Bu konuyu daha önce mağduriyet-merhamet ekseninde yazmıştım.
Gelin görün ki türlü terörün kol gezdiği, adaletin, insanca yaşamanın mücadele gerektirdiği bu topraklarda ne kadar yazsak az.
Kurban psikolojisinden söz ediyorum.
Önce genel bir bilgi…
Kurban psikolojisi, bir bireyin veya grubun mağduriyeti, zarar görmesi veya haksızlığa uğraması sonucu ortaya çıkan duygusal ve zihinsel durumları ifade eden bir kavram.
Bu durumlar, kurbanın maruz kaldığı travmatik deneyimler, fiziksel veya psikolojik şiddet, istismar veya doğal afetler gibi çeşitli olaylardan kaynaklanabilir. Kurban psikolojisi, kurbanların yaşadığı korku, çaresizlik, öfke, suçluluk ve utanç gibi duyguları ve bu duyguların günlük hayatlarına ve sosyal ilişkilerine olan etkilerini ifade eden bir kavram...
Konunun uzmanı değilim. Konunun uzmanlarımdan edindiğim temel bilgi bu.
Terörün hem yapanı hem yapılanı adına insanı ve oluşturduğu sosyal yapıyı dağıttığı bir ortamda Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) sıradan bir hastalık haline geliyor.
Terör deyince akıllarda beliren belli şablon ve klişeler olsa da…
Herhangi bir sebeple terörize edilip TSSB’den mustarip biri olmak ne yazık ki mümkün. Sonrasında da kurban psikolojisine girmek de öyle…
O konu derya deniz. Ben meseleye farklı açıdan yaklaşacağım izninizle.
Şiddetin de türleri var ve üzücü bir gerçeklik.
En az şiddet kurbanları kadar…
Beri yandan kurban rolünü seçmek, insan için konforludur. Kendinizi, içinde bulunduğunuz şartları, en yakından en uzağa birilerini suçlayıp kendinizi “çok haklı” görürsünüz. Bir koza örer, bu kısır döngüde kozanızı iyice kalınlaştırıp içine hapsolursunuz.
Der Prof. Dr. Acar Baltaş ve bu konuda şu tespiti yapar.
“Ya kırıldığınız yerden kurban olursunuz ya da o kozayı deler, kırıldığınız yerden güçlenir, kendi hikayenizi yazarsınız.”
Çok boyutlu bir durum…
Adaletin bir umuttan ibaret olduğu günümüzde hayatın herhangi bir noktasında mağdur olmamak zorsa da bu bakımdan sonrası daha da önemli diye düşünüyorum.
Çünkü sonrasında durumun yarattığı psikolojik sonuçlardan biri de kendini “kurban” olarak gören kişinin her şeye hakkı olduğunu düşünmesi oluyor ne yazık ki.
Baskılanan, zulme uğrayan ya da uğradığını düşünen/hisseden insanların gösterecekleri tepki çeşit çeşit ve “sıra bende” duygusuyla zulme ve şiddette meyilli olabiliyor kimi zaman.
Bazen de bu bireyselden çıkıp toplu bir kabule evrilebiliyor.
Seneler önce “zulme uğruyoruz” diyen bugünün muktedirlerinin sahip oldukları her tür güce rağmen 2002’den bu yana takındıkları davranış biçimleridir bana bu tespiti yaptıran…
Rumen felsefeci Emil Mihai Cioran ünlü aforizmasında "en büyük zalimler kafası kesilmemiş mazlumlardan çıkar" demiş.
Konu insan olunca zalimle mazlum arasında ince ve geçirgen bir çizgi oluşmakta…
Bizden bir felsefeci Dücane Cündioğlu da “bu ülkede adalet en ilkel anlamıyla öç almak demek. Bu yüzden daha çok akla, daha çok sevgiye ihtiyacımız var” der.
Bir de mağdurların istismarcıları mevcut şüphesiz.
Aynı zamanda felsefeyle de uğraşan sosyolog ve antropolog Pierre Bourdieu’nun, Vekalet ve Siyasal Fetişizm adlı eserinde geçen şu cümlesi önemlidir.
“İnsanlar ne kadar yoksun, mahrum bırakılmışlarsa, siyasi bir söz hakkı alabilmek için kendilerini vekillere teslim etmeye o kadar meyillidirler, zorunludurlar.”
Bu gerçeklikler arasında hukuku üstün kılarak, mağdur yaratmadan, kurban psikolojisine giren/girmeyi seçen insanlar olmadan, vatandaşlık bilinciyle yaşayan, birilerinin eline düşmeden hakkını alacağından emin bireyler olarak yaşamak çok mu zor?
Haftanın Notu:
Irak, Suriye… Sıra kimde?
Cumhuriyeti yağmalayarak yok etme derdindekilerin sadece kendileri değil, yedi sülalelerinin hatta tekmil yandaşlarının hayırla anılması mümkün değildir.