Acı reçeteyi yazacak siyasi doktor, ülkeyi hasta eden aynı doktorsa eğer, yazacağı acı reçeteyle nasıl düzelecek ülkemiz?
Bu acı reçete, geçim sıkıntısı altında ezilen milyonlara yeni yükler getirecekse, şimdiden bilmeliyiz ki reçetenin faydasını göremeyiz. Hastayı iyileştirmekse niyetimiz, o takdirde Türkiye’nin ekonomik bir konsültasyona ihtiyacı vardır ki bunu da tecrübeli uzmanlarla yapabiliriz. Yani ülkeyi hasta eden doktor, artık kendi bilgileri yerine gerçekten ekonomiyi bilen donanımlı ve bilgili üstadların göstereceği yolu ve yapacakları önerileri kabul etmelidir. Yine kendi ekonomi asistanlarıyla yoluna devam edecekse eğer, bulunduğumuz noktadan bir adım ileri gidemeyiz.
Türkiye deneme tahtası haline geldi. Yanlış üstüne yanlış yapıyoruz ya, düzeltelim derken arapsaçına döndürüyoruz işleri. Sistemi kafamıza göre değiştirirsek, geçmişin tecrübelerini sıfırlarsak, yetişmiş ve deneyimli kadroların yerine ehliyetsiz siyasi yandaşlarımızı geçirirsek, olacağı budur işte. Devletin başarılı Valilerini, devletin çok tecrübeli büyükelçilerini, çok kıymetli general, amiral ve kurmay subaylarını, devletin elindeki en iyi mühendisleri, teknik elemanları kapıya koyup, yerlerine rüyalarında bile göremeyecekleri makamlara yandaşlarımızı oturtursak, ülkemizi zafiyete uğratır, hasta eder, sonra da acı reçeteleri yazmaya mecbur kalırız.
Kaymakamlık yapmadan Vali olanlara, doğru dürüst lisan bilmeden Büyükelçi yapılanlara, zahmetsiz ve emeksiz rektörlük koltuğuna oturanlara, imtihan sorularını çalan ve çaldıranlara, “beraber yürüdük bu yollarda” denilen kadrolarla içli dışlı olup, sonra onları devletin başına bela edenlere hep son 10-15 yılda rastladık. ‘Kız imam’ı dünyada hiç duymadık ama, imam hatip liselerine çevirdiğimiz okullarımıza kızların da alınmasını şaşkınlıkla seyrettik.
Yargı sistemimizi allak bullak ettik. 3-5 yıllık avukatları hemen hakim-savcı yaptık. Ceza sistemimizi, cezaevleri dolu diye iyice hafiflettik. Karısını vuranı, arabasıyla adama çarpanı, dükkanları ve evleri soyanları, dolandırıcıları tutuklamak yerine, adli takiple serbest bıraktık. Hangi birini sayayım, üç katlı apartmanları Üniversite yapmamızı mı, ihale kanunumuzu peşpeşe değiştirmemizi mi, kullanmadığımız köprü, yol, havaalanı, hastanelere yapılan ödemeleri mi? Yandaşları devlet kadrolarına gönlümüzce yerleştirip, memur mevcudunu gereksiz şişirmemizi mi? Lüks devlet konutlarını, araçlarını, yapılan israfları mı?
Milyonlarca Suriye’liyi kime sorup ülkemize soktuk, benim insanım sıkıntı çekerken onlara 45 milyar doları kime sorup harcadık? Bunları Türkiye’nin başına bela ederek, bazı illerimizde ciddi sorunların yaratılmasına neden sebep olduk? Yurt dışında milyonlarca dolar harcayarak, hangi amaçla camiler yaptık? Yoksul Afrika ülkelerinin İMF borçlarını ödemek bize mi düştü? Kendi halkımıza doğru dürüst maske dağıtamazken, maske ve hijyen malzemelerini Amerika dahil zengin ülkelere göndererek, ne yapmak istedik, neyi ispat ettik?
Bu soruları günlerce sorabilir, yapılan yanlışları aylarca yazabiliriz ama, artık bunların kimseye faydası yok. ‘Bundan sonra ne yapmalıyız’a bakalım. Ne yapmalıyız ki, yaraya merhem olacak bir reçete ortaya çıkabilsin. Önce acı reçeteyi devlete uygulamalıyız. Devletteki tüm israfları, tüm lüksleri, tüm gösterişli yaşamları hemen durdurmalıyız. Bir kişinin rahatça yapacağı işleri 10 kişiye yaptırmaktan vazgeçmeliyiz. O lüks makam araçlarını, eşlere tahsis edilen otomobilleri hemen elden çıkarmalıyız. Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento’daki danışman kadrolarını asgariye düşürmeli, evi olan memurlara lojman tahsisini durdurmalı, çok pahalıya mal olan lojman sisteminin yerine memura kira yardımı yapmalıyız. Köy okullarını yeniden açmalı, taşımalı öğrenci sistemine son vermeliyiz.
Tüketim toplumu haline geldik. Köylümüz bile marketlerden alışveriş yapıyor artık. Okuyan köy çocukları tarıma dönmüyor, yıllardır baba toprağına uğramıyor. Herkesin elinde pahalı ve son model telefonlar, kredi kartlarıyla geçinir hale geldi insanımız. Sadece devletin değil, milletin de tasarrufa ihtiyacı var. Bunun için topyekün bir tasarruf seferberliği başlatmalıyız. Acı reçete yazılacaksa eğer, bunlara da dikkat etmeliyiz. Ayrıca birkaç yerden maaş alma lüksüne de çok acele son vermeliyiz. Bazı memurlarımız var ki, 3-4 yerden astronomik ücret alıyorlar, bunu acilen durdurmalıyız. Milletin bağış ve desteğiyle ayakta duran hayır kurumumuz Kızılay da bile öyle maaşlar ödeniyor ki, görenin dudağı uçuklar.
Bugüne kadar yaptığımız yanlışları samimiyetle kabul eder, önlemlerini alırken herkesin yardım ve desteğine rıza gösterirsek, şu çılgın Türklerin başaramayacağı hiçbir şey yoktur. Bay Kemal, Bay Babacan, bay öteki ve beriki laflarını bir yana bırakır, hiç değilse ulusal reçetede bir işbirliğine girişirsek, reçeteyle ortaya çıkacak ilaçların faydasını görebiliriz. “Huylu huyundan vazgeçer mi” sorusu, hepimizin aklını kurcalıyor ama, iyi düşünelim ki iyi sonuçlar alabilelim.
Türkiye’yi ekonomik krizden kurtaracak, en azından bilançoyu hafifletecek ve oyunu kuralıyla oynayacak yetişmiş ve çok değerli kadrolarımız vardır. Evlerine çekilmiş ve ülkemiz gibi en az on ülkeyi idare edebilecek bu kadrolardan yararlanmayı bilmeli, onların öneri ve tavsiyelerine kulak asmalıyız. Bunu başarabilirsek, acı reçeteyi de hedefine götürebiliriz.