Türkiye’nin gündeminde yerel seçim, çarşı-pazar ve Suriye; dünyanın gündeminde ise Venezuela krizi var.
Söz konusu gündem maddelerinin ön yüzünü her gün gazetelerde okuyor, haber bültenlerinde dinliyor, izliyoruz.
Bu gündem maddelerinin arka yüzünü ya da perde arkasını ise, konunun uzmanlarından alıntılar yaparak bu yazımda yansıtmak istiyorum.
Önce, Erdoğan ile Putin’in Suriye konusunda yaptığı görüşme…
Emekli Kurmay Albay Aziz Ergen bu konuda, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin 21 yıl önce yarattığı ruhu bize Putin hatırlattı’ diyor ve “Adana Mutabakatı’nın (anlaşmasının) imzalanma öyküsünü şöyle özetliyor:
‘Türkiye’deki terör faaliyetlerini Suriye’nin himayesinde Bekaa vadisinden yöneten terörist başı Öcalan eğittirdiği teröristleri gruplar halinde Türkiye’ye göndertiyordu. Şam yönetimi yapılan bütün diplomatik ikazları nedense dikkate bile almıyordu.
Artık bu ihanetlere dur demenin zamanı gelmişti. Dönemin Genelkurmay Başkanlığı 1998’de, her ay yapılan Milli Güvenlik Kurulu’nda görüşülmek üzere bir rapor hazırlattı. Raporda, terörün ülkemize 100-150 milyar dolara mal olduğu, 5 bin 300 askerin şehit olduğu, 5 bin 500 civarında sivilin hayatını kaybettiği, 16 bin yaralın bulunduğu belirtilerek konunun önemi vurgulandı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL konuya sahip çıkarak Suriye’ye yönelik direktifleri verdi.
Suriye ile ilgili askeri planlar, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu nezaretinde Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla ATEŞ ve ekibi ile birlikte yapıldı.
(Sınırda gerekli askeri hazırlıklar tamamlandıktan sonra) Org. Atilla ATEŞ 16 Eylül 1998’de, planlandığı gibi Hatay-Reyhanlı’ya giderek tarihe ışık tutan o konuşmasını yaptı:
"Bazı komşularımız bizim iyi niyetimizi, gösterdiğimiz yakınlığı yanlış değerlendirmişlerdir. Apo denilen eşkıyayı kendi ülkelerinde barındırıp, onu destekleyerek Türkiye'yi terör belasına bulaştırmışlardır. Türk milleti artık bu konuda göstereceği iyi niyetin sonuna gelmiştir. Sabrımız tükenmek üzeredir. Sabrımızı taşırmasınlar."
Bu uyarı, Suriye Devlet Başkanı Hafız ESAD’a diz çöktürdü, Suriye yönetimi terörist başı Öcalan’ı apar topar sınır dışı etti.
Türkiye ile Suriye arasında oluşan bu gerginlik üzerine, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın devreye girmesiyle, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek arabulucu görevini üstlendi, sonuçta Suriye ile Türkiye arasında 20 Ekim 1998 tarihinde “Adana Mutabakatı” (anlaşması) imzalandı.
21 Aralık 2010 tarihinde Adana mutabakatı geliştirilerek “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti arasında Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması” imzalandı. Anlaşma, ‘başta terör örgütü PKK olmak üzere, iki ülkenin güvenliğini ve istikrarını tehdit eden terör ve terör örgütlerine karşı ortak mücadeleyi’ kapsıyordu.
Bu anlaşma ile Türk hükümetinin eli güçlenmesine rağmen Dış İşleri Bakanlığınca izlenen ‘komşu ülkelerle sıfır sorun’ politikaları sonucunda Türkiye bölgede ‘sorunsuz olduğu ülke kalmadı” konumuna düştü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden bu yana 30 aylık süre içerisinde 18 kez yüz yüze, 38 kez de telefonda olmak üzere toplam 56 kez görüştüğü Rusya Devlet Başkanı Putin, bu kez, Türkiye’nin 21 yıldır rafa kaldırmış olduğu ‘Adana Mutabakatı’nı hatırlattı...
Putin, Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin oluşturmak istediği ‘Tampon Bölge’ için Türkiye’ye, 21 yıl önce eline geçirdiği Jokerini (Adana Mutabakatı’nı) akıllıca kullandığı sürece tampon bölgenin kesinlikle oluşamayacağını da hatırlatmış oldu.
Şimdi bu Jokeri avantaja çevirmek siyasi iradeye düşüyor..
***
Dünyanın gündemindeki Venezuela krizine gelince…Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ABD’nın çağrısı üzerine Venezuela için toplandı. Oturumda Rusya, ABD’yi ülkede askeri darbe girişiminde bulunmakla suçladı.
