Yirminci yüzyılda iki dünya savaşı ile eski dünya düzeni değişirken Vatikan’ın tekelinde örgütlenen Hıristiyan Avrupa kıtası tek bir dinin bayrağı altında bir araya gelirken ve İslamiyet ile Musevilik gibi iki büyük dini Avrupa kıtasının dışına iterken, Osmanlı uzantısı Türk devleti ile birlikte Siyonizmin bayraktarlığını yaptığı Musevi devleti de İsrail adı ile merkezi alan coğrafyasında yerini almıştır. İngiliz emperyalizmi Osmanlı devletini işgal ederek yıktıktan sonra bölgede Hıristiyan dininin eski Roma ve Bizans imparatorluklarının uzantısı olarak sürdürülmesi için, Vatikan’ın kontrolünde bir yeni Roma imparatorluğu İngiltere’nin de devamı olarak yeniden kurulmaya çalışılmıştır. Avrupa kıtası giderek Hıristiyanlaşırken, Müslümanlar ile birlikte Museviler bu kıtada devlet kuramamışlardır. Hıristiyanların Avrupa kıtasında kurulmasına izin vermedikleri Yahudi devletinin İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nin destekleri ile Orta Doğu bölgesinde kurulmasıyla birlikte, Avrupa kıtasındaki Musevi- Hıristiyan çekişmesi, merkezi coğrafyaya Müslüman-Musevi çekişmesi olarak uzatılıyordu.

Avrupa ülkelerinde geçmişten gelen Musevi ve Müslüman azınlıkların Hıristiyan bölgesinde varlığını sürdürmesiyle birlikte, Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail aynı dönemlerde kurulan yeni ulus devletler olarak İslam coğrafyası içinde kendilerine yer edinmeye çalışırlarken, bazen birbirleriyle rekabete girmişler, bazen de eski Osmanlı imparatorluğu hegemonyası altında olduğu gibi barış içinde birlikte yaşama ya da Avrupa tipi bir laiklik düzeni içinde bütün dinlerin varlıklarını koruyarak yollarına devam etmeye çalıştıkları görülmüştür. Avrupa’nın katı Hristiyancılığına karşı İslam devletlerinin daha ılımlı bir yol izleyerek diğer dinlere karşı daha hoşgörülü tutumu izlenirken, Yahudi- İsrail devletinin birden Müslüman dünyanın tam ortasında kurulması üzerine, sürdürülmek istenen barış içinde birlikte var olmak politikasının getirdiği hoşgörü ortamı ortadan kalkarak yerini Arap-İsrail savaşlarına bırakmıştır. Bu aşamada bütün Arap ve İslam devletleri bölgedeki tek Yahudi devletine karşı birleşmişlerdir.

Arap-İsrail savaşları yüzünden merkezi coğrafya bir türlü siyasal barış ortamına kavuşamamış ve soğuk savaş döneminin bölgesel çekişmelerinin sırasıyla sürekli olarak bu alanda gündeme getirilmesiyle birlikte, iki karşıt blok arasında bazı sıcak çatışmalara yol açılmıştır. Çatışmalar zaman içinde tırmandırılırken merkezi coğrafyadaki Müslüman ve Hıristiyan ülkeler ve halklar arasında eskisi gibi din çatışmalarına doğru gizli servislerin kışkırtmalarıyla siyasal gelişmeler yönlendirilmiştir. İki büyük savaş sırasında milyonlarca insanın yok yere öldürülmesi üzerine yeni dünya düzeni barış amaçlı oluşturulurken, insan hakları üzerinden sonuç alınmaya çalışılmış ama dinler arası gerginliğin geçmişten gelen yoğunlukları yüzünden Vatikan’ın öncülük ettiği Dinler arası Diyalog düzeni tam olarak kurulamamıştır. Böylesine bir diyalog ve hoşgörü ortamına yönelmenin başlamasıyla birlikte devletlerarası ilişkilerde, ılımlı dincilik arayışları gündeme gelmiştir. Avrupa kıtasında demokrasinin fazlasıyla gelişmesi üzerine, dinsel alanda yumuşama başlamış ve insan kavramı üzerinden haklar yeniden ele alınarak, yeni bir hoşgörü ortamı çağdaş uygarlık dünyasındaki yeni gelişmelere paralel bir çizgide din ve bilim adamları ile filozofların öncülüğünde yeni bir düzene kavuşturulmaya