1953'te DNA sarmalı keşfeden Watson ve Crick 1962'de Nobel Ödülünü aldılar. DNA'dan RNA; RNA'dan protein zincirinin elde edildiği görüşünü doğrulukla belirttiler. Diğer yandan, bu reaksiyonun tersten olamayacağını( bir kanıt olmadığı halde) öne sürdüler. “Geni”mutlak kılan bu anlayış (bütün dünyada)yerleş(miş)ti. Hatta 2001'de insan genomunun nükleotid sırası bulunduğunda( İnsan Genom Projesi tamamlandığında) insanın genomu yani genlerin toplamı olduğu düşüncesi yerleşmişti. Bu anlayışa göre insanın biyolojik kaderi genler tarafından belirlenmekteydi. İnsanlar genleri kadar yaşayan, genleri kadar hasta, genleri kadar başarılı( zeki) hatta genleri kadar mutlu varlıklardı. (Kılıç, 2024: 92)
Genetiğin (bu) santral dogması, hücrelerimizdeki bilginin yalnızca tek bir yönde - DNA'dan RNA'ya ve proteinlere- aktığı doktrinidir. Bu tanım genlerin ifadesini modüle etmede çevrenin rolü nedeniyle, artık çürütülmüştür. Yeni bir terim olan ve genin dışında olarak ifade edilen "epigenetik", bilim dünyasında en yeni ortaya çıkan alanlardan biri haline gelmiştir. Epigenetik, DNA dizilerindeki biyokimyasal değişiklikleri içermez, bunun yerine, bizi hastalığa karşı duyarlı hâle getirebilecek farklı genleri etkinleştirir veya devre dışı bırakır.
DNA dizisinin klinik fenotipin (canlının dış görünüşü) tek belirleyicisi olmadığının anlaşılması, aynı DNA'yı taşıyan tek yumurta ikizlerinin genellikle hastalık uyumsuz olduğu, ikiz¬lerden birinin hasta, diğerinin sağlıklı olduğu gözleminin bir sonucu olarak belir¬lenmiştir. Epigenetik araştırmalar çevre, sosyal durum, psikososyal faktörler ve beslen¬menin bireyin genetik bilgi ifadesini nasıl etkilediğini ortaya çıkarmayı amaçlar. Çok hücreli organizmalarda, gelişim sırasında ortaya çıkan epigenetik belirteçlerin yavrulara geçme potansiyeli nedeniyle, aynı genotip değişken fenotipleri ortaya çıkarabilir. Araştırmalar, embriyogenez sırasında tek hücrenin bölünmesi ve farklı¬laşması fenomeninin epigenetik ile sıkı bir şekilde ilişkili olduğunu belirlemiştir. Monozigotik ikizler aynı genetik bilgiye sahiptir, ancak içinde yaşa¬dıkları ve büyüdükleri çevre tarafından belirlenen, sağlık ve hastalık fenotipinde farklılıklara yol açan farklı bir epigenetik profile sahip olabilirler. (Hülyam Kurt, Emine Yağcı, 2023: 389-390)
Bu sonuç DNA, RNA, protein yolunun tersten de doğru olabileceğini göstermektedir. Protein yapısını değiştiren her şey her aksiyon potansiyeli, her çevresel faktör, hatta düşünce DNA'yı değiştirebilir. Bu bilimsel bilgi insanı gen yapısının tutsağı olmaktan çıkarmakta, düşüncesine ve yaratıcılığına DNA'sını bile etkileyebilecek güç ve özgürlük alanı sağlamaktadır. (Kılıç, 2024: 92)
Son yıllarda (2013’den itibaren) beyin- bilinç-zihin anlayışımızda büyük değişiklikler oldu bu yenilik nöron teorisinden bütüncül enformasyon ağı yani “connetctome” yani nörozihin teorisine geçiştir Buna göre bilinci oluşturan yaklaşık 100 milyar nörondan oluşan organ olan beyin değil 2 üzeri 100 milyar olasılık içeren bir enformasyon sistemi bütünüdür. Bu anlayışa göre beyin zihin yaratan organdır nörozihin ise et olan beyin ile ilgili bilgi ağı bütünü olan zihin arasındaki ara yüzdür (beyin ile zihin arasındaki ilişkiyi tek bir uçağı bir nörona benzetirsek uçak ile havayolu şirketi arasındaki ilişkiye benzetebiliriz. İkisi arasında nasıl bir ilişki varsa nöron ile zihin arasında da bu şekilde bir ilişki vardır. Bu bir organizasyon yaratır ve aynı nöron ile zihin arasındaki ilişkiyi ortaya koyar). Laniakea (ölçülemeyen sonsuzluk-bütün evren birbiriyle ilişkili enerji ağıdır), (Laniakea, tüm evrenin enerji olduğunu, her noktasının diğeriyle bağlantısallık ve bütünsellik içinde olduğunu ortaya koyan bir kavramdır. Bütün Evren tüm bilinen enerji biçimlerine göre tek bir yapı olarak incelendiğinde ve bütün olarak bir bilgisayar programına konulduğunda biz bütün yapının birbiriyle entegre ve bütünsel bir sistem içerisinde olduğunu görüyoruz. Kısacası evrende her şey bütünlük içinde ve her şey birbiriyle bağlantısallık halindedir. Biz maddenin esaslılığından değil enerjinin esaslılığından yola çıkmak zorundayız.) (Kılıç, 2024: 91-92), epigenetik ve connectom (nörozihin) demektedir ki insanlar tek bir vücudun hücreleri gibi bütünlük ve bağlantısallık içinde var olurlar. Ve bunu güçlü olanın genine aktardığı, güçlünün doğal seleksiyonunda ona geçtiği “gen bencil”dir kültüründe değil kooperasyonun ve işbirliğinin önde olduğu anlayışta yaparlar (Kılıç, 2024: 92-93)
