.
Daha sonra kendisi; “Bizim başlıca görevimiz siyaset yapmaktır.” diyor. Hayır, beyler, bizim asıl en önemli görevimiz siyaset yapmak değildir. Bizim ve bütün milletin bugün için tek görevi, topraklarımızda bulunan düşmanı süngümüzle kovmaktır. Bunu yapmadıkça, siyaset anlamsız bir sözden ibaret kalır. Bir dakika için, Selahattin Bey’in sözlerini doğru kabul edelim. Bu sözün Başkomutanlık Kanunu ile ne ilgisi vardır? “Bugün milleti yaşatacak savaş değildir.” diyorlar. Anlaşılıyor ki, bir engelleme ve zıtlaşma düşünülmektedir. Ben de milli hedefe ulaşabilmek için tek çıkar yolun savaşta başarılı olmaktan geçtiğini söylüyorum. Bütün kaynaklarımızı ve desteğimizi orduya vereceğiz. Gücümüzü dünyaya tanıtacağız. Ancak ondan sonra bu milleti insan gibi yaşatmak mümkün olacaktır.
Deniliyor ki: “Bugünkü askeri durumun gerektirdiği masrafları incelemek için, Başkomutanlığın varlığı bir engeldir.” Efendiler, bu doğru değildir. Başkomutan, Meclisin mali kaynaklarının incelenmesine ne zaman engel olmuştur? Gelir kaynaklarımızla ne yapabileceğimiz konusundaki endişe, belki herkesten çok beni uğraştırmaktadır. Yalnız ben ordumuzun varlık ve kuvvetini paramıza göre ayarlama görüşünü kabul edenlerden değilim. “Paramız vardır ordu kurarız, paramız bitti, ordu dağılsın...” Benim için böyle bir şey yoktur. (Alkışlar) Beyler, para ister olsun ister olmasın, ordu vardır ve olacaktır. (Alkışlar)
Bu konuda bir hatıramı aktarayım. İlk defa bu işe başladığım zaman, en akıllı ve düşünür geçinen bir takım kimseler: “Paranız var mıdır? Silahınız var mıdır? ” diye sordular. “Yoktur” dedim. “O halde ne yapacaksın?” dediler. ”Para olacak, ordu olacak ve bu millet bağımsızlığına kavuşacaktır.” diye yanıtladım. Görüyorsunuz ki hepsi oldu. (Şiddetli alkışlar)
Bir takım efendiler de: “Başkomutan millete angarya yaptırıyor” demişler. Kanunun ülkede angaryayı yasakladığını söylemişler. Bu doğrudur, ancak ihtiyaç ve tehlike bize her şeyi yasal gösteriyor. Ordunun ihtiyaçları, millete angarya yaptırmayı gerektiriyorsa bunu yapıyoruz. Bugün için en doğru kanun budur. Milletin ve ordunun yenilenmesi için kanun buna engeldir diye, gerekli gördüğümüz önlemi almaktan çekinmeyeceğim../..
Arkası yarın…