çalışılmıştır. Dinler arası Diyalog çalışmaları öne çıktıkça, devletlerin din konusunda daha da ileri giderek ılımlı bir dincilik çizgisine doğru yöneldikleri görülmeye başlanmıştır. Dinler arasında geliştirilmeye çalışılan hoşgörü ortamı din anlayışlarını törpülerken, ortaya ılımlı İslam, ılımlı Musevilik ve ılımlı Hıristiyanlık gibi yeni anlayışlar ile birlikte bu doğrultuda geliştirilen yeni toplumsal politikalara da devletler ve toplumlar sıcak çatışmaları önlemek doğrultusunda yönlendirilmişlerdir. Çağdaş uygarlık düzeyine erişmiş olan ülkelerde modernizm her zaman için temel düşünce biçimi olarak ele alındığı için, din konularında ya da dinsel alanda yenilikler yumuşama ve hoşgörü üzerinden atılan adımlar modern, din anlayışı olarak genel olarak ılımlı kavramı üzerinden ifade edilen toleranslı bir bakış açısını ılımlı dincilik olarak öne çıkarmaktadır. Konu bu aşamaya gelince, o zaman da dinlerin modernizm açılımı çizgisinde yumuşak siyaset girişimlerinin ılımlı olmaya başladığı görülmektedir.

Binlerce ya da yüzlerce yıl farklı din anlayışları üzerinden birbirini yiyen ve iki büyük dünya savaşı sırasında milyonlarca insanını yok eden bir dünya düzensizliği içinde bocalarken, üçüncü bir dünya savaşı sürecini önlemek isteyen uluslararası örgütlerin araya girmesi ve daha sonra da öncülük yapması üzerine üçüncü büyük savaş çıkarma girişimlerinin önü kesilmiş ve zaman içerisinde devletler ile milletler arasında kalıcı bir barış ortamı yaratılmaya çalışılması, yirminci yüzyılın son yarısını soğuk savaş düzeni çerçevesinde geçirmiş ve yeni bir yüzyıla doğru dünya ilerlerken, dinler arası diyalog çalışmalarından evrensel barış ortamı kurabilmek için yeni girişimler siyaset sahnesinin gündemini oluşturmuştur.

Evrensel barış düzeninin kalıcı bir biçimde örgütlenmesine çalışılırken, dinler arasındaki başlatılan diyalog ortamlarının kalıcı bir biçimde modernize edilebilmesi için çabalar gösterilmiştir. Bu tür ilişkilerin devletlerarası iş birliği ortamının geliştirilmesinde etkin olması sayesinde din konularında da ılımlı bir çizgiye gelinebilmiştir. Bu açıdan Türkiye’nin örnek ülkelerden birisi olarak öne çıktığı anlaşılmıştır. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla başlayan yeni dönemde evrensel barış için hem küresel ve bölgesel güvenlik örgütleri kurulmuş, hem de bu gibi ülkelerde farklı dinden gelen ayrı toplulukların modern açılımlara yönelmesiyle, dinsel alanlarda geleceğin barış ortamının temelini oluşturacak derecede, ılımlı dinsel politikalar oluşturulmaya başlanmıştır. Dinler arası diyalog çalışmaları devam ettikçe, din ortamında ılımlı İslam’a yönelen yeni girişimlerin gündeme geldiği görülmüştür. Hıristiyan Avrupa kıtası ile birlikte Müslüman bir merkezi coğrafya arasında sıkışıp kalan bir modern Türkiye oluşumu, ılımlı İslam ile tamamlanarak farklı dinlerden oluşan Orta Doğu bölgesi halklarının gerçekleştirdiği ılımlı İslam’ın sağladığı geniş serbestlik alanı içinde, barışçı yaklaşımların bütün uluslararası ilişkiler düzeninde etkin olmasına yardımcı olmuştur. Böylece dünya literatürüne geçecek bir düzeyde ılımlı dincilik önde gelen dünya ülkelerinde ön planda yer almaya başlamıştır. İnsanlar yarım yüzyıl içinde dinler arası çatışmalardan dinler arası diyaloga geçerek ılımlı dincilik uygulamalarına öncelik vermeye başlamışlardır. Türkiye’de son çeyrek asırda izlenen ılımlı İslamcılık politikaları bu alandaki en önemli örnekler olarak tarihe geçmiştir.

