Bursa Arena E'Gazete
2025-03-13 00:20:02

Siyaset ve İnanç

ALPER ŞİRVAN

13 Mart 2025, 00:20

Siyaseti, “karşındakinin nasırlı ayağına olanca gücünüzle bastıktan sonra, böyle yaparak ona aslında ne kadar büyük bir iyilik yaptığına kendisini inandırmaktır” diye tanımlamış bir siyaset bilimci…

Bu bilimsel tanımlamadan da gayet net olarak görebileceğimiz gibi, var olanı göstermek değil, olması isteneni yaratma işidir. Siyasetçinin gerçekle ilişkisi yoktur. O, kendi ve çevresine ait çıkarlar doğrultusunda bitimsiz bir güç ve iktidarın peşindedir. Onun için karşısına çıkan her olay ve insan, amaca hizmet ettirilmesi gereken bir vasıta, ondan sonrası tufandır. Her şey, çoğunlukla çıkar odaklıdır. Bu, odaktaki çıkarcılık, bazen “müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edilebilir.”

Şahidi olmaya ömrümüzün ve bilincimizin yettiği zaman diliminde “kanıksadıklarımıza” şöyle bir bakın. Göreceksiniz ki inşasına tanıklık ettiğimiz düzenin gerçeği, “bir şeyin ne olduğu değil ne şekilde algılatıldığı” üzerine kuruludur.

Siyasetçinin çıkar pusulası, herhangi bir nesnenin mesela “bir uçak” olması gerektiğini gösterebilir. O andan itibaren “propaganda mekanizması” işlemeye başlar ve siyasetçi en yakınlarından başlamak üzere “kendi yarattığı bu gerçeğe(!)” insanları inandırmaya başlar. Zira kendi varlık gerçeği, “ne kadar çok bana inanmış insan, o kadar çok iktidar ve güç, ne kadar güç o kadar kendim ve çevrem için rahat hayat” anlayışıyla vücut bulur.

O “çevreye dahil olmak” önem kazanır.

“Ya taraf olursun ya bertaraf olursun” cümlesinin anlamı da budur aslında.

Siyasetçinin yegâne amacı -sistemin izin verdiği ölçüde- “sonsuz iktidar ve daha fazla güç” olmakla beraber, bu uğurda yapamayacağı şey, giremeyeceği kalıp, veremeyeceği şey yoktur.

Amacına hizmet etmeyen hukuk temelli sistemi ya yok sayar ya değiştirmenin yolunu arar.

Hukukun set çekemediği her siyasetçi, vahşet potansiyeli olan bir canavara dönüşebilir.

Bu açıdan kapitalist ve siyasetçi “yakın akraba” hatta “kardeş” sayılır.

Beri yandan siyasetçinin kendine şartsız şüphesiz, sorgusuz sualsiz “inanan”, peşinden giden ve onu iktidara taşıyan/iktidarda tutan kitlesi varsa büyük günahlardan sayılan kibrin esiri olur.

“Şeyh uçmaz, mürid uçurur” denir de “nereye acaba” diye de sormadan edemiyor insan…

Kısacası dünya üzerindeki herhangi bir siyasetçiden “ulvi” şeyler ummak, safdillik olur kanaatindeyim.

Dünya ölçeği ve ülkemiz gerçeğinde siyaset ve siyasetçiyi konumlandırdıktan sonra bir de İslam’a ya da genel ifadeyle inanca bakalım.

Öncelikle belirtmeliyim ki, siyaset gibi dibine kadar “dünyevi” bir kavramın, inançla yan yana getirilmesi, onun “dünyevi bir araç olarak” kullanılma amacından öte bir anlam ifade etmez. Çünkü “gerçekten” inanan insan için kul hakkı, harama el uzatmamak, adil olmak, haksızlık yapmamak ve her ne şartta olursa olsun yalan söylememek gibi aynı zamanda evrensel olan değerler, hayatın “kırmızı çizgileridir.” Kısaca, hep “doğru” olmak zorunda olduğu gibi, bu doğruluğunun her zaman kendisine fayda sağlayacak dünyevi bir karşılığının olması da şart değildir. O, ne yaparsa yapsın inancı doğrultusunda en fazla “Allah rızası için” yapma eğilimindedir. Yaptığı herhangi bir “iyi davranış ya da hizmet” sonunda elde edeceği her türlü dünyevi nesne, onun inancını zedeler. “Sağ elin verdiğinden, sol elin haberi dahi olmayacak” diyen inancın, “bir yap, hatta hiç yapma ama bin yapmış gibi göster, oy topla, iktidarın keyfini sür” diyen siyasetle uyuşması mümkün değildir prensip olarak...

İşte en başta bu sebepten olmak üzere birçok sebepten “siyasal İslam” kavramı da problemlidir; “siyasal herhangi bir inanç ya da ideoloji de…” Siyasallaşan her kavram, bağlamından kopar, yozlaşır, eprir ve sonunda da atılır gider. Tam da bu yüzden buna karşı çıkması gerekenler samimi inananlar olmalıdır.

Sen çalmasan da seçtiğin çalıyorsa, zulmediyorsa, nifak saçıyorsa büyük vebaldir. Bu da unutulmamalıdır.

Bir de samimi olarak İslamî/muhafazakâr bir düzen olması gerektiğini düşünüp siyasal İslamcılara/siyasal milliyetçi muhafazakârlara sınırsız krediyle oy veren insanlar açısından bakalım ve kendilerine seslenelim.

Biliyorum ki sizin çoğunuz kadının çalışmayıp evde evlatlarına baktığı, erkeğin yalnız bir işte ve makul saatlerde çalışarak en az üç çocuklu ailesini müreffeh şekilde geçindirebildiği, ev-otomobil alabildiği, emekli olduktan sonra da ikramiyesiyle yazlığını alıp maaşıyla o en az üç çocuğun düğünlerini yapabilip yuvalarını açabildiği bir düzen istiyorsunuz.

Bu “eski” diye yaftalanan Türkiye’de az çok öyleymiş belki ama… Ah, ah! Keşke kıymet bilseydik, geliştirseydik, “nasıl daha iyi yaşarız” diyebilseydik… En önemlisi de azıcık düşünseydik…

Yaklaşık çeyrek yüzyıldır size istediklerinizi vereceğini düşündüğünüz parti ve çeşitli partnerleri “sizin oylarınızla” iktidarda. Asgari ücretin fazlasıyla yaygınlaştığını da biliyoruz. Emekli zaten malum…

Bu bilgiler ışığında şunu sorarak bitirelim.

Mevcut ekonomide asgari ücretliye 22.000₺, emekliye 15.000₺ veren bir iktidar, sizinle aynı şeyi istiyor olabilir mi?

Haftanın Notu:

Laik cumhuriyetin ortadan kaldırılmasını isteyenlerle, üniter-ulus devlet karşıtları uzatmalı sevgililer misali tekrar aynı noktada birleşti. Kim kimi neyle “ikna etti” bilinmez ama, olana değil “oldurana” bakmak lazım galiba…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.