Victor Hugo’nun 19.yüzyıl Fransa’sını anlatan ünlü “Sefiller” adlı romanından fazlaca alıntılanan bir cümledir:
"Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk. O yüzden anlaşamıyoruz.”
İnsan böyledir. Kendisine muhtaç olunmasından sığ ama yoğun bir haz duyar. Böyle olduğu için belki de “sağ elin verdiğinden sol elin haberi olmayacak” denmiştir ama…
İnsanı insandan korumak ne mümkün.
Bağlılık için bir yöntem olarak görülmüştür çoğu zaman “muhtaç bırakmak” ama…
İnsanın özgürlüğünün kısıtlandığı, varlığının daraltıldığı hatta hiçe sayıldığı bir ortamda bu yol bir yerde illaki tıkanacaktır.
Aynı düzlemde, eşit paylaşım ve dayanışma içinde olmadıkça…
Kişi, muhtaç olduğunu aslında ne sever ne de ona saygı duyar. Sadece çaresizce boyun eğer. Sonra ver elini “Stockholm Sendromu.”
“Hayır işlerine inanmıyorum. Dayanışmaya inanıyorum. Hayırseverlik çok dikey. Yukarıdan aşağı iniyor. Dayanışma yataydır. Ötekine saygı duyar.” demiş Uruguaylı yazar Eduardo Galeano…
Dayanışma her zaman olabilir ama diğerinin insanın fıtratına aykırı olduğunu düşünüyorum. Çünkü ilki özgür kılar, diğeri esir eder ve insan esaretini fark ettiği anda esir edenden nefret eder.
Kültürümüze eklemlenmiş inançsal öğretinin bir parçası olarak “iyilik yap, denize at, balık bilmezse halik (yaratan) bilir” diye bir söz vardır ya… Cemil Meriç buna “iyilik yapan karşılık bekliyorsa tefecidir” diyerek karşı çıkar.
Haklıdır da…
Beklediğin karşılık Yaradan’dan da olsa sıkıntılı…
Bu “eylem-ödül” döngüsü zamanla bizi “namazla cennet takasına girmeye çalışanların” eline düşürür.
Düşürmedi mi?
Beri yandan hayır işlerinin sermaye sahiplerinin, hali vakti yerinde olanların kendini tatmin etme, vicdanını rahatlatma gibi bir işlevinin olması…
İhtiyaç sahibini daha da muhtaç etmeye meyilli, ideolojik takıntıyla “sadaka kültürüne” hapsolmuş bir iktidar vizyonu…
Ya da yapmaması gereken türlü şeyin içinde olanların “kefaret” adına para verip “iyi hal (günahsızlık) kâğıdı(!)” alacaklarını sanmaları…
Bir de kaş yapayım derken göz çıkartan, belki bir yere kadar iyi niyetli ama çoğu zaman “şuursuzca sevap peşinde” bir kitle var ki…
Siz onları en çok trafik kazalarında ya da doğal afetlerde kazazedelere, afetzedelere “karga tulumba” müdahale edip çoğu zaman kaza ya da afetten daha büyük zarar vermelerinden tanıyorsunuz.
Ben bu grubu bir dönem çalıştığım huzurevinde tanıdım. Kâh kendi yaptıkları, kâh satın aldıkları türlü hamur işleri ile huzurevi sakinlerini ziyarete gelirler, yaşlılara “yesinler poğaçamı, yazdırsınlar sevabımı” der gibi bakar ve giderler.
Şeker hastasına hamur işi ikramı… Huzurevi çalışanları olmasa taammüden cinayet!
Oysa bilmezler ki çoğu şeker hastası o yaşlıların ihtiyacı getirdikleri birkaç parça kek, poğaça değil, kendilerinin sıkılmadan, ilgi ve sevgiyle dinlenilmektir.
Günlerce dinleseniz bıkmazlar da hani... Yani öyle birkaç parça hamur işiyle de yazılmaz(!) o sevaplar.
İyi olmanın, iyilik yapmanın hiçbir maddeye sığmayacağı ve insan için akla bile getirilmeyecek kadar refleksif bir duruş olması gerektiği tekamülden başka yolu olmayan insanın gerçeği.
Her vatandaş, devletin her kurumu olması gerektiği tutum ve davranış içinde olacak ki bu topraklar daha yaşanılır bir yer olsun.
Olması gereken, o çok öykünülen ülkelerde var olan “sosyal devlet, hak temelli yaşamayı içselleştirmiş vatandaş” diye özetleyebileceğimiz muhteşem ikili. Terazinin dengesi için ikisi de aynı ağırlıkta olmalı.
Varsılın egosunu şişirmek, günahlarından arındırmak ya da “sevap puanlarını(!)” arttırmak gibi bir görevi yoktur yoksulun ve yoksunun.
Dahası, insanın insana, devletin vatandaşına vereceği en büyük destek, onu özgür kılmaktan, ihtiyacını ortadan kaldırmaktan geçer.
Aksi halde muhtaç olarak görülen ve minnet etmesi beklenen/istenen, “ona minnet, buna minnet; bu işin sonu cinnet” noktasına gelir ki o noktaya gelmiş insanın önünde hiçbir güç duramaz.
Haftanın Notu:
Yeni vergi kanununda yer alan ve engellilerin ihtiyaç duyduğu ithal teknolojik ürünlerdeki KDV muafiyetini kaldıran 18.Madde TBMM’de kabul edildi.
Engelliler bu maddenin veto edilmesi için Cimer’e yazılarak ya da Alo 150 ile "Engellilerin günlük yaşamında bağımsızlıklarını destekleyen ithal teknolojik ürünlerdeki KDV muafiyetini kaldırmayın" denmesini istiyorlar.
Bu kanunla birlikte…
Yerli üretimi hiç olmayan ya da olsa da ihtiyaca cevap vermeyen ve zaten pahalı olan tekerlekli sandalyeden tutun, işitme cihazı, baston, yürüteç, konuşan gözlük, Braille tablet ve engellinin hayatını kolaylaştıran daha birçok araç gerece kadar birçok ürüne engellinin erişimi daha da zorlaştı.
Bilhassa mesela tekerlekli sandalye gibi az sayıdaki yerli üretim ürünlerde birçok parça dışarıdan geldiği için onların da fiyatları artacak.
İthali, yerlisi bir tarafa…
“Bizi kıskanıyorlar” denilen ülkelerde bu araç gereçlerin tamamının sosyal güvenlik kapsamında engelli vatandaşlarına “ücretsiz” verildiği “kıskanılası” bir gerçek.
Bizi yönetenlere Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşını kimseye muhtaç etmemesi gereken bir sosyal devlet olduğunu hatırlatmak gerek.
Bu kanuna karşı her şeyi söyledik, işitilmedi. Bir de şarkıyla söyleyelim dedik. Buradan dinleyebilirsiniz.