Ilımlılık kavramı üzerinden geçmişten gelen gelişmeler ve bunların ortaya çıkardığı ılımlı İslam örnekleri bugünün dünyasında sürekli barış ortamının dayanak noktalarını oluşturmaktadır. Dinsel alanda her türlü çekişme ve çatışmaları devre dışı bırakarak, genel anlamda bir uysallaştırma ile bu doğrultuda tarafları daha uyumlu çalışmalara yönlendirerek, toplumsal yapı içinde geleceğe yönelik yeni yapılanmalar hazırlamak, ılımlı İslamcıların ortaya çıkış nedenleri olarak bugün kamuoyuna yansımaktadır. Asya ve Avrupa gibi iki büyük kıta arasında kalan jeopolitik bir konuma sahip olan Türkiye Cumhuriyeti, Doğu ile batı arasında bir geçiş köprüsü konumunda var olmayı sürdürmektedir Orta dünya bölgesinde bir orta oyunu olarak uluslararası siyasal gelişmeler birbirini izlerken, başta Türkiye olmak üzere birbirine komşu olan konumlarıyla bölgede yer alan tüm bölge devletleri, yeni bir dinler arası yok edici savaşlar çıkmazına sürüklenmemek üzere, komşuları ve bölge devletleriyle ılımlı din ilişkilerine girerek, bölgesel bir uyumluluk düzeninin kurulabilmesi doğrultusunda yeni tür gelişmeler gündeme gelmektedir. Dini merkezler ve din çevreleri günlük normal çalışma ortamı içinde geleceğe dönük yeni arayışlar içine girdikleri aşamalarda da dinsel alan çalışmalarında ılımlı yollar bulunmaya çalışılmakta ve ılımlı İslam anlayışı çerçevesinde kamu hizmeti statüsündeki dini görevler ve yapılanmalar, yeni bir sistematik oluşturularak eskisinden daha etkili bir inanç sistemi ve barış ortamı ortaya çıkarılabilmek için çaba gösterilmektedir. Ilımlı İslam geçmişin kültürel birikimleriyle desteklenmeye başlandığı zaman bugünkü aşamada ortaya çıkan, yeni dinsel çalışmalar ve yönelişler gündeme gelerek dinsel düzenin ılımlı din açısından farklı ele alınmasında belirleyiciler olmaktadırlar. Modernleşme çalışmaları din alanında yeniliklere elverişli bir taban oluşturarak ılımlı dincilik alanında etkinlik sağlarken, uluslararası alandaki yeni yönelimler de din alanında ılımlı ve barışçı gelişmeleri desteklemektedir. Bilim çevreleri dünyanın geleceğini araştırarak yeni arayışlar içine girdiği bir aşamada, yeni dünya düzenini dinler arası barış ve diyalog köprüleri üzerinden ortaya koydukları tutumlar ile geliştirilmeye çalıştıkları görülmektedir. Ne var ki, ılımlı politikaların geliştirilmeye çalışıldığı son aşamada dinsel toplumlar çok kültürcülük çıkmazına sürüklenebilmektedir.

