Dış politikada Almanya, Hollanda, Avusturya gibi gerilim yaşanan ülkelerin yönetimlerinin arasına ABD de eklendi. Barzani’nin, referandum yaparak çevresindeki ülkelere meydan okuması da cabası.
Cumhurbaşkanı Erdoğan çok sinirli. Suriye ve Irak’ın kuzeyinde Türkiye aleyhine oyunlar kurgulayan, eski bakan ve bürokratlarımızı yargılayan, buna karşın kendi yurttaşlarına polisi ve yargısı dokundumu ayaklanan, FETÖ’cü kaçakları koruyan, ülkemizdeki Olağanüstü Hal ve insan hakları uygulamalarına ilişkin raporlar hazırlayan ülke yönetimleri ile uluslararası kuruluşlara verip veriştiriyor.
Tecrübeli diplomatların, uzman bürokratların, sağduyu sahibi deneyimli siyasetçiler ve gazetecilerin görüşleri ise, 'milli dış politikanın oluşturulmasında, (danışarak, görüşerek, anlaşarak) tek ses, tek yürek olmayı başarmamız gerektiği’ yönünde.
Ancak bunu görmek ne mümkün. Sebebine gelince;
Avrupa ülkelerini ayrı tutarak, ABD için şunu söyleyebilirim. ABD Türkiye’ye geçmişte de (sözde) dostluğa sığmayan çok şeyler yaptı.
Tarih 5 Haziran 1964. ABD Başkanı Johnson, Kıbrıs'a çıkarma yapmaya hazırlanan Türkiye'yi engellemek için İnönü'ye ünlü mektubunu yazdı ve uyardı: "Verdiğimiz NATO silahlarını kullanamazsınız! Bunu yaparsanız müdahalede bulunuruz.” İnönü ise, Johnson'a, tarihe geçen şu yanıtı verdi: "Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orada yerini alır!"
İnönü’nün o dönemde yüreklere su serpen bu temennisi, Adalet Partisi’nin iktidara gelmesi ve CHP’nin muhalefete düşmesi nedeniyle hayata geçirilemedi. Kıbrıs harekâtı da 10 yıl sonra yapılabildi.
Kıbrıs Barış harekatı 1974’te, CHP’nin yeni lideri, Başbakan Bülent Ecevit’in önderliğinde gerçekleştirildi. Nezaketi nedeniyle ‘karınca ezmez’ lakabı da takılan Karaoğlan Ecevit’in, Beyaz Saray’daki görüşmeden sonraki ayaküstü sohbet sırasında Başkan Clinton’un karşısında ezik bir görüntü verdiği Erdoğan tarafından iddia edildi.
Bunun üzerine Ecevit’in, geçmişte “solculardan milliyetçi olmaz’ diyen bazı liderlere cevaben yaptığı şu konuşma gündeme taşındı. Bir açık hava toplantısında şöyle konuşuyordu Ecevit:
“Biz Demirel’lerden, Türkeş’lerden milliyetçilik dersi almayız. Biz milliyetçiliği; sokak duvarlarına değil, Kıbrıs’ın topraklarına, Ege’nin deniz yataklarına yazmışız, biz milliyetçiliği batı Anadolu’nun haşhaş tarlasına yazmışız.''
Demem o ki, ABD’ye yeri geldiğinde rest çeken İnönü gibi tarihi bir şahsiyeti, süper gücün karşı çıkmasına rağmen Kıbrıs Türkü’nü Rumlar’ın zulmünden kurtaran ve çifçinin hayrına haşhaş ekimi yasağını kaldıran Ecevit’i eleştirmenin, dışa dönük mücadeleye ne yararı var?
Geçmişte Demirel, muhalefet lideri iken Başbakan Ecevit’in adından ve makamından söz etmez, ‘Hükümetin başı’ derdi. Şimdi de Erdoğan, Ana muhalefet Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu için, “Hangi yöntemle oraya geldiği malum olan, CHP’nin başındaki o zat” diyor.
PKK Kerkük’e girince Irak Hükümeti “Bunu savaş sebebi sayarım” diye açıklama yaptı. Bu açıklamanın üzerinden çok geçmeden, Irak ordusu, ‘Bir gece ansızın gidemediğimiz !..’ Kerkük’e operasyon başlattı. Irak ordusu ve Haşdi Şabi Şii milis gücünden oluşan birliklerin Kerkük kentine girip, “K1 Askeri Üssü” ile petrol kuyuların almak için ilerlemeye başladığı, ancak peşmerge ile çatışmaması, eşgüdüm içinde çalışması talimatı aldığı belirtildi.
Son durum bu iken, Suriye sınırı boyunca kürt koridoru oluşturmak isteyen, bu nedenle PYD’ye ağır silahlar yağdıran ABD, Barzani’ye dokunmamaları konusunda İran, Irak ve Türkiye yönetimlerini tehdit ederken, geçmişteki kirli siyasi üslubu günümüze taşımanın ne lüzumu var ?
Kol kola girmiş, omuz omuza vermiş güçlü bir Türkiye görüntüsüyle dış dünyadaki haksızlıklara ve yanlışlara karşı mücadele etmemiz gerekirken bu iç kavga niye?
***
Dikkatimi çeken bir konu daha var. Geçmişte Amerikan emperyalizminden sadece sol partiler, özellikle 68 kuşağı söz ederdi ve etmeyi de sürdürüyor. Günümüzde ise solcu olmayanlardan duyuyoruz aynı sözleri. Ve özellikle AKP yandaşlarının dile getirmeye başladığı ‘Yeni bir dünya kuruluyor biz de orada yerimizi alıyoruz’ söylemlerini. Örneğin, "İnönü'nün hiç olmazsa yüreğimizi soğutan sözlerinin üzerinden 53 yıl geçtikten sonra bir umut doğdu! 16 Nisan'da, ülkeyi yönetilemez kılan ve geri kalmışlık cenderesine mahkûm eden parlamenter sistemi geride bıraktık.
Artık hükümet etmek için halktan yetki almış siyasilerimizin elini tutamayacaklar. Bürokratik engeller, siyasi takozlar, parti içi ve muhalefet sabotajları çare olmayacak" diye yazıyor Sabah Gazetesi’nden Melih Altınok.
Son olarak da Maduro’dan duyduk ‘Yeni Dünya’yı. Resmi ziyaret için Türkiye'ye gelen Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” sözlerine nazire olarak şu açıklamayı yaptı: "Dünyada bir tek Amerika bulunmuyor, ben, ‘başkaldıran, özgürlüğü için mücadele eden diğer Amerika'dan" geliyorum. Dünya birkaç ülkeden çok daha büyük. Biz çok merkezli ve çok kutuplu bir dünyanın kurulacağından eminiz.”
Eh, bekleyip göreceğiz. Yürütülen bu politika ile biz mi ‘Yeni dünya’ yemenin tadına varacağız, yoksa ‘Yeni Dünya’ mı (Allah korusun) bizi yiyip yutacak.
Usta ozan, merhum Neşet Ertaş bakın dünyayı nasıl tarif ediyor;
Sen ağladın canım ben ise yandım
Dünyayı gönlümce olacak sandım
Boş yere aldandım boş yere kandım
İrengi gözümde solan dünyada
Ah yalan dünyada yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada
İyi haftalar.
remzidilan_48@hotmail.com
.