Seçim için artık geri sayıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde bu seçimde ilk defa oy verecek gencin bir televizyon kanalında “siyasetin hayatın önüne geçmesine yönelik” şikâyeti, yıllar önce ilk defa oy verdiğim günleri hatırlattı.
Aynı şeyden şikayetçi ve yıllar içinde olması gereken “değişimin” gerçekleştiğini göremeyen bir vatandaş olarak “peki nerede, nasıl bir ülkede oy vermek isterdin?” diye sordum kendime.
Atatürk’ün ömrünü harcadığı Türkiye Cumhuriyeti projeksiyonunun hayata eksiksiz geçebildiği bir ülkede oy vermek isterdim en başta… Aslında bu, aşağıda yazacaklarımın tümünü kapsıyor ya…
Yine de devam edelim.
Ekonomik şartların halkı ezmediği, gelir dağılımının eşit ve hakça olduğu, emeğin -hiçbir şekilde- sömürülmediği, “hayatta kalmak için” değil “daha güzel, daha kaliteli, daha mutlu yaşamak için” çalışılan, üretilen, emeklisinin açlık sınırının altına düşürülmediği, şairin deyişiyle “Allah’ın on pulunu on kul beklerken, bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul” verilmediği bir ülkede oy vermek isterdim.
Ülkenin tümüne mal olan millî, manevî, sosyal ve kimliksel değerlerin siyasilerce istismar edilmediği, bu değerlerin arkasına sığınanların ülkeye patinaj yaptırırken kendi gemilerini yürütmediği, şarlatanların, meczupların “kanaat önderi” sayılmadığı bir ülkede oy vermek isterdim.
Bilim, teknoloji ve sanata hak ettikleri değerin verildiği ve tüm bunların özgürce üretilebildiği bir ülkede oy vermek isterdim.
Kimlik siyasetini besleyen “anadilde eğitimin” değil “eğitimin kalitesinin” dert edinildiği, istisnasız bütün evlatlarımızın dünyadaki emsalleri ile her sahada rekabet edebilecek düzeyde eğitim alabildikleri, gözlerinin “el kapılarında olmadığı” bir ülkede oy vermek isterdim.
“Parayı bul da nasıl bulursan bul” değil işini iyi yaparak üretmenin, hak ederek, kazanarak iyi ve namuslu yaşamanın “hayat biçimi” olarak yerleştiği bir ülkede oy vermek isterdim.
Fırsat eşitliğinin öne çıktığı, “adaletin mülkün temeli olması gerçeğinin” duvarlar kadar beyinlere ve benliklere yazıldığı, “işi ehline veriniz” ve “çalışanın hakkını alnındaki ter kurumadan veriniz” emirlerinin kulak arkası edilmediği bir ülkede oy vermek isterdim.
Kadın cinayetlerinin hurafelerle perdelenmediği, canı yananın canını yakanları ezmek için uygun zamanı kollamadığı bir ülkede oy vermek isterdim.
“Elden gidiyor!” parantezinde bir dizi kaygıyla dolmadan, doldurulmadan, korkmadan, korkutulmadan sandığa gidilen bir ülkede oy vermek isterdim.
Ülkenin doğal kaynak ve güzelliklerinin “rant” uğruna “hiç edilmediği” bir ülkede oy vermek isterdim.
Hovarda aile reisinin evlatlarının rızkını har vurup harman savurması misali vergilerimizin “itibardan tasarruf olmaz” denilerek lüks ve şatafat başta olmak üzere sığınmacılara ve rantiyecilere harcanmadığı bir ülkede oy vermek isterdim.
Engellenen bireylerin “herkes gibi, herkesle beraber” yaşayan ve yaşamak isteyen eşit birer vatandaş oldukları gerçeğinin içselleştiği ve sistematik hale geldiği, bu sahada yapılan bütün mücadelenin “mağduriyet-merhamet” değil, “hukuk ve hak” temelli gerçekleştiği bir ülkede oy vermek isterdim.
Okula gitmek, meslek edinmek, işe girip hayatını kazanmak gibi süreçlerin, başta engellenen bireyler olmak üzere hiçbir vatandaşı için “ayrıcalık”, “mucize” hatta “lütuf” sayılmadığı, Atatürk’ün “eğitimde feda edilecek tek bir fert yoktur” düsturuna sahip bir ülkede oy vermek isterdim.
Tren kazalarında, sel olduğunda, depremlerde kimsenin ölmediği, oy uğruna yapılan “imar barışlarıyla(!)” insanların hayata küstürülmediği, böyle şeylerin akıllara bile gelmediği, olursa da sorumluların yargılanabildikleri, beceremeyenin, yanlış yapanın istifasının “erdem” sayılmayacak kadar “normal” karşılandığı bir ülkede oy vermek isterdim.
Daha çok şey var da… Şimdilik burada kalsın!
Şimdi diyeceksiniz ki “sadece bu dediklerin olduktan ve sağlam bir sistem kurulduktan sonra bile oy vermek, sadece küçük bir detay olarak kalır!”
Eh… Biz de kişilerden bağımsız, hukukun ve kurumların hâkim olduğu o sistem kurulsun diye oy veririz şimdilik…
Sonrası?
“Mücadele devam edecek!”