Din alanında Ilımlı İslam’ı tercih eden ya da bu tür hareketleri destekleyen gelişmeleri öne çıkaran devletler, kendi ülkelerinde sera uygarlığı yaratarak ve bu çizgideki yeni etkinlikleri büyütüp geliştirerek uygulama alanına getirdikleri görülmektedir. Geleneksel dinlerin değişen koşullarda gelişmeye devam etmesi, yeni, ılımlı ve modern İslam ile geçmişten gelen geleneksel Müslüman tutuculuk çizgilerinde yeni bir ayrışma sürecini İslam dünyasının bütün devletlerinin toplumsal yapılarında öne çıkarmıştır. Soğuk savaşın sona ermesinden sonra merkezi coğrafya da Türkiye’nin öncülüğü ile ılımlı İslam modelleri uygulama alanlarına getirilmiştir. Dünyanın eski merkezi devleti olan Osmanlı imparatorluğunun topraklarında sonradan kurulmuş olan Kuzey Afrika ve Orta Doğu devletleri küreselleşme döneminde siyasal İslam’ın yükselişi çizgisinde ılımlı İslamcı politikalara sahne olurken, aradan geçen çeyrek asırlık bir uygulama dönemi sonrasında başta Türkiye olmak üzere gündeme getirilmiş olan ılımlı İslam süreçleri ve dönemleri ile birlikte, bu politikaları uygulayarak dış desteklerle iktidara gelen ılımlı İslamcı siyasal iktidarların dünü, bugünü ve gelecekleri her yönü ile tartışılmaya başlanmıştır. Bölgedeki Osmanlı uzantısı İslam devletlerinde yeni bir alternatif iktidar örneği olarak gündeme getirilen modernize İslam ya da ılımlı Müslümanlık uygulamalarının, çeyrek yüzyıllık tırmanma süreçlerinden geçtikten sonra dünya kamuoyunun ciddi bir değerlendirilmesine gereksinme bulunduğu anlaşılmaktadır. Küreselleşme akımı ile başlayan küresel emperyalizm saldırısı gene aynı dönemde bütün dünyaya yönelik bir biçimde batı merkezli olarak devam ederken, dünyanın merkezi coğrafyasında yer alan İslam ülkelerinin tamamı başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere yeni bir değerlendirme aşamasına gelmişlerdir. Türkiye ile birlikte Tunus, Fas, Cezayir, Mısır, Suriye, Irak, Libya, Arabistan, Katar, Kuveyt, Bahreyn, Somali, Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi merkezi coğrafya İslam ülkeleri son çeyrek yüzyılda siyasal İslam’ın tırmanışı ile ılımlı İslam politikalarına yönelerek uluslararası alanda yeni bir çıkışı gündeme getirmişlerdir. Böylece batı emperyalizmi İslam coğrafyasını küresel bir kıskaç içine alarak, Türkiye’yi de bu doğrultuda yeniden yapılandırmışlardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyanın orta alanında yani eski Osmanlı coğrafyasında kurulmuş olan merkezi devlet olduğu dikkate alınırsa, Türkiye’de batı emperyalizminin İslam alanlarını kuşatma planlarının hedefinde yer alan en merkezi devlet olarak öne çıktığı görülmektedir. Batının önde gelen ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve İsrail gibi emperyalistlerinin küreselleşme çizgisinde hedef haline gelen Osmanlı hinterlandı, batı emperyalizminin kuşatma politikaları hedefine oturtularak, yaklaşık çeyrek yüzyıldır zoraki bir dinsel dönüşüme doğru emperyal baskı ve zorlamalar yönünde sürüklenmektedir. Yirminci yüzyılın son döneminde gündeme getirilen siyasal İslamcılık görünümündeki yeniden yapılanma oluşumları aracılığı ile, Osmanlı ve soğuk savaş dönemlerindeki geleneksel İslam politikaları devam ederken, Sovyetlerin dağılması sonrasında daha farklı bir emperyalizme yönelen batı emperyalizmi, Siyasal İslam adı altında Müslüman kitleleri dini siyasallaştırarak, geleneksel yapılarıyla bugüne kadar gelmiş olan İslam ülkelerini, Siyasal İslam üzerinden ılımlı İslam politikalarına doğru yönlendirmişlerdir. İslam coğrafyasının tam ortasında laik bir çağdaş cumhuriyet olarak kurulan Türk devletini, çağdaş laiklik düzeninden uzaklaştırarak ve ılımlı İslam politikalarına alet ederek, eski Osmanlı dönemindeki uygulamalara dönmek istemişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti ılımlı İslam’ın oluşum döneminde laik devlet yapısı ve uygulamalarından ve batı dünyasından kopartılmaya doğru zorla iteklenirken, Türkiye Cumhuriyeti’nin milyonlarca Müslüman nüfusun yer aldığı bir buçuk milyarlık ümmet coğrafyasının tam ortasında, yepyeni bir millet ve milli devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti yerini almıştır. Avrupa kıtasının yanında milli devlet kurulurken Osmanlı hinterlandında ilk ılımlı İslam devleti olarak Türkiye öne geçiyordu. Türkiye’nin, milli devlet olarak kurulabilmesini borçlu olduğu milli görüş politikasından muhafazakâr İslam siyasetine doğru keskin bir dönüşüm yaşatılarak ve siyasal İslam’a ılımlı dinci politikalar aracılığı ile Türk devleti sürüklenerek, milli görüşçü partiler ardarda kapatılmış ve yenilikçiler görünümü altında yepyeni bir muhafazakâr demokrasi akımı başlatılmış ve böylesine bir isim altında yeni bir siyasal akım neoliberal politikalar aracılığı ile eskisinden farklı bir oluşum olarak, dinci partiler aracılığı ile muhafazakâr demokrasi adı altında olarak devreye sokulmuştur.

Çin’in Akdeniz’e gelerek bölge ülkeleriyle yeni ittifaklara girmesi üzerine, batılı gizli servislerin örgütlediği Tunus olayları sonrasında bütün Afrika ve Akdeniz ülkelerinde başlatılan Siyasal İslam görünümlü ılımlı İslamcılık akımı, “Arap Baharı” adıyla bütün Müslüman ülkelere yayılmış ve böylece tüm İslam ülkelerinde ılımlı İslam politikaları üzerinden, Siyasal İslam öne çıkarak bazı ülkelerde iktidara gelmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında Birinci dünya savaşı sonucunda İngilizler, bütün Osmanlı topraklarına el koyarken, Akdeniz, Afrika ve Orta Doğu ülkelerinin batı tipi demokratik ortama yakın durabilmesi için, Müslüman Kardeşler adı altında bir dinci parti örgütlenmesini, Müslüman Demokrat Partilere benzeyen bir yapılanma içinde örgütlemiştir. Bugün bütün Müslüman ülkelerde Müslüman Kardeşler hareketi bir yaygın parti olarak örgütlü bulunmaktadır. Bazı İslam ülkelerinde ise batının içinde yer alan ABD, Rusya, Fransa ve İsrail gibi emperyalist ülkelerinin desteklediği askeri rejimler ya da ara rejimler gündeme geldiği için, aynı zamanda petrol coğrafyası olan bu geniş merkezi alanda İngiltere eski patron ülke olarak Müslüman Kardeşler örgütüne sağladığı destek aracılığı ile dünya planı doğrultusunda sahip çıkarken, ABD ve İsrail gibi sonradan olma ve Avrupa inisiyatifine teslim olmayan bir Amerikan ya da Atlantik yapılanmasına Siyonist politikalar aracılığı ile alternatifler getirilirken, siyasal İslam ve ılımlı İslam uygulamalarında yeni bir döneme doğru yol alınmaktadır.

ABD ve İsrail ikilisi Akdeniz ve Kuzey Afrika ülkelerinde Avrupa ülkelerine karşı yeni bir yapılanma örgütlerken, Kutsal kitaplara dayanan ılımlı İslam politikalarını iktidara taşıyan İhvan hareketini Müslüman Kardeşler dayanışması içinde desteklemeye çalışmışlardır. Çağdaş sorunlara cevap arayan halk kitlelerinin dinin iktidarı üzerinden çözüm aramaya yönelerek, Avrupa uygarlığının getirdiği ve Fransız devriminin insanlığa kazandırdığı bilime ve gerçeklere dayanan laik devlet anlayışı, insanlığın bugünkü modern düzenini temsil etmektedir. Dünya yeniden orta çağ dönemindeki din yönetimine geri dönüş maceralarına dönüşen, siyasal din ya da ılımlı İslam gibi gerilemelere sürüklenmemelidir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.