Birkaç bin yıllık bir devlet geçmişine sahip olan Türkler Asya-Avrupa ve Afrika üçgeninde yeni dönem açılımları ile her zaman bir devlet sahibi olmuşlardır. 16 yıldızın parladığı Türk bayrağı üzerindeki işaret, binlerce yıllık geçmişten gelen 16 büyük Türk imparatorluğunun birbiri ardı sıra gündeme gelerek üç kıta üzerinde at koşturdukları bir tarihsel süreci zamanımıza kadar taşımıştır. Osmanlı devleti son Türk imparatorluğu olarak yirminci yüzyıla kadar gelirken, Türkiye Cumhuriyeti de bu süreci yirmi birinci yüzyılda sürdürerek, geleceğe doğru bağımsız bir Türk hegemonyasının temellerini atarken, Türk devleti yirminci yüzyılın ortalarında yeni bir durum ile karşı karşıya kalmıştır .Avrupa kıtasına komşu bir konuda Avrupa devletlerinin sahip olduğu çağdaş uygarlığın merkezi olan kıtaya yakın durarak Türkiye Cumhuriyeti batı uygarlığından yana bir tercih yapmıştır. Atatürk kurucu önder olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin yerini batı uygarlığına yakın bir çizgi de belirlemiştir. Ne var ki, Türk devletinin kuruluşuna giden yolda önce Sovyetler Birliği oluşumu bir sosyalist ihtilal aracılığı ile siyasal gündeme gelirken, orta dünyanın merkezinde kurulan yeni Türk devleti Avrupa’nın komşusu gibi hareket ederek bu doğrultuda bir batıcı yönü öne çıkarmıştır. Türkiye’nin kuzey doğusunda kalan Rusya’da ise, yapılan devrim sonucunda da sosyalist çizgide bir doğu bloku Asya kıtasının kuzeyi ile ortalarında Rus Çarlığının yeni bir dünya düzeni olarak öne çıkarken, Türkiye Cumhuriyeti bu oluşuma uzak durarak, Asya ülkesi olmasına rağmen doğu blokunun dışında kalmıştır. Merkezi imparatorluk olarak Osmanlı devleti ikiye bölünürken, Türkiye doğu halkları kurultayına temsilciler göndererek batı dışında kalan doğu dünyasına da yakın durmuştur. Küçük Asya adı verilen Anadolu yarımadası üzerinde kurulurken ve uygulanan uygarlık kriteri Türkiye’yi batıya yakınlaştırırken, Asya toprakları üzerinde kurulu olması ve Asya kıtasının mazlum uluslarının içinde bulunması nedeniyle dünyanın doğu bölgesinde ortaya çıkan doğu halkları kurultayına katılımcı ülke olarak katılmıştır. Türkiye batı ile doğunun kesişme noktasında kurulurken dünyaya egemen olan batı uygarlığı esas alınmış ama Sovyetler Birliği tarafından düzenlenen doğu dünyasının mazlum uluslarının Doğu Halkları Kongresine de katılım ile doğu dünyasına yakın durularak, merkezde bir doğu-batı sentezi oluşturulmuştur.
Devleti kuran Kuvayı Milliye akımı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu merkezi coğrafyanın tam ortasında gerçekleştirirken, Atatürk kurduğu ulus devlet ile ulus devletlerin tarih sahnesine çıkış yeri olan Avrupa kıtasının yanında yer almıştır. Bu çerçevede batı tipi çağdaş bir ulus devlete doğru yol alırken, Türkiye aynı zamanda yanında yer alan Sovyet devrimine karşı ilgisiz kalmamış, Doğu Halkları kurultayına katılırken Sovyetler Birliğine üye olmamıştır. Ne var ki böylesine bir çelişkiyle daha kuruluş aşamasında karşılaşan Türk devleti, Avrupa kaynaklı ulus devleti kurarken Sovyetler Birliği oluşumunun Asya kıtasına getirmiş olduğu Halkçı Cumhuriyetçilik uygulamasını da devrimin altı oku belirlenirken, cumhuriyetçilik ile birlikte halkçılık ve devrimcilik ayrı ilkeler olarak kabul edilerek, bir doğu-batı sentezi görünümünde ulus devlet çatısı altında halkçı bir cumhuriyet yapısı ortaya çıkartılabilmiştir. Böylece devletin kurucu önderliği kurulduğu merkezi alanı esas alarak, batı yönünde ulus devleti ile doğu yönünde de halkçı bir cumhuriyeti uygulama alanına getirerek, merkez üzerinden milliyetçilik ile halkçılık politikaları birleştirilmeye çalışılmıştır. Böylece kurucu iradenin ortaya koyduğu devlet modeli bir doğu-batı sentezi olarak öne çıkmıştır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar devam dünya konjonktürü doğrultusunda, Türkiye modeli devlet ilk yarının ortaya koymuş olduğu sentezci yaklaşım çerçevesinde sürdürülmüş ama, ikinci dünya savaşı sürecinde Faşizm, Nazizm ve Komünizm gibi akımlar, dünya egemenliği için cihan savaşı yaratmaya çaba göstermişlerdir. Bunun üzerine ikinci dünya savaşı sonrasında eski konjonktür değişmiştir. Bu aşamada Amerika Birleşik Devletleri NATO isimli bir askeri birlik oluşturarak ve Avrupa ülkelerini bu örgütün çatısı altında toplayarak daha sonra Merkezi coğrafyaya gelerek Türkiye’de örgütlenince, Atatürk döneminde oluşturulan doğu batı sentezi ya da ulus devlete dayanan halkçı cumhuriyetçilik anlayışının geride kaldığı, bu nedenle de Türkiye’nin kuruluş yıllarından gelen doğu-batı senteziyle izlediği sentez yönünden uzaklaşması gündeme gelmiştir. Ulus devlet ile halkçı cumhuriyetçilik bir arada uygulanırken Atatürk cumhuriyeti bütün mazlum uluslar ve ulus devletler için örnek bir model olurken, ABD’nin merkeze gelmesiyle ve İsrail’in kurulmasıyla birlikte bu dönem sona ermiştir.
