Sürücüsüz araçların test sürüşlerinin gerçekleştiği, yapay zekânın üretimin her sahasında yer almaya başladığı ve her anlamda kartların adeta yeniden dağıtıldığı bir dünyadayız artık.
Ne var ki bizler ehliyetleri ellerinden alınan, okula dahi gidemeyen engelliler başta olmak üzere eğitimi, ekonomiyi, kadın ve çocuk cinayetlerini konuşmaya devam ediyoruz.
Engelli çoğu çocuk için okul erişimi zorlu bir mücadele hatta ne yazık ki hayal olmaya devam ediyor. Engelsiz çocuklar için de durum pek parlak değil.
Basında yer alan bilgiler can yakıcı… Millî Eğitim Bakanlığının 2023-2024 istatistiklerine göre, okula gitmeyen çocuk sayısı Türkiye'deki 77 ilin nüfusunu aşıyor. Ortaokuldan mezun olan 253 bin öğrenci liseye kaydolmadı; eğitim çağındaki 3 milyon 339 bin 309 çocuk ise örgün eğitim sisteminin dışında kaldı.
Okula erişemeyen 3 milyonu aşan sayıdaki çocuk nerede?
2024 yılında çıraklar dahil edilerek yapılan hesaplamada çocuk işçi sayısının 1 milyon 312 bin 344'e yükseldiği söyleniyor.
Beri yandan aileleri tarafından bile isteye okula gönderilmeyen başta kız çocukları olmak üzere çok sayıda çocuk var. Daha önceleri nispeten bölgesel olan bu feodal yaklaşım, tüm yurda yayıldı. Millî Eğitim Bakanının “onlar günümüzün sivil toplum kuruşlarıdır” diye iş birliğini savunduğu tarikat ve cemaatlere yönelim devlet teşvikiyle arttı.
Tevhid-i tedrisat (öğretim birliği), en az laiklik kadar kâğıt üzerinde bir mürekkep izi bugün.
O kadarına bile tahammül edemeyip anayasanın ilk dört maddesine saldıranlar, yok etmeye çalıştıkları cumhuriyetin meclisinde varlığını inkâr ettikleri hatta aşağıladıkları milletin vergileri ile maaş almaya devam ediyorlar.
Eğitimin içeriği bilinçli bir şekilde boşaltılırken öğretmenlik mesleği ve öğretmenler itibarsızlaştırıldı. Millî Eğitim Bakanlığı okullarında gereken temizliği sağlayamayacak durumda… “Hem kel hem fodul” misali, temizlik konusunda kimi belediyelerin uzattığı eli itecek kadar da kibirliler.
Tamam, harakiri falan yapın demiyoruz ama “ya yap, ya istifa et” felsefesi mutlaka hayata geçmeli diye düşünüyorum! Ha, verilen görev, “yapmamak”, “bozmak” hatta “başka türlü yapmak” ise o başka elbette.
Gençlerin çoğu geleceklerini “el kapılarında” görüyorlar.
Çocuklarına ve gençlerine bayram hediye edilen bir cumhuriyet böyle mi olmalıdır?
Ekonominin durumu ortada. İktidarın mirasyedi misali satmadığı kalmadı. Ülkeyi kendi mülkleri, hatta şirketleri gibi görüyorlar da bu kadar beceriksiz bir yönetimi hiçbir şirket başında tutmaz, onu ne yapacağız?
Beri yandan toplumun merhamet duygularına seslenerek “savaştan kaçan garibanlar” diye pazarlanıp içimize sokuşturulan Suriyeliler başta olmak üzere “Ortadoğu bataklığının her nevi çocukları”, hükümetin bizim cebimizden sunduğu “bedava” hayatla bu topraklarda çoğaldıkça çoğaldılar.
Çocuk dedim de… Bütün bu insanlar sevişerek bir ülkeyi ele geçirenler olarak tarihe geçmek üzereler… Okullarda her sınıfta hatırı sayılır sayıda bu insanların çocukları var. Keşke en azından -gerçek vatanlarına dönmelerini sağlayacak iradede bir Türk hükümeti kurulana kadar- bu çocukların ve ailelerinin Türkçe öğrenmelerini ve konuşmalarını sağlayabilseydik…
Bir de para karşılığı vatandaşlık ve mülk edinenler var. Geçende bir arkadaşım anlattı. İstanbul’da öğrenci olan çocuğu için kiraladığı evin sahibi ABD’de yaşayan bir Bangladeşliymiş. “Zoruma gitti” diyor arkadaşım… Çok haklı!
Ülke, kadınlar ve çocuklar için güvensiz hale geldi.
Gün geçmiyor ki öldürülen, katledilen, istismar edilen bir çocuğun, kadının haberi ile canımız acımasın.
Başka türlü ve tekrar soralım.
Kadın hakları konusunda dünyanın birçok ülkesinden önce adımlar atılan bir cumhuriyet böyle mi olmalıdır?
Bilindik bir tespittir: “Bir sepette 50 tane sağlam elma bir tane çürük elmayı sağlamlaştıramaz. Ama bir tane çürük elma 50 tane sağlam elmayı bozabilir.” denir.
Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, tarikat-cemaat yapılanmasına dayanan köhne zihniyetleri ile hem kültürel anlamda hem demografik anlamda bırakın içindekileri, sepetin dahi çürümesi için ne gerekirse yaptılar, yapmaya da devam ediyorlar. Pervaları da yok.
Her anlamda çürüyoruz. Yetişmiş insanlarımız, ülkenin durumundan ve “giderlerse gitsinler” şuursuzluğundan rahatsız olup hak ettikleri hayatları başka diyarlarda aramak üzere yüreklerini ve yakınlarını burada bırakıp gidiyorlar.
Biz kalanlarınsa Yaşar Kemal ustanın o ünlü sözleri dökülüyor dudaklarından…
“O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler./Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık.”
Ülkeye hâkim zihniyetin anlayacağı şekilde ifade edersek “memleketin hal-i pür melali (keder dolu durumu)” budur.
Ha, şu merakımı da ifade etmeden geçemeyeceğim.
Bundan mesela bir 50 yıl sonra şu yaşadığımız dönemi inceleyen sosyologlar ve tarihçiler, yaşanan bunca hukuksuzluğu, keyfiyeti, pespayeliği ve nihayetinde sosyal çürümeyi kime yazacaklar?
Bu zaman diliminde tabelada yazan cumhuriyete mi, fiilen yaşanan siyasal İslam tabanlı saray rejimi ve yancılarına mı?
Haftanın Notu:
Vatandaşlarını başta savaş olmak üzere yaşattığından beteri ile korkutan yönetimlerin bir geleceği olamaz, olmamalıdır.
Kimilerinin Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti ile sorunu olanlarla kol kola gezenden millî de milliyetçi de olamayacağını anlamaları için daha ne olması gerekir?