Düşüncenin maddeyi biyoloji ve bilinci şekillendirme yeteneği vardır. Bilimsel dönüşümlerin benzerlik kurulabileceği en güzel biyolojik dönüşümlerden biri tırtılın kelebek olmasıdır. Kelebek olacak tırtılın önce kendi kabuğundan vazgeçmesi ve kendi varlığına gelecekteki varlığı için eritmesi gerekir. Her tırtıl kelebek olamaz, kelebek olacak tırtılın yeterince “imaginal celss” hayalci hücreler (hayal gücü kuvvetli hücreler) yetiştirmesi gerekir. Bu hayalci hücreler (hayal gücü kuvvetli hücreler) diğer tırtıl hücreleri ile aynı genom yapısındadır. Ama bu hücreler tırtıl olmaktan sıkılan rahatsız hücrelerdir. Farklıdırlar rahatsızdırlar. Diğer tırtıl hücreleri büyürler gelişirler günü geldiğinde ölmeyi seçerler Apoptosa (Apoptozis) (hücrenin programlanmış ölümü) uğrarlar. Bu hayalci hücreler (idealist hücreler) ise yaşamayı ve yaşatmayı seçerler ve sayı eğer belirli bir eşiği aşarsa kelebeğin vücudunu oluşturmaya başlarlar. Ölümden, kaostan ve savaştan yeni bir dünya bir kelebek yaratırlar. Bir tırtılın kelebek olup olmayacağını belirleyen, hayalci hücrelerin (hayal gücü kuvvetli hücreler) sayısıdır. Bazı hayalci hücreler değişime girerken ölümden kaostan ve savaştan yeni bir dünya yani bir kelebek yaratırlar (Kılıç, 2024: 94). Türker Kılıç “Tırtıldan Kelebek Olma Okulu” yazısını şu sözlerle noktalar:
“Sizler bizim ve güzel ülkemizin hayalci hücreleri (hayal gücü kuvvetli hücreler) olun ve güzelliği, yaşamı, yaratmayı ve çalışmayı seçin. Seçin ki önce kendinizi sonra dünyamızı bir kelebek güzelliğine kavuşturun. Kelebekler tırtıllardan güçlüdür” (Kılıç, 2024: 94).
Bazı insanlar hayat boyu kendilerine verilmiş yeteneklerin farkına varmak istemeden yaşayabilirler. Bu bir nevi tırtılların tutsaklığı gibidir. Hâlbuki insanlardaki zihin kabiliyeti evrene ait olduğunun bilinç düzeyi bağlantısallığına geçtiğinde kelebekler gibi özgürlüklere kanaat açabilirler. Bu özgürlüğü bekleyen tehlikeler olsa da onlar gökyüzünü, toprağı, ateşi, ağacı, yaprağı, çiçeği ve suyu “görür”ler. Görmek “keşfetmek”tir. Keşfetmek “olmak” demektir. Olmak ise “sonsuz”a Hawaii dilindeki Laniakea (Ölçülemeyen Cennet’e) (Sonsuz enerjiye) ulaşmaktır. Türk ve Altay mitolojisinde “Uçmağ”a (Uçmak, Ocmah, Uçmah) kanatlanmak, “uç”mak ve yükselmektir. Bu noktada yani düşünen insanın (gönül insanının) Sonsuz Cennet anlamındaki Laniakea’yı (sonsuz enerjiyi) yahut Uçmağ’ı da aşması gerekmektedir: Yunus Emre: “Hakkın gerçek âşıkları, istemezler Cennet’leri / Cennet’ten dahi ileri gider, makamın tutmağa / tutulmadı Yunus canı, geçti Tamu’dan, Uçmak’tan/Yola düşüp Dost’a gider, ol aslına uyakmağa (İnsanın“ben”ışığının yok olması-Tanrı’da yok olmak-Tanrı’ya kavuşmak) (Dindi, 2022: 260). Yunus Emre’nin anlamakta zorlanabildiğimiz çok boyutlu sözleri “psiko-sosyal teoloji” araştırmalarına uygun olarak bizlerin düşünce ufuklarını açacağa benzemektedir. Tırtılın kelebek oluşundan anlam kuramları oluşturan insan nesli bunu bir adım daha öteye götürerek Yunus Emre düşüncesinden bilimin birçok modellemesini ve sosyal hayatı değiştirebilecektir.
_________________________________ Kaynaklar:
1-Emrah Dindi, Türk Dervişi Yunus Emre’de Bezirgân Dindarlığın Eleştirisi, Turcology Research, 2022/ 73: 255-264.
2-Hülyam Kurt, Emine Yağcı, Epigenetik ve Zihin Sağlığı, Beyin Biyokimyası, Editörler: Doç. Dr. Fatih Kar - Doç. Dr. Ceyhan Hacıoğlu, Aralık 2023 Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara.
3-Türker Kılıç, Yeni Bilim: Bağlantısallık Yeni Kültür: Yaşamdaşlık “Beyin Nedir'den, “Yaşam Nedir”e Bir Bilim Serüveni, Ayrıntı Yayınları, 2024- İstanbul.