Akıl bir şeyi anlamak için başka bir şeyle kıyaslar. Onun kıyasladığı kendi zannedişi olduğu için her şeyi onunla ölçer yani onun mihenk taşı kendi anlayışı, bildikleri ve sınırlarıdır. Şimdi, yaratılmışlık ve yaşamsallık dediğimiz Allah’ın Kendiliği olarak tecelli edişinde, tevhitliğin içerisinde, bedene de cahil olduğundan beden kaydında kaldığı için kendisini ayırır, “Ben benim” der. Kendisini ayırışı beraberinde Allah’ı da ayırmayı getirir ki Kendi tecellisinden, tecelli eden Zat-ı Hakk’ı ötekileştirmek diyoruz buna ve bu zannî anlayış ikiliği ortaya çıkartır. Kendisi zamana, mekâna tabidir, ihtiyaçlık sahibidir, varlığının devamlılığı var edene tabidir. Zat-ı Hakk’ı Kendi bütünselliğinden ayırıp ötekileştirdiği ve kendisiyle kıyaslayarak anlamaya çalıştığı için Zat-ı Hakk’a da bir tabilik yükler. “Zamanın içerisinde zamana tabi” der. Mekân tabiliği yükler, “Ben bir mekândaysam Allah da bir mekânda olmalı” der.
Dünya güneş sisteminin içerisinde, güneş sistemi dünya için bir mekân. Güneş sistemi, samanyolu galaksisinin içerisinde, saman yolu güneş sistemi için mekân. Samanyolu karanlık bir uzayın içerisinde, uzay saman yoluna mekân. Şimdi, galaksi neyin içerisinde, galaksi de uzayın içerisinde. Uzay neyin içerisinde? Bakın ne geliyor peş peşe, illa bir şeyin içinde olması lazım. Uzay evrenin içinde, evrenin de bir şeyin içinde olması lazım. Evren neyin içinde? Milyarlarca evren var, o evrenler de üst evrenin içinde. O üst evren nerede? Akıl hep bir şeyle kayıtlama, zaman ve mekânla sınırlama üzerine çalışır. Sınırlayan anlayış, kendi sınırsızlığına cahil olduğundan Allah’ı hep bir şeyin içerisine kayıtlamaya çalışıyor. Allah’ı Kendisinden ötekileştirerek nesnel bir bireylik, bir tabilik yüklersin. İşte yapılan hata bu! Oysa Allah zamanın da mekânın da kendisidir. Yarattığının da kendisidir, her şey Kendisinde bulunan mutlak Zat’tır! İhlas suresinde ne diyor?
“Kul huvallâhu Ehad”
yani “O Zat ki tektir” tek olan Zat-ı Hakk, yarattığı bir şeyi başka bir yerden almadığına göre, çünkü tek, O var O’nunla birlikte bir şey yok, yarattığı şeyi de Kendisinden ayrı ikinci bir varlık olarak yaratmadığı için, yaratılmışlığın yaratıldığı yer de yine ikincil ve ayrı bir şey olmadığı için, yaratılmışlık, tek olan Zat’ın Kendisinden Kendisine tecellisi olarak çıkıyor karşımıza. Tecellisi, tecelli edenden ayrı olabilir mi! Yani buz sudan ayrı olabilir mi? Buz neden şeffaftır? Su şeffaf olduğu için ve buz suyun bir hali olduğu için şeffaftır. Buzdan suyu ayıramazsın. Biz merkeze insanı koyduğumuz için insandan Allah’ı, Allah’ı da insandan ayıramazsın, kayıtlamadan!
Tenzih ve Teşbihi, insanda cem ederek Tevhit edebiliriz.
İnsan, Zat-ı Hakk’ın zatına mahsus özellikleriyle tecelli edişidir ama bu tecelli ediş, maddesel boyutta, bir görünürlük kazandırdığı için bedenlenir. Bedenlenişindeki beden dahi Kendisidir, “Hakk’tır” O nedenle insanı merkeze koyduk. Allah insanla, melek insanla, peygamber insanla her şey insanla kendisini zahire getirmiş, anlam kazanmış oldu. İnsan da kendisiyle zahire gelenden ayrı olmadığı için kendisiyle zahire gelenle birlikte var olarak anlam kazanmış oldu. Hayatiyetiyle, iradesiyle, ilmiyle, kudretiyle bir anlam kazanmış oldu. Peki, bu merkezdeki insan dediğimiz diğer yaratılmışlardan ayrı mı? Allahtan ayrı değil, peygamberden, kitaptan, melekten, yaşamdan, ahiretten ayrı değil dedik, insan bunlarla birlikte bir bütün. Diğer yaratılmışlıklardan ayrı mı? Hayır değil, aynı tecelli.
.....
Yazının devamı için tıklayınız
.....