ABD’nin Orta Doğu’ya gelişi ile birlikte bölgedeki Sovyet dengesi bozulmuş ve Türkiye’nin NATO’ya girişi ile birlikte demokrasiye geçmesi sonrasında hep Avrupa ve Amerika destekli merkez sağ partiler iktidara gelerek egemen olmuşlardır. Çok partili demokrasi batının büyük şirketleri tarafından finanse edilerek desteklenirken, genel seçimlerden sürekli olarak merkez sağ iktidarlar kazançlı çıkmış ve bu doğrultuda Türkiye Cumhuriyeti’ni sağ görüşlü iktidarlar, doğudan ve Asya kıtasından kopararak tam anlamıyla batı blokuna doğru sürüklemişlerdir. Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle birlikte Türk devleti üzerindeki batı baskıları fazlasıyla artarak ülkeyi uluslararası alanda eski sömürgelerle aynı çizgiye getirmiştir. Batının emperyal devletleri ikinci dünya savaşı sonrasında küresel dünyayı tam olarak batı sömürgeciliği gibi bir siyasal çıkmaza götürürken, Türkiye’de batı destekli sağ iktidarlar devletin yönünü sonuna kadar batıdan yana doğru zorlarlarken, Türkiye Cumhuriyeti bu dönemin sonunda bağımsız kimliğini kaybederek batının eski sömürgeleriyle aynı düzeyde bir orta boy ülke olmaya doğru yönlendirilmiştir. Atatürk döneminde mazlum ulusların önde gelen temsilcisi olarak uluslararası alana çıkmış olan Türk devleti, Amerikan ve NATO yönetimlerinin baskılarıyla, batı emperyalizminin doğu blokunun etkin olduğu Orta Doğu’ya gelerek yerleşmesi sonrasında, bu bölgenin devletleri de yarım yüzyıllık bir soğuk savaş süreci ile birlikte, ABD yönlendirmesiyle, batı blokunun merkezi alanda genişleyerek doğu blokuna karşı hegemonyayı ele geçirmesini gündeme getirmiştir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında gerçekleşen ulusal kurtuluş zaferinin getirmiş olduğu doğu-batı sentezi çizgisindeki merkezi yön çizgisinin, yüzyılın ikinci yarısında doğu-batı dengelerinin bozulması, ABD’nin NATO ve İsrail’i de yanına alarak yürüttüğü hegemonya politikalarında Türkiye’nin merkezi bölge olarak kullanılması ile birlikte, batıcılık ve merkez sağ çizgisindeki politikalar, Atatürk cumhuriyetindeki halkçı yaklaşımları devre dışı bırakmış ve ulusal politikalar ile halkçılık uygulamaları Türkiye’de sağcı hükümet programlarının dışına itilmişlerdir. Bugün yüzde onu zengin yüzde doksanı yoksul bir halk bu yönde emperyal politikalarla yaratılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti yirminci yüzyılın ilk yarısında yola çıkarken, Sovyetler Birliğinin oluşumu yüzünden gündeme gelen doğu blokunu dikkate alarak, doğu-batı sentezi ile ulus devlet çatısı altında halkçı bir cumhuriyetin uygulamaları dengeli bir biçimde yürütülmüştür. İkinci dünya savaşını ABD kazanınca merkezi coğrafyaya gelerek CENTO ya da SEATO gibi bölgesel güvenlik örgütlenmeleri, NATO’nun uzantısı olarak Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde gündeme gelince, bu bölgelerdeki sosyalist rejimler zamanla Sovyetler Birliğinden uzaklaşarak, yüzyılın ikinci yarısında uluslararası alanlara yöneldikleri aşamada, batı blokunun yanında yer almak durumunda kalmışlardır. Sosyalist sistemin çöküşü üzerine dünya ülkeleri iki kutupluluk düzeninden tek kutuplu düzene geçişi yaşamışlardır. Soğuk savaşın bitmesi üzerine gündeme gelen küreselleşme süreci devam edince, dünya ülkeleri yavaş yavaş batı hegemonyasının altına doğru sürüklenmişlerdir. ABD merkezli batı dünyası giderek yeryüzü karaları üzerinde yaygınlık kazanırken, eski sosyalist ülkelerle birlikte üçüncü dünya ülkelerinin de , küresel politikalara teslim olarak batı merkezli yapılanmaya doğru yöneldikleri görülmektedir .Bu aşamada batı merkezli bir dünyada doğu, kuzey ve güney yapılanmaları arkada kalmakta , giderek genişleyen batı dünyasının doğuya, kuzeye ve güneye doğru yeni açılımları öne geçtikçe , devletlerin yönleri büyük çoğunluğun katılmalarıyla hep batı olarak öne geçmektedir .Batı batı diyerek batma noktasına gelen dünya ülkeleri, Avrupa ve Amerika arasında gidip gelerek yeni dönemde kendilerine yeni bir yön ararlarken, Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Avustralya gibi yeni büyük kutup merkezlerinin ortaya çıkmasıyla birlikte, dünya ülkeleri farklı alternatifler karşısında kalmakta ve bunlar arasından bugün bir seçim yaparak, esas yönleri doğrultusunda yollarına devam etmek zorunluluğu altına girmektedirler.
Küçük ve orta boy devletler yeni büyük devletlerin arkasından giderek kendilerine dünya haritası üzerinde yeni bir yön belirlemeye çalışırlarken, doğu, batı, kuzey ve güney çizgisindeki yön merkezi olabilecek devletlere göre, yönler ve yollar bugünün gerçekleri doğrultusunda belirlenerek yeryüzü güçler dengesi yeniden belirlenebilecektir. Eski bir imparatorluğun uzantısı bir orta boy devlet olan Türkiye’nin önümüzdeki dönemde daha etkin olabilmesi için eski Osmanlı hinterlandı alanındaki devletler ile bir araya gelerek bir merkezi devletler birliği oluşumunu kendisini çevreleyen sınır komşusu devletler ile birlikte meydana getirmesi gerekmektedir. Bugün Almanya ve Fransa gibi eski sömürgecilerin Avrupa Birliği çatısı altında birleşerek ABD’ye karşı çıkan bir alternatif oluşturmaları ülkelerin geleceği açısından yön gösterici bir yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti bugün Osmanlı sonrası bir orta boy devlet olarak ve eski Osmanlı hinterlandındaki komşu ülkeleri birlik çatısı altında birleştirerek, Avrupa ülkeleri gibi bir merkezi coğrafya yapılanmasına giderek, doğunun ve batının yön olmaktan çıktığı yeni aşamada bölgesel güvenlik örgütlenmesine giderek, Türkiye yeni dönemde kendi bulunduğu merkezi bölgeyi bugünün koşullarına uygun bir yeni yönün çıkış yolu olarak belirleyebilir. Osmanlı topraklarında diğer büyük devletler ile bölgesel rekabet düzeninde birleşmek, Türkiye’nin yönünü doğu, batı ya da kuzey ve güney hatlarından daha çok bulunduğu merkezi noktayı güçlendirmek üzere, MERKEZİ YÜKSELİŞ kavramı ile orta alanda öne çıkış noktası esas alınmalıdır. Türkiye önümüzdeki dönemde doğu ve batı bloklarının çökerek dağıldığı aşamada, hiçbir yöne gitmeyecek ya da kaymayacak ama, kurulu bulunduğu merkezi coğrafyadan dayanak noktası olarak yararlanabilecektir. Orta dünyanın merkezi konumunda Türkiye, Ankara merkezli bir çizgide yeniden örgütlenerek, dünyanın en güçlü devletlerinden birisi olabilecektir. Merkez noktasının çıkış noktası ile aynı olması durumu dikkate alınarak merkezde güçlenme sağlanırken, Türkiye ağır sanayi, elektronik ve savunma sanayilerinde hızlı bir ilerleme kaydederek, devletin güçlenme çizgisinde bir yükseliş oluşumu yaratmak zorundadır. Bu çerçevede Türkiye’nin yirmi birinci yüzyılda izleyeceği yön, kendi duruş ayaklarının güçlenmesiyle birlikte merkezdeki güçlenmeyi en üst noktalara çekerek, aynı zamanda bir yükseliş trendinin de öne çıkartılmasını gerektirmektedir. Bu nedenle yeni dönemde Türkiye’nin yönünün, MERKEZİ YÜKSELİŞ kavramı ile belirlenmesi, var olan koşullar çerçevesinde Türkiye için çok yararlı olacaktır.