"Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde" demiş Ziya Paşa. “Lafla peynir gemisi yürümez” ya da “Halep oradaysa, arşın da burada” da diyebiliriz.
Özgüven dediğimiz şey, kişinin becerip beceremeyeceği her şeye balıklama atlaması değil, kendini tanıyıp ona göre davranmasıyla ortaya çıkar. “Hayatta başarı ölçüsü” her ne kadar kişiye göre değişse de “özgürlük” ve “huzurun” herkes için mutluluk verici özellikleri düşünüldüğünde sanırım “başarıyı” çok da abartmamak gerek.
Hayatta en az bir işi iyi yapma gerekliliğinin yanı sıra o işi yaparken ana hedefin “maddiyat olmaması da” şart. Bu kimilerine göre bir paradoks olsa da hayatın temelindeki “dengeye” en güzel örnek. “Sen hakkıyla ve coşkuyla yap ne yapıyorsan, geçim elbette bir şekilde sağlanır” demek, insan için her geçen gün biraz daha zorlaşıyor.
Bir zamanlar ekmek teknesi adlı dizideki Kirli karakteri, arada sorardı: “Para bizi bozmasın Celal abi!” Seneler geçti, Celal değilse bile biz cevap verelim Kirli’ye: “Para bizi çoktan bozdu be Kirli!”
Aldığı işi zamanında ve tam olması gerektiği gibi teslim etme, bugünün aranan ve az bulunan özelliklerinden. Başlarda “kazan da nasıl kazanırsan kazan” ile başlayan süreç, “parayı kap ta nasıl kaparsan kap” durumuna evrilirken, artık birçoklarının aklına “en az bir işte ehil olmak” gelmiyor ne yazık ki. “İşi ehline vermek” gibi bir kaygısı olmayan bir zihniyetle birleşen bu anlayış, gelecek açısından daha da büyük bir canavara dönüşüyor.
Yıllar öncesinden, sanırım 1987; bir hatıra…
O sıralarda oturduğumuz sitenin karşısındaki ve bizim bloğun tam önündeki kaldırımların kenarları düzenlenmekteydi. Üst kat balkondan, ustanın birinin, kâh ip çekerek, kâh su terazisiyle tam gereken ölçü ve seviyede işi yaptığını, diğerininse göz kararı ile işi “salladığını” ve hatta düpedüz yamuk yaptığını gözlemleyen babam daha yakın mesafesinde duran ve işi savsaklayan ustaya seslendi:
“Usta, yamuk oluyor galiba…”
Ustanın(!) cevabı yukarıda bahsettiğim ve devam eden dönemin ruhuydu:
“Fark etmez be hocam, o kadar yamuktan bir şey olmaz!”
Günün sonunda işini iyi yaptığı için yanına “eline sağlık” demek için giden babama diğer ustanın verdiği cevap da yavaş yavaş kaybolan bir başka vizyonu anlatıyordu:
“Ben kendime sövdürmem hocam; ‘bunu kim yaptı?’ diye sorduklarında ‘tüüü onun ustalığına’ dedirtir miyim hiç? Ha, kimse bilmese, anlamasa bile buradaki yamukluğu, ölçüsüzlüğü benim bilmem yeter. O yamukluk da bana batar hocam!”
İşini iyi yapan, çalışan, üreten insan, elbet ve er ya da geç kazanır; yeter ki “işini iyi yapmak” sosyal açıdan bir “erdem” olarak kabul edilsin. Toplum bunu her bir bireyiyle içselleştirsin.
Aksi halde Mustafa Kemal’in işaret ettiği sonuç kaçınılmaz olur:
"Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar; önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar."
Son dönemde liyakat tartışmalarının artmasıyla, “işin ehli olma ve hakkıyla yapma” ile “işi ehline vermek” arasında doğru orantının belirginleştiği kanaatindeyim. Varlıklarıyla birbirini besleyen, yoklukları ile birbirini yok eden iki “kardeş” olgu! Keşke herkes, inandığı gibi yaşayacak iradeye sahip olabilse…
Yukarıda anlatmaya çalıştığım iki ustanın işinden ve zihniyetinden yansıyan bakış açılarından biri süreç içinde diğerine karşı galip gelecek ve geleceğimiz buna göre şekillenecek.
Yaşayıp göreceğiz..