Allah katından indirilen dinin kaynağı, doğru haber, akıl ve beş duyu ile tespitin sonuçlarıdır. Kuran'ın bize gelmesi zandan, şüpheden uzak haberi mutavaattır yani doğru haberdir. Bu ne demek? Hem Müslümanlar hem de Müslüman olmayanlar tarafından ittifakla binlerce kişi tarafından tartışmasız olarak şahit olunmuş ve Hz. Muhammed vasıtası ile bize ulaştığı kabul edilmiştir. Bunlarla birlikte, Allah resulü tarafından görevlendirilen onlarca vahiy katiplerince ezbere alınmış, ayrı ayrı sayfalara yazılarak Allah resulü irtihali sonucu da zaman geçirilmeden Mushaf’a dönüştürülmüştür.
Kuran'ın geçmişi bu kadar açık ve şüphesiz bir gerçek iken, Hadis/Rivayetler konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Zira Hz Muhammed as. döneminde hadis bilgisi ve kültürü diye ne bir tanım, ne de dinde kaynak anlayışı vardı. Zaten sahabe Allah Resulünün her söylediğini "ya Resulullah bu senden mi, Allah'tan mı"? diye sorguluyordu. Ortada muhataplarca anlaşılan bir vahiy, onun içeriğinde de Allah Resulünün dindeki konumu açıkça belirtilince kimsenin hadis diye bir derdi olmamıştı. Dolayısı ile Allah resulü ve dört halife tarafından hadis yazımı ve toplanması yasaklandığı onlarca kaynaklarda belirtilmektedir. Buna rağmen, Hz Ebu Bekir döneminde valilere de genelge gönderilerek hadis toplatılır. Sayısı beşyüz kadar. Halife mevcudun içindeki çelişkileri görünce ölmeden önce kızına yaktırır! Hadisler yine ilk asrın sonlarında yönetim emriyle halk kültüründe dolaşan 1500 civarında bir rivayet toplatılmışsa da asıl hadisciliğin ideolojiye dönüştüğü ve sayısının binlerce katlandığı sürec Kuran’ın mushaf’laşmasından yaklaşık 220 - 250 yıl sonrasına denk düşer.
Farklı kültürlerden İslam'a girenlerin sayısının oldukca çok olmasına rağmen, yazılı metin mushafın (Kur'an) yeterli olmaması, Kuran'ı anlayan anlatacak okur yazar kişilerin oldukca sınırlı olması, bunlara parelel eğitim kurumlarının da yetersizliği nedeni ile islamın tüm coğrafyalarda yeterli ulaştırılması ve dinin doğru anlaşılması pek mümkün olmamıştır.
Ancak, Muhammed as.'a duyulan sevgi ve güven duyanlarla birlikta bundan nemalananlar Muhammed as tarafından söylenen, çeşitli nedenler ve iç karışık/çatışmalara yönelik şekilde onun adına uydurulanlar, yarım yamalak olanlardaki boşlukları süslenerek doldurulan, iktidarlar değiştikce sayısı kat kat artp milyonları bulan sözler dilden dile, kulaktan kulağa sözlü kültürle ondan ona, bundan ötekine en az iki asır dolaştığı bir sürec yaşanmıştır.
Sonrası devrede çoğunluğu Arap olmayan "hadis ehli" ya da "hadis imamları" olarak tanınan kişiler devrededir. Bunların topladıkları ya da ürettikleri (Allah doğrusunu bilir) milyonun üstündeki rivayetleri, kendilerine has yöntemlerle metin tenkidi yapmadan seçtiklerini sahih ilan etmeleri, birinin doğrusu diğerince yalan sayılması, birinin güvenilir bulduğu raviyi diğerlerince yalancı ilan edilmesi bu alanın içinden çıkılmaz netameli bir alan olduğunu gösterir.
Hadis imamlarından bazıları kendi yaptıkları işin kurbanı olmuştur. Mesela, Buhari'nin yaşam alanının Hambelilerce kısıtlanması sürgün edilmesi, kendi memleketine dahi alınmaması yollarda perişanlık içinde ölümüne terk edilmesi, yine siyer ve hadis imamı Taberi'nin Hambeli mezhebi holiganlarınca evinde taşlanarak öldürülmesi, evinden başka bir mezara taşınmasına bile izin verilmemesi, hadisciliğin dini bir anlayış değil de ideolojik bir savaş malzemesine dönüştürüldüğünün örneklerindendir.
Sonuçta toparlanan hadislerden faydalanan Mezhepler kurulur. Tefsir, fıkıh gibi çeşitli ilim dallarının oluşturulması büyük çoğunlikla bunlardan faydalanılarat yapılmıştır.
Bu kaynaklardan beslenen din adamları içtihatları, yazım/söz/vaaz ve nasihatlarında, eğitim kurumları/medreselerde Hadis adı ile anlatılan rivayetler ve onlardan oluşturulan kaynakların içeriğini "sanki peygamberimiz konuşmuş bunlarda ondan görmüş/duymuş" ya da "birileri aynı anda kaleme almış" gibi en ince detayına kadar Kur'an ölçeğine vurmadan ballandıra ballandıra anlatılması, hükümler üretilmesi, hadisin sünnet ilan edilmesi sonucu Allah Resulüne indirilen İslam’a karşı Muaviye tarafından başlatılan karşı devrim başarıya ulaşmış, Kuran’ın yerine hadisciliğin oturtulması sağlanmıştır.
Bu müfredat "ehli Kur'an" olmanın önünü kapatıp İslam’ın "ehli sünnet" olmasını sağlamıştır. Sonrakilerin çoğu da öncekilere şerh yazmaktan, taklit etmekten, eskinin yorumlarını hayran hayran çoğaltmaktan, karşı çıkanlara reddiye yapmaktan, onları toplum dışına itmek ve itibarsızlaştırmaktan başka bir şey ürettiği söylenemez!
Elbette bu faaliyetlerin içinde olanların çoğunun bir garez bir düşmanlık hakikatleri yok etmek için yaptığını düşünmek asla doğru değildir. Yukarda da belirtildiği gibi imkansızlıklarından, aklın kullanılmaması, farklı kültürlerin iç içe girmesinin de etkili olduğunu görmemek büyük eksiklik olur.
Sonuçta bunu yapanlar cahiller değil. Yanılmaz her şeyi doğru bilir, ulemadır, mücettitdir, Allah dostudur, büyük evliyadır, zannedilen bu ünvanlara layık görülen kimseler.
Geçmiş geçip gitmiştir. Herkesin hesabı Allah ile.. Bizim yaptığımız tespit ve yorum. Doğrusunu Allah bilir. Yaşayan bizler, şimdiden sonra daha dikkatli olmak adına, Yüce Kitabımızın dikkat çektiği Tevbe 31 ve 34'ü dikkatlice okuyup, geçmişin hatalarına düşmemeliyiz. İşte o ayetlerimiz: "Allah'ın peşi sıra, hahamlarını ve rahiplerini -tabi ki Meryem oğlu Mesih'i de- rabler edindiler. Oysa ki tek bir ilahtan başkasına asla kulluk etmemekle emr olunmuşlardı; (O ki), O'ndan başka ilah yok ve O onların putlaştırdıkları her şeyden beri ve yücedir.
Siz ey iman edenler! Bilin ki hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını, (ürettikleri) batıl inanç karşılığı boğazlarına geçiriyorlar; böylece (onları) Allah'ın yolundan çeviriyorlar. Hem altın ve gümüş toplayarak servet yapıp, hem de onu Allah yolunda sarf etmeye yanaşmayan kimseler var ya: işte onları can yakıcı bir azap ile müjdele.”
Kalın selametle. Allah’ın selamı üzerinize olsun kardeşler.