Almanya, İspanya, Fransa ve İngiltere ise, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'ya ültimatom vererek, 8 gün içinde seçim çağrısı yapmasını, aksi takdirde kendisini ülkenin ‘geçici başkanı’ ilan eden (muhalefet lideri) Juan Guaido'yu tanıyacaklarını açıkladı.
Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro, kriz aşamasında ilk röportajını CNN Türk’ten Serdar Cebe’ye verdi. Maduro, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendisini (talafonla) arayarak destek vermesinden, Türk halkına bakışına, ABD'nin tutumundan Güney Amerika ülkelerinin yaşadıklarına kadar bir çok konuda çarpıcı açıklamalar yaptı.
Venezuela lideri, ABD'nin başlattığı siyasi krizde diyaloğa açık olduğunu, Trump ile bir gün bir araya gelmesinin imkansız olmadığını söyledi. Darbe girişimine karşı koyacağını söyleyen Maduro, Avrupa Birliği’ni de eleştirdi.
Venezuela krizine, aday belirleme ve seçim çalışmalarına dalmış olan Türkiye’deki muhalefetten ilk açıklama ise Doğu Perincek’ten geldi. Perincek, sosyal medyadaki hesabından şu değerlendirmeyi yaptı:
"Venezuela’da Maduro’nun yanında, Suriye’de Beşar Esad’a karşı olursanız, Türkiye’nin mücadelesini duraksayarak, yalpalayarak götürmeye kalkarsınız. Bu tutarsızlığın bedelini ise, Mehmetçiğimizin kanıyla, ekonomik krizin derinleşmesiyle, dostlarımızın güvenini kaybederek ödüyoruz.."
***
Geçen hafta sanat dünyasından yitirdiğimiz değerlerin acısını yüreğimizde hissederken, siyasi cinayete kurban giden Uğur Mumcu’yu 26. ve Gaffar Okkan ile 5 korumasını 16. ölüm yıldönümlerinde özlemle andık.
24 Ocak 1993 tarihinde, evinin önündeki arabasına yerleştirilen bomba ile katledilen Cumhuriyet Gazetesi yazarı, araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu’yla ilgili bir yazıya dikkat çekmek istiyorum.
Cumhuriyet Gazetesi’nden Işık Kansu, faili meçhul cinayetler konusunda çok ilginç bir noktaya parmak basıyor. Uğur Mumcu, Prof. Muammer Aksoy, Doç. Bahriye Üçok ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerinin ‘faili meçhul’ olmadığını savunan Kansu, köşe yazısına şöyle devam ediyor:
“Adalet ve Demokrasi Haftası” içindeyiz. Yine usanç verici terane sürüyor:
“Cinayetlerin failleri bulunmadı!”
Kimsenin dosya mosya araştırdığı, sorup soruşturduğu yok.
Kimse, Uğur Mumcu dosyasını yakından ve titizlikle izlemiş olan avukat Halil Sevinç’e danışma gereği duymuyor, dosyaların bir örneğini alıp okumuyor. Danışsalar ya da okusalar; görecekler ki:
Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri, İran’da yetiştirilmiş, Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu adlı örgüt tarafından işlenmişlerdir. O cinayetlerde kullanılan tabancalar, şarjörler, mermiler, C-4 plastik ve TNT patlayıcılar, patlayıcıların kablo düzenekleri, çelik bilyeler, mekanik saatler vb. Ankara’nın Sincan ilçesine bağlı Yeni Cimşit ile Yeni Peçenek köylerindeki arazide, yakalanan katillerin yer göstermesi sonucu bulunmuştur. Katiller, yargılanmış; “din kurallarına dayalı devlet kurmayı amaçlayan silahlı çeteye üye olmak ve anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” suçundan 6 yıldan başlayarak, ağırlaştırılmış ömür boyu hapse değin çeşitli cezalara çarptırılmışlardır.
Bu cinayetlerin “faili meçhul” olan kısmı nedir derseniz?
Devletin sorumlu yöneticilerinin katillere neden göz yumduğudur. Cinayetleri hangi yabancı güçlerin ne amaçla işlettiğinin dava sonucunda kesinleştirilmemiş olmasıdır.
Bu tür siyasi cinayetlerin bilmeden, araştırma yapılmadan “faili meçhul” diye nitelendirilerek geçiştirilmesi tek bir sonuca ulaşıyor:
Toplumda, terör ve cinayetlerin yarattığı korku duygusunun artmasına ve de memleket üzerinde sömürücü güçlerin oynadığı oyunların örtülmesine.
“Aman, dediklerine, yaptıklarına, yazdıklarına dikkat et, sonra faili meçhule gidersin” sözünün yaygın olması işte bu yüzden../.." ---
İyi Haftalar
remzidilan_48@